Bafra’da 60’lı yıllardan sonra başfiyattan
satılamayan tütün dönem şartlarında kötü yönetilen bir süreç ve kaçınılmaz
sonuç: Göç... Aslında bu tüm bu ekonomik arayışlar içerisinde de bölgenin
sosyoekonomik yaşantısına yön veren, öncülük eden bir yer olma özelliğini uzun
süre korumuş Bafra.
Demokrat Parti’den Doğruyol’a uzanan süreçte
neredeyse tüm seçimlerin startının verildiği, Demokrat Parti döneminin merhum
Başbakanı Menderes ile şehir kulübü telefonundan direkt görüşüldüğü dönemleri
de yaşamış bir yer Bafra. Değişen yaşam şartları, beklentiler, daha iyi bir
yaşam hayali ile çıkılan yolların kimi uzaklaşırken ovadan, kimi de mekan
edinmiş zamanla. Mübadeleden sonra yaşanmış ikinci göç bu şekilde değerlendirilebilir esasında. İlginç
olan gidenler yüreklerinde yaşatsa da Bafralılıklarını, duygusallığın ötesine
geçmemiş, Gelenler ise tam olarak Bafralı olamamışlar.
Bolluk ve bereket içerisinde sürdürülen yıllarda
geleceğe yönelik atılmayan adımlar, sorunlar karşısında bulunan lokal çözümler
ve beklentilerin toplumsallıktan uzak kişiselliğe vurulduğu anların sonucu
olarak yaşanan tıkanmalar kendini iyice hissettirdiği 60’lı yıllar ve sonrası;
Bafra’nın kaderi olarak değerlendirilebilir. Mecazen lale devri olarak isimlendirdiğimiz
bu iki dönem, günümüzde kaybediliş olarak algılansa da, ders çıkarılması
açısından ciddi bir vesikadır.
“Başka Bafra Yok” söylemi popülist bir lakırdı
olmaktan öte hissedildiğinde benliklerde, Tüm sinerjisi ile üzerine düşenin
yapıldığı anlarda, Çalınan kapılan kızın tayini, oğlun işi, damadın atanması
olarak değil de Bafra’nın çocuklarının geleceğine yönelik olması asıl önemli
olan. Düşüncelerini, dizelerini, yazılarını, heykellerini, resimlerini ürettiği
her neyse benimseyin ya da benimsemeyin en azından insan olduğundan ötürü saygı
gösterilmesi gerekmiyor mu? Yoğunlaşmış emeğin değerinin ayarında olmaktan söz
ediyoruz. Bizim toplumsal yapımız, binlerce yıldır yaşadığımız çelişkilerden
dolayı kara mizah kültürüne çok yatkındır.
Biz genelde kaybettiklerimizin sonradan farkına
varırız. Çoğu kez düşüncelerimizi paylaşmadığımız için, söyleyeceklerimizi en
başından söyleyemediğimiz için yara alırız derinlerde bir yerimizden. Hep sona
yaklaştık mı korkarız bir şeylerimizi kaybetmekten. Kendi kendimizi sorgulamaya
işte o zaman başlarız. İşin işten geçmesinin bir diğer adıdır pişmanlık.
Telafisi mümkün olmayan bir iç çekiş bırakır ki ardında, her şeyin ilacı
denilen zaman dahi silemez izlerini.
Artık değerlerimize sağlıklarında kadir bilirlik
göstermenin zamanıdır diye düşünüyorum. Her değerimizi toprağa verdikten sonra
fark etmiş gibi yapmaktan vazgeçmenin zamanı gelmedi mi? Aksi takdirde karısını
öldürüp yeni yaptırdığı evin temeline gömen adamın “Evi benim üzerime yap dedi”
itirafındaki içtensizliğine benzer olmaz mı pişmanlığımız.
/Birol BİRCAN
15.12.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder