Devrim Lisesi Elli Yaşında (ŞEHİT AHMET ALTUNOĞLU 100.
YIL LİSESİ)
Geçmişinizle ilintili bir yere/mekâna yürümek,
kendinize yürümekle eşdeğerdir. Yaşamış olduğunuzu hatırlar ve de
hatırlatırsınız bu sayede. Sadece nefes almaktan ibâret olmaktan çıkarır bu
durum hayatı.
Geçmiş, aslında sadece geçmiş (mâzî) olduğu için
güzeldir. Zımparadan zırhından, yarayla, bereyle geçtiğiniz ne varsa, geçmiş
olduğunda, geçmişte kaldığında, tatlı bir hatıra olarak sâkinleşir;
sâkinleşebilir…
Çocukken ve de ilk gençliğimdeyken yürüdüğüm bu
yolu, şu an tırmanıyorum; resmen bir tırmanma şu anki yürüyüşüm. Kulaca Caddesi
bu kadar dik miymiş?
Okuluma, Devrim Lisesine, aslında bir nevi evime,
kendime, en eski kendime… Yokuşu çıkıyorum.
Okulumun tam karşısına, sanki çocukların içi
kararsın diye yapılmış, berbat, turuncusu ishal neticesi rengine dönüşmüş bir
binâ… İki dinamit bulup yerle yeksân etse insan, sevâba bile girebilir. Pazar
yeri olduğu hâlini hatırlıyorum oranın; daha güzeldi... Binâya iyi dileklerimi
sunup, bahçeye dalıyorum. Ve elbet, bahçe kapısından geçerken, içeri girerken,
dalarken bahçeye, ben de dalıyorum eskiye, epeskime…
Aynı. Her şey değişir, aynı değildir; elbet öyle.
Fakat anlaşılır bu cümle: Aynı. Sağ tarafa yiyecek çadırları kurulmuş. Çadır
dememin sebebi, stand/stant kelimesi nasıl yazılır bilemediğimden. Yiyecek
kuponu alıp, ev yapımı börek dilimlerini, güpgüzel dolmaları diziyorum plâstik
tabağıma. Siz elinizi kirletmeyin diyerek tabağımı dolduran güleç yüzlü,
ayparçası kızımın gülümsemesini de yere göğe sığdıramam…
Sol tarafta, eski askerî bayramlarda gördüğünüz bir
protokol yeri. [Bahçe girişinde, giriş fişi kesenleri atlatıyorum] Ekâbirlere
ve okulun eski öğretmenlerine ayrılmış. Ön sırada oturan komutan, bizim okuldan
mezun sanırım. Sağolsun, o da icabet etmiş davete. Ve tanış kimse yok etrafta.
Tanış biri, böyle durumlarda bir sığınaktır benim için.
Protokol kısmının yan tarafında, güneşin alnına
koyulmuş sandalyeler var. Burası sanırım normal insanlar için. Güneşten
faydalanmak, en fazla normal insanlara nasip olur; ne güzel… Oradan biri el
ediyor. Bizim Burak (Burak Can Durgun). Başka zaman olsa, ben de el edip
geçebilirim. Fakat bunca ıssız bir bahçede, kurtarıcı gibi geliyor bana; yanına
gidip, eliyle temizlediği sandalyeye oturuyorum. Her ihtiyar gibi okul
hatıralarıma başlıyorum. Elbet her ihtiyar gibi uzun konuşmuyorum, sıkmamak
için ayarlıyorum cümlelerimi; kısa kesiyorum. Ve anlıyorum ki artık deniz
görünmüyormuş okulun en üst katından. İçim katlanıyor bunu anladığımda; belli
etmiyorum elbet denizi kaybetmiş gibi olduğumu…
Okul Müdürü (Sayın Bayram Kahraman) açılış
konuşmasını eda ediyor. Elbet saygı duruşu ve marştan sonra… Konuşmacıları (en
şöhretlilerimizi mezunlardan) çağırıyor mikrofona. Bir konuşmacı çocuklar,
susun, susun, susun; bakın siz de benim gibi büyük adam olabilirsiniz
çabalarsanız meâlinde bir cümle kuruyor. Amca ya, kısa kes de şarkı dinleyelim
diyor çocuklar. Haklılar. Sus da şarkı dinleyelim büyük adam. [Fırsat bulup,
Doğan Akçagöz Hocamın ellerini öpüyorum. Panoda, onun arşivinden alınmış
fotoğraflar var sadece. O bizim, hiç emekli olmayan tek öğretmenimiz demek ki]
Okul aile birliği başkanı Şeref Atalay Beyefendinin
ikna ediciliği, o tatlı dili olmasa, asla giymem mümkün olmayan cübbeyi ve de
–diploma törenlerine has- şapkayı giyiyorum; mezuniyet pastası kesiyoruz. Oysa
diplomamı almaya bile gelmemiştim; ülkemin karmakarışık olduğu o günlerde.
Pastayı keserken, o günleri de kesip atıyorum; büyük ihtimal bunu yapıyorum…
[Pasta kesmeye inerken merdivenlerden, kırmızı bir kurdelenin üstünden
atlayarak geçiyoruz. O kırmızı kurdelenin sırrı, sonra ortaya çıkacak]
Ve nihayet, hep beraber, protokol ehli, biz
mezunlar ve normal vatandaşlar, o kırmızı kurdelenin kesilmesiyle, asla fark
etmediğim resim sergisinin açılışını gerçekleştiriyoruz. Merdivene, geçişi
engellemeyecek şekilde dizmişler resimleri. Sanatçı çocuklar da resimlerinin
başında… Gözlerinde, emeklerinin görülecek, görünecek olmasının ışığını fark
ettiğimde, böyle kıyı bucak yerde olmalarından üzüntü duyuyorum. Arada,
herhangi bir şey/herhangi bir yer gibi burası. Oysa bahçenin kalbi asıl burada.
Resimler, hem onların çocuksuluğunu, hem de
içlerinde yatan aslanı -yeteneklerini yani – yansıtıyor. Bir Mevlevi resmi.
Taştan bir köprü. Arkasında güneş –ya da bana güneş gibi geliyor- olan bir at.
Tanıştığım bir ressamın tarif ettiği (sanırım Anıl Kaplandı) ve fakat benim
cesaret edip bakmadığım bir resim: Saçları şelale olan bir kız… Niye
bakamadığımın hikâyesi de bana kalsın. Vardır herkesin ömrü hayatında, öyle
şelale gibi akan, çağlayan gibi saçlı… Neyse… [Buruk bir hisle, o resimlerden
birini, hatta tümünü alacak kadar param olmadığına hayıflanıyorum]
Anıl Kaplan, Fatih Memu, Esra Karakaya, Aygül
Semiha Türkel, Burak Yıldız, Caner Erdem, Yıldız Karabiber sanatçı dostlar; o
resimlerin sahipleri… Burak (Burak Yıldız), elbet bana kalırsa, karikatüre de
yönelmeyi denemeli. Çünkü yaptığı çizgi kahraman (Road Runner) resmi, sanki
bunun işaretçisi. Hepsinin emeklerine en derin saygılarımı sunuyorum. Ve hatta
kelime bulamıyorum; Allah biliyor ya yüreğinize sağlık falan da demek
istemiyorum; pek hazzetmemiyorum o sözden, epey yıprandığı için… Elleriniz dert
görmesin diyeyim. Keşke yemek dizilmiş masalar yerine, okul girişine koysalardı
serginizi.
Babasının tüm iyi özelliklerini taşıyan Levent
Atalay sayesinde, onun mihmandarlığıyla tanışıyorum elbet ressam sanatçılarla.
Levent, Şeref Atalay Beyefendinin oğlu. Elbet yetiştirmenin etkisi var, vardır;
fakat yetişen de yetişmeye uygun. Belirtmek lâzım…
Bahçeyi, benim sözlerini anlamadığım –ve fakat –
tüm o küçük yüreklerin, kızlı erkekli hep bir ağızdan söyledikleri,
söylenmesine dâhil oldukları şarkı kaplıyor.
İki eskimeyen/kadim dost, ben ve Hasan Hüsnü Bayar,
demir kapıdan geçip, iniyoruz Kulacadan…
Mühim Not: Upuzun bir yazıyı bu kadar
kısaltabildim. Hüzünlü cümleler vardı, onları budadım. Eğlencenin, askerî
törene dönüşmüş hâline yergi vardı, onu da budadım. Ve Anıl Kaplanla Burak
Yıldızın adını karıştırmışım gibi bir hisse kapıldım. Eğer böyle olduysa,
ikisinden de özür dilerim. İlaveten; okulumun bir önceki müdürü Namık Karaman
Beyefendiye de teşekkür ederim. Hem üşenmeden geldiği için hem de dostane tavrı
için. Şeref Atalay Beyefendiye zaten teşekkür cümlelerim yetmez; sağolsun…
/Ahmet Ufuk
ERKAN
29.05.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder