3 Ocak 2014 Cuma

Sıddık Akbayır ile Söyleşi-1a


Sıddık Akbayır’la ‘kitap, hayat, edebiyat’ üzerine Otuz iki kısım tekmili birden bir ‘söyleşi-sınav’


Söyleşi: Dolunay Ünal

Söyleşi örnekleriyle dolu edebiyat dergileri, çok da güzel şeyler var içlerinde, her söyleşi yapan da özgün olanın peşinde. Böyle olunca da yaratıcılık zorluyor mu nedir, bilemiyorum. Tanıştığım ilk günden bu yana daha doğrusu 'Edebiyat Karın Doyurmaz Çay İçirir'i  [Sonraki baskısında adı Bir Fotoğrafınız da Bende Kalmış olarak değişen kitap] okuduğum ilk andan beri yazarla söyleşi yapma hayalini kurup durdum. Çünkü o kadar sıra dışı ve o kadar zekice bir özgünlük vardı ki karşımda, ben de bize oynadığı oyunla karşılık verip onu sırayla 'Vize', 'Final' ve 'Bütünleme’ye sokup terletmek istiyordum. (Çünkü Akbayır'ın kitabında böyle bir bölüm de vardı.) Sağ olsun zekâsı kadar da alçakgönüllüdür sevgili Sıddık Akbayır.

Pırıl pırıl bir nisan sabahı, kanına girdik sevgili Murat Karacan'la ve sınavı temiz havada yapmaya karar verip, hocayı alarak sahilde salaş bir çay bahçesine kapattık. "Hocalar da terler!" tezimi de ispatladığım için ayrıca mutlu oldum.

Çay ve sigara 'serbest' komutumla başladık sınav söyleşiye. 'Klasik mi çoktan seçmeli mi hocam?' diye sorduğumda o her zamanki kendinden emin ve aynı zamanda çocuksu zekâ pırıltılarıyla dolu gözlerini kaçırarak 'hoca' modunda bir yanıtla, boğazını temizleyen bir öksürük selamından sonra, 'Buyurun, bugünlük hoca sizsiniz.' diyerek, yine kıvrak bir manevrayla hocalığı ele almış oldu aslında. Bu adamın zekâsıyla baş etmek cidden zor derken, sevgili Murat, kamerasıyla en uygun ışığı bulma uğruna ter döküyordu... Hâlâ anlamış değilim sınavda olan kimdi?

Vize sorularından başlayalım-, (Kolaycılık yok) sınav başlamıştır, soruları dikkatle okuyarak yanıtlayın, yanıtlamaya istediğiniz sorudan başlayabilirsiniz. Kaç yanlış, kaç doğruyu götürürü hayat sürekli öğrettiği için ben burada artı bir açıklama yapmak istemiyorum. Soruları boş bırakmayın, yeteri kadar boşluk var yüreğimizde. Edebiyat karın doyurmayıp çay içirdiği için, sınav sırasında tost yemek de serbest (bu arada sevgili Murat'ın gözleri parladı, iki tost çift kaşarlı, bol hüzünlü).

Başarılar...

VİZE

BİR: Sıddık Akbayır kim? [Not: Ruhunuzdan kopya çekmek serbest...]

Bu sorunuzun yanıtını, sanırım nüfus kütüğü bağlamında yanıtlamamı beklemiyorsunuz. Sıddık Akbayır, benim gözümde, sadece 'bir okuryazar.' Ancak, daha fazlasını benden değil, bir dostumun, nesnelliğine her zaman güvendiğim Bekir Şakir Konyalı’nın kaleminden aktarmak isterim. Ruhumdan olmasa da bir arkadaşımdan kopya çekeyim müsaadenizle:

Yaşamını türk yazın ve kültürüne adamış münzevi olmayan bir tozlu raflar işçisi
O biir, Chomsky ya da Saussure… değil
O biir, Nâzım, Necip Fazıl, Ece Ayhan…. değil.
O biir, Berna Moran, Fethi Naci ya da İlhan Berk… değil
O biir, sayılı ekol ve kişilerin, rahle-i tedrisine oturmuş çalışkan, acar, paylaşımcı, kışkırtıcı bir araştırıcı yazar.

Gelin ona edebiyatı magazinleştiren adam diyelim dolayısıyla popülist, dolayısıyla tu kaka. Peki o zaman,

Edebiyatı, disiplinlerarasılık, metinlerarasılık bağlamında araştıran, buluşturan, sentezleyen, uygulayan çalışmalarını, ya da Bilimin öncül gereği olan literatür tarama konusunda göz kamaştırıcı çabasını, ya da Elde ettiği verileri sentezleyen eklektik yazılarını, ya da Modern eleştiri kuramlarını da yanına alarak yola çıktığı eser çözümlemelerini, ya da Edebiyat öğretmenliğinin de getirdiği duyarlılık ve görev bilinciyle “çoklu zekâ kuramları”nı da yedeğe alarak eğitime dönüştürdüğü çalışmalarını nereye koyacağız?

“İşte bu.” dediğinizde başkası da olabilen “Madem öyle gel böyle” iddiasıyla karşımıza çıkan bu adam için ne diyeceğiz? “O mu bu mu”, moda bir söylemle belki de “hem o, hem bu” O yüzden onu bir yere koymaktansa ondan sadır olanlar ne işimize yarar? Sorusuna cevap arayalım:

Edebiyat eğitimi yazıları öğretmenler ve öğrenciler için ihtiyacı olanları derli toplu bir halde bir araya getirmiş kaynak kitap olabilir pekala. Oluyor da.

Kitabını yazarken bir taraftan da yapan (elindeki ürünü pazarlama ve markalaştırma kaygısı da taşıyan) -kim bir reklamcının zekâsını küçümseyebilir?- 32 çınarın bir resm-i geçitle önümüzden geçtiği son kitabı özelinde oluşabilecek itirazları da yedeğe alan birtakım faydaları sıralayalım şimdi de:

Kitaba, edebiyatın magazini gözüyle bakanlar, kimi bilinen kimi onun çabalarıyla gün yüzüne çıkartılan Türk Edebiyat ve sinema tarihine yön vermiş simaların kıyıda köşede kalmış yaşam hikâyelerini okuyarak bu kişilerle ilgili bilgilerini güncelleyebilir ya da bu bilgiler kişide okuma isteği uyandırabilir. Magazini seven toplumumuzun genlerine, sanata açılan bu müdahale, onları sanat(kâr) sevici kılabilir.

Edebiyat tarihçileri bilgilerini güncelleyebilir.

Sosyologlar, anlatılan kişilerden hareketle, kişilerin yaşadığı dönemin sosyo-kültürel yanlarının resmini çizebilir.

Bu ve buna benzer olasılıkları içinde barındıran çalışmalarıyla insan ve toplum alacası içinde kendine göre, kendince bir ark açan, ele aldığı kişileri bir vefa ve değerbilirlikle sayfalarına konuk eden yazarın, sıcak, sokulgan bir dille kaleme alınmış yazıları popülerlikle klasiğin yol ayrımında okurunu bekliyor."


İKİ: Neden Samsun'dasınız?

(Gülümsüyoruz, Karadeniz'e doğru bir yudum alıyor çayından...)

Erdem Bayazıt'ın şiir kitabının adı, ‘Sebeb Ey’ geldi bir anda aklıma. Geldiğim yere dönemediğim için Samsun'dayım. Hayata, kuzeyden, suyun kıyısından bakmaya (ç)alışıyorum.

ÜÇ: Edebiyat ve çay? Yoksa, Erzurum ve çay mı demeliydim?

Bu soruda not defterimden kopya çekmek istiyorum. Günlük karalamalar... Okuma notları...

(Hocamı tanıyıp da aslında Erzurumlu olduğunu öğrendiğimden beri merak ediyorum, neden Samsunlu gibi davrandığını, Samsun için yaptıklarını düşünüyorum "55 NOKTA KUZEY" adlı  Samsunlu  55 sanatçıyı tanıttığı çok renkli eseri ve işi daha da ileri götürerek yerel yönetimlerden birinin sanat danışmanlığını üstlendi. Her gün gri somurtkan yüz görmekten usandığımız reklam panolarında "Samsun Sanatçısını Tanıyor" adı altında Vedat Türkali'nin, Yılmaz Elmas'ın, Vüs'at O. Bener'in, Erdoğan Alkan'ın gülen yüzüyle karşılaştık bir sabah. Bence hocam Samsun'u seviyor.)

"Çayevlerinden birindeyim. Yorgun yüzlü, bezgin bakışlı, yoksul duruşlu, iki temizlik işçisi, yaşlı birkaç kişinin bulunduğu çayevinin tahta sandalyelerinden birinde oturdum. Yüzümü, sigara dumanıyla karışık bir sıcak hava yaladı. Sabahın ilk saatle¬rinde, boş mekânların yaşlı müşterileri sabah namazından sonra sözün dem aldığı, hayatın solunduğu bu çayevinde güne başlıyorlar. Sabahın demli çaylara usulca indiği saatler... Çay içmelerindeki edaya, onunla gelen söze, sohbete, sözün mührünü çözmelerindeki hünere hayran olmamak imkânsız. Dışarıda kar yağıyor. İçerde, çayın ve sözün buğusu... Bir şehre bağlanmak, bir bardak çaya bağlanmak gibi..."


DÖRT: Uzun Samsun?

(Bu arada, Akbayır'ın günde iki paket Uzun Samsun içtiğini söylemem gerek. Samsun'da, Akbayır'ı tanıyan herkes biliyor 'Uzun Samsun'a yakılan sessiz türküyü…)

Böyle bir soru beklediğim için hazırlıklıyım. Ali Ayçil'in 'Uzun Samsun İçenler Aşireti' adlı yazısını yanıma aldım bile. Bakın ne diyor Ayçil: "Benim için bu ülkenin en garip, en yalnız, en içli aşiretini uzun samsun içenler oluştururlar. Aralarında bir kan bağı, kâğıda dökülmüş bir yasa, ortak bir mekân ya da coğrafi bir aidiyet olmasa da, onlar, bütün hayatlarının kendilerini birbirine tutuşturduğu tuhaf bir ruh akrabalığının mensubudurlar. Her nerede yaşarlarsa yaşasınlar tavırları, edaları, tarzları acayip bir biçimde benzerlikler gösterir. Tütünün, çubuktan, tabakadan, Gelincikten, Harmandan savrula savrula gelip yerleştiği en güvenilir dudak, bu sağ¬lam delikanlılara aittir. Nikotin hiçbir yerde, onların içlerinde olduğu kadar bayram yapmamıştır. Dumanı en iyi onlar üfürmüş, parmaklarını en çok onlar sarartmışlardır. Cepleri az buçuk para görünce hemencecik marka değiştiren zıpçıktıların, tiryakiliğin kanununu lekeleyen tıyneti, onlarda zerrece yer etmemiştir. Uzun samsun içenler için hayatta karşılaşılabilecek birkaç büyük ihanetten birisi, tiryaki yoldaşlarından birinin, içtiği sigaranın markasını değiştirmesidir. Samsun, Kurtuluş Savaşı' da ne kadar önemli bir yer tutuyorsa, uzun samsun da onların hayatında neredeyse o ölçüde yer tutar." Ayçil sayesinde, bu sorudan da geçtim sanırım.


BEŞ: Hocalık, sürekli çalışmak, araştırmak ve sürekli okumak dışında eş ve baba Sıddık Akbayır'a ne kadar zaman ayırıyorsunuz?

İyi bir okuryazar olmaya çalışırken kötü bir 'baba', kötü bir 'eş' olma tehlikesiyle karşı karşıyayım. Acil önlem gerek...


ALTI: Sizi sürekli bir şeyler araştırıp okurken görüyoruz, hayata böyle mi yanıt veriyorsunuz?

Sanırım bir tercih meselesi... Ya da yapabilecek daha anlamlı bir uğraş bulamama sorunu...


YEDİ: Tüm bunların dışında, şiir ve siz? Biliyoruz ki şiir hepsinden öte yüzünüz¬de bir yerlerde, gözlerinizde dolaştığını görüyoruz, 'şiirden öte köy var mı hocam?' (Bu soru 100 puan)

Edebiyatla sanatla ilgilenmek bile başlı başı¬na 'şiir'... Şairlik, haddimi aşan bir unvan...


SEKİZ: Dergilerde şiir çözümlemelerinizi görüyoruz, kimseye iltimas yok 'şiir' denilince, ama hakkı olana da hakkını veriyorsunuz. Neden bu titizlik şiirde?

Yapmaya çalıştığım işe bir saygının yanında, 'şiire olan saygı' diyebilirim.


DOKUZ: Şair ve şiir enflasyonu konusunda söz almak ister misiniz?

Küçük İskender, "Türkiye'de insanlar yazma eylemini ne kadar çok seviyor, bu eylemin şiirle, şairle, okurla ilgisi yok. Hatta tam tersine, şiiri bilmediği, şairi tanımaya yanaşmadığı için, kısaca, basit ve bir çırpıda yazılabilen, okunduğunda da Vay be, ne duygusal şey olmuş, okudum ve hislendim' tepkisini doğurabilen bir laf ve ruh salatası muamelesi gördüğünden, hobi tadında algılandığından olsa gerek bu. Var olması şart beceri dikkat çekmiyor çünkü. Bir resim ya da karikatüre benzemiyor: Orada çizmeyi istediğiniz şeyi çizemediğinizi görüyorsunuz. Dışınızda oluşuyor eser. Acemiliğinizi, yeteneksizliğinizi fark ediyorsunuz. Bir müzik aleti çalmak da öyle, kulağınız ortadaki seslerin kötülüğünü size kanıtlıyor. Tiyatro, sinema gibi ekip işle¬rine hiç gelemeyiz; heykelle de kim uğraşacak. Ama şiir öyle mi: Bir kalem, bir kâğıt yeterli. "Yazdım, şiir oldu" küstahlığı ile her yer vıcık vıcık şiirciksilerle dolu. Hakiki şiirseverler de soğuyor bu kalabalıkta. Balık akını kıvamı.

Doğal geliyor şiir, Türk insanına. Hemen herkesin yazabileceğini sanıyor. Herkesin yazabileceği, yapabileceği bir şeye de para verip satın almak, salaklıkmış gibi hissedi¬yor; şiir kitapları da bu yüzden satılmıyor." diyor.

k. İskender'e katılıyorum.

İstatistiklerin; şairlerin bile diğer şairleri okumadığını gösterdiği bir ülkede, nitelikli şair sayısının nitelikli okur sayısının önüne geçtiğini söylemek neyi ifade eder ki?


ON: Bir dize söyleyin hocam, içinde yelpazeniz açılsın. Bir şair söyleyin hocam, içinde şiir olsun.

(Çantasından bir kitap çıkarıp altını çizdiği birkaç dize okuyor. Buradan çok not kırarım hocam', diyorum, 'Yeter ki şiir kırılmasın.' diyor.)

Bir şiir:

bak benden tütüyor eski kışların bacası konuştuklarımız değil -sustuklarımız doğruymuş o gece
bazı gazellerin kahrıyla büyüdü-içimdeki çukur eklendiğimiz divânda dibace eksik
Kemal Varol’dandı.

Bir şiir daha:

geçiyordum yokluğuna uğradım nâ / umutsuz bile değilim/ senin bezdiğin yerler benim agoralarım / seni unuttuğumu bile unuttum
Bu dizeler de K. Celâl Gözütok'tandı.

Bir şair: A. Cahit Zarifoğlu... İlk harflere dikkat...

Bir şair daha: Edip Cansever, hem edip hem cansever dikkat...

-Devam Ediyor-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder