1 Ocak 2014 Çarşamba

Samsun Öğretmenleriyle Konuşma




Saygıdeğer Hanım, Saygıdeğer Beyefendiler!

Bu çay ziyafetini düzenleyenlere özel olarak teşekkür ederim. Bu neden, beni Samsun’un çok aydın bir yerinde bulundurmuş oldu. Bu nedenledir ki yine beni, beyinleri ilim ve fen ile süslenmiş olan kıymetli insanlardan oluşmuş bir heyetin önünde, çok mutlu etti.

Efendiler!

Dünyada her şey için; uygarlık için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir; fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki devrelerinin olgunlaşmasını kavramak ve yükselişini zamanla izlemek şarttır. Binlerce sene önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra bugün olduğu gibi uygulamaya kalkışmak, elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. Çok mutlu bir duygu ile anlıyorum ki; söz söylediklerim bu gerçeklere erişmişlerdir. Mutluluğum artıyor. Şöyle ki söz söylediklerim, öğretim ve eğitim altında bulunan yeni nesli de gerçeğin ışıklarıyla doğuşuna sahip olacak şekilde yetiştireceklerine söz vermişlerdir. Bu, hepimiz için övünmeye açık bir noktadır.

Saygıdeğer Efendiler!

Kız kardeşimiz Hanımefendi ve ondan sonra açıklamada bulunan saygıdeğer duygusal arkadaşlarımız, uzak geçmişi çok güzel göstererek açıkladılar. Yakın geçmişin acılarını da, gerçekten kalpleri durduracak şekilde belirttiler. Bu sebeple, bana yönelik çok güzel sözler söyleme inceliği gösterdiler. İçten gelen bu güzel sözlerden dolayı şüphesiz çok mutluyum, duyguluyum ve onlara teşekkür borçluyum. Yalnız sizden olan bir kişiye, sizden fazla önem vermek, her şeyi bir milletin ferdinde toplamak, geçmişe, bugüne, geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir sosyal çalışma heyetinin açıklamalarını, böyle yüksek bir toplantı meclisinin alçak gönüllü bir ferdinden beklemek elbette ki uygun değildir ve gerekli, değildir.

Saygıdeğer kardeşler!

Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan sevgi ve saygımdan dolayı, önünüzde gerçek bir noktayı açıklamak zorundayım. Vatandaşlar, herhangi bir kişiyi istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, çocuğunuz gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, millî varlığınızı bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir kişiye, herhangi bir sevdiğinize vermeğe yöneltmemelidir. Bunun tersine hareket kadar büyük hata olamaz. Bir millet için, bir millet varlığı, bir millet şerefi ve onuru, bir millet büyüklüğü için bu kadar büyük bir yanlış olamaz.  Ben ait olduğum büyük milletimin böyle bir hatayı artık beklemeyeceğine tam güvene sahip olmakla huzurlu ve rahatım.

Arkadaşlar, ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler bundan beş, beş buçuk sene önce milletin gerçek vatanını, ümitsiz felâkete düştüğü zaman, vicdanca, namusça, şahsen sorumlu oldukları görevi yapmak durumunda kaldılar. Bunu doğal olarak yapacaklardı. Yapmaları zorunluydu. Millî namus gereğiydi. Ben bu kutsal gerçeklerin dışında hareket edebilir miydim? Efendiler! Elbette edemezdim. Türk milletinin hiçbir ferdi, bu gereğin dışında hareket edemezdi efendim. Ben, elbette bu üzücü manzara karşısında yüreğimin isteklerine karşı, millî namusumuza aykırı hareket edemezdim. Ait olmakla gurur duyduğum büyük milletin yüksek kişiliğine elbette aykırı hareket edemezdim. Bence aitliğiyle gurur duyduğum milletin hiçbir ferdi, bu namus gereğinden asla sapmamıştır. Eğer bundan farklı gösterilenler varsa, emin olunuz yüce namuslu vatandaşlar, onların kalp ve vicdanı güzellikten hiç esinlenmemiş, kapkara alçak vicdanlardır.

Efendiler!
Bizim milletimiz derin bir geçmişe sahiptir. Milletimizin hayat hikâyesini düşünelim. Bu düşünce bizi elbette yedi yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden, çok yüz yıllık Selçuklu Türklerine ve ondan önce bu devirlerin her birine denk olan ne büyük Türk devirlerine kavuşturur. Bütün bu zamanlara dikkat ediniz Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatını unutmuş; nereden geldiği belirsiz birtakım başkanların akılsız aracı olmak durumuna düşmüştür. Türk milleti kendi benliğini, kendi aklını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve varlığıyla herhangi bir amaca, sonucu alçaklık olan, esirlik olan karşılıksız köle olmaya giden değersiz bir hedefe sürüklenmiştir. Millet ne yazık ki bu yanlış durumu çok sürdürdü, bu yüzden her türlü yoksulluklara ve esirliklere düşmekten kendini kurtaramadı. Bütün bu sıkıntıların ve aldıkları millî olmayan eğitimin gereği olduğunu fark etmeksizin, sağlam bir eğitimin eseri olduğu düşüncesiyle kararını uyguluyordu. Eğitimin temeli, eğitimin amaç ve anlamı çok büyüktür. Bu konudaki yol yanlış ise ve koskoca bir millet önem ve güven duyduğu kitaplardan; kutsal kitaplardan işaret göstererek rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürlerse ve bu yürüyüş yönü kendilerini yokluğa düşürürse, suç bu yönü izleyen temiz, iyi huylu, özverili, rehberine güvenen çaresiz halktan fazla, rehberlere ait değil midir?

Efendiler!

Söz söyleyen arkadaşlarımızdan biri bana nereden esinlendiğimi ve güç aldığımı sordu. Bu soruya kısa bir cevap vermek isterdim. Diyebilirim ki, bugünkü uyanmayı, düne, geçmişe borçluyuz. Herhalde babalarımızın, analarımızın, yetiştirdiklerimizin ruh ve akıllarımızın açılımında verimli etkileri vardır. Gerçi biz, belki burada bulunanların hepsi, dünyaya geldiğimiz zaman bu topraklar üzerinde yaşayanlarla beraber, yok edici bir baskının pençesi altındaydık. Ağızlar kilitlenmiş gibiydi. Öğretmenler, eğitmenler yalnız bir noktayı beyinlerde yerleştirmeğe zorunlu tutulmaktaydı. Benliğini, her şeyini unutarak bir maddeye boyun eğmek, onun kulu, kölesi olmak. Bununla beraber hatırlamak gerekir ki, o baskı altında da, bizi bugün için yetiştirmeğe çalışan gerçek ve özverili öğretmenler, eğitmenler eksik değildi. Onların bize verdikleri verim, elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir kişiye rastladım. O, benim ortaokul birinci sınıfında öğretmenimdi. Bana henüz ilk şeyleri öğretirken gelecek için ilk düşünceleri de vermişti. Efendiler, açıklamak istiyorum ki; ilk ilham ana-baba kucağından sonra okuldaki eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır. Bu esinlenmenin açılımının gerçekleşmesi, millet ve memlekete hizmet edebilecek güç ve kabiliyetin kazanılması için millet ve memlekete büyük, derin ilgi oluşturan düşünce ve duygularla her an desteklenmek gerekir. Bu düşünce ve duyguların kaynağı memleket ve millettir. Milletin ortak istek ve gönlüne dokunmak ve onun gereklerine varlığını yöneltmeyi, kanun hareketi bilmek, gerçek yolda yürüyebilmek için tek kuraldır. Bir milletin birliğinde hâkim olmak, gereklerine uymak milletin ortak isteği ve düşüncesidir. Bir insan memleket ve milletine yararlı bir iş yaparken, dikkatinden bir an uzak bulundurmamağa zorunlu olduğu kural; milletin gerçek isteğidir.

Bundan dolayı Efendiler! Arkadaşımızın sorduğu esin ve güç kaynağı, milletin kendisidir. Milletin ortak isteğini, genel düşüncesini olduğu gibi inkâr edenler de vardır. Bu gibileri hepiniz çok duymuşsunuzdur. Memleketimizin ve milletimizin başına gelmiş olan bunca felâketler hiç şüphe etmemelidir ki, bu yanlış insanların memleketin geleceğini ve yönetimini ellerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir.

Efendiler! Bir toplumun mutlaka ortak bir düşüncesi vardır. Eğer bu her zaman açıklanamıyorsa, onun varlığına baskı yapılmamalıdır. O uygulamada mutlaka vardır, varlığımızı, istiklâlimizi kurtaran bütün fiiller ve hareketler, milletin ortak düşüncesinin, isteğinin, kararının yüksek oluşumunun eserinden başka bir şey değildir. Arkadaşlar, bugün vardığımız sonuç, şüphe yok, çok mutluluk verici, ümit vericidir. Fakat bu mutluluğu saklı tutabilmek için, ümitleri uygulama sahasına koyabilmek için bundan sonra dikkat edilecek noktalar da çoktur. Son söz söyleyen Hoca Efendinin açıklamasından esin alarak söyleyeyim ki, en önemli, en gerçekçi nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir millet halinde yaşatır; ya da bir milleti esirlik ve yoksulluğa düşürür.
Efendiler! Eğitim kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman, herkes ona kendince istediği bir anlayışa bağlar. Ayrıntıya girilirse, eğitimin amaçları çeşitlilik kazanır. Örneğin dini eğitim, millî eğitim, milletlerarası eğitim... Bütün bu eğitimlerin amaçları başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyeti’nin yeni nesle vereceği eğitimin, millî eğitim olduğunu kesinlikle açıkladıktan sonra diğerleri üzerinde durmayacağım. Yalnız gösterdiğim anlamı kısa örnekle açıklayacağım.

Efendiler! Yeryüzünde üç yüz milyonu içine alan müslüman vardır. Bunlar ana, baba, hoca eğitimiyle eğitim ve ahlâk almaktadırlar. Fakat ne yazık olayın gerçeği şudur ki, bütün bu milyonlarca insan grupları şunun ve bunun esaret zincirleri altındadır. Aldıkları manevî eğitim ve ahlâk onlara bu esirlikten kurtulabilecek insanlık becerisini vermemiştir, veremiyor. Çünkü eğitim amaçları millî değildir.

Efendiler! Millî eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık bir yol karışıklığı kalmamalıdır. Bir de millî eğitim gerçekleştikten sonra onun dilini, metodunu, araçlarını da millî yapmak zorunluluğu tartışılmazdır. Millî eğitim ile açılmak ve yükseltilmek istenilen genç beyinleri, bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, gerçek dışı fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle kaçınmak gereklidir.

Hoca Efendi bu düşüncesini açıklamak için “Vettinî vezzeytûni ilâh...” âyetini kendince yorumladılar. İncir ve zeytin çekirdeğinden kanun çıkardılar. Birindeki bolluğu diğerindeki birliği gösterdiler. Âyetin anlattığı bu mudur? Değil midir? Bir şey demeyeceğim. Yalnız bu gezim sırasında, tesadüf eseri, bu âyetin anlamını ben diğer bir Hoca Efendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar düşünceye gerek olduğunu söyledi. Ömrünü okullarda din ilmini öğretmekle geçiren bir kişi, bir kitabın bir satırını Türkçe açıklamak için böyle bir istekte bulunursa millet, ne desin? Onun için Efendiler! Genç neslin beynini yormadan onun her şeyi almaya ve benimsemeye uygun yüzü, gerçeğin izleriyle süslenmelidir.

Saygıdeğer Efendiler!

Bu toplantıda söylenen sözler o kadar duygulanmama, etkilenmeme neden oldu ki, kulağımda o kadar ilâhi bir ses oluşturdu ki, bunu bozmamak için bir kelime bile söylemek düşüncesinde değilim. Fakat varlığınızın ruhumda oluşturduğu duygulanma beni düşüncelerimi açıklamaya yöneltti.

Beni dinlemek zahmetine katlandığınızdan dolayı hepinize teşekkür ederim.

/Mustafa Kemal ATATÜRK
22 Eylül 1924
Hâkimiyet-i Milliye: 25.09.1924
Samsun İstiklâl Ticaret Okulu’nda öğretmenler tarafından verilen çay ziyafetinde



Samsun İstiklâl Ticaret Okulu'nun Tarihçesi...

1912’de yapımı tamamlanan (günümüzde Atatürk Anadolu Lisesi) binada 1912-1913 ders yılında eğitim öğretime başlamıştır. Okulun ilk müdürü Şemsettin Beydir. 1914 yılında Birinci Dünya savaşının çıkmasıyla Ticaret İdadisinin bulunduğu bina Askeri Hastaneye çevrilmiş, Ticaret İdadisi de Sultaniye çevrilmiştir.

1921 yılına gelindiğinde Samsun’da yabancı dili de öğretmek ve yabancı okula gereksinim duymamak gayesi ile “ İstiklal Numune Mektebi “ adıyla Özel İdare tarafından beş sınıflı bir ilk okul açılmış, öğleden önce Türkçe, öğleden sonra Fransızca öğretime başlamıştır. Ücretli olan bu okula 60 tanede ücretsiz öğrenci kabul ediliyordu.

1924 yılında Özel İdare bu okulun adını “ İstiklal İlk Ticaret Mektebi” ne çevirmiştir. Okul müdürü Hıfzırrahman Raşit (Öymen) Bey, müdür yardımcısı ise Şakir Efendidir.

Mustafa kemal Samsun’a ikinci gelişlerinde 22 Eylül 1924 Pazartesi gecesi İstiklal İlk Ticaret mektebini ziyaret ederek onurlandırmıştır.( İstiklal İlk Ticaret Mektebi binası günümüzde Cumhuriyet Meydanı karşısında Özel İdare binalarının önünden geçen cadde üzerindeydi.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder