2 Ocak 2014 Perşembe

Samsun Acem Tekkesi


Son yıllarda Samsunumuzda gerek bu günlere ulaşabilmiş tarihi eserlerin, tanıtımı ve gerekse restore edilmesi hususunda gözle görülür sevindirici faaliyetler göze çarpmaktadır. Bu bağlamdaki eserlerden bir tanesi ise Selahiye Mahallesi 100. Yıl Bulvarı üzerinde yer alan Acem Tekkesi'dir. Acem Tekkesi, bodrum üzerine tek katlı, tuğladan yapılmış, kare planlı, dar saçaklı ve pramit çatılı bir yapıdan ibaret. Yakın zamanlara kadar kimsenin farkında olmadığı bu bina, İlkadım Belediyesi tarafından restore edilerek geçtiğimiz aylarda "Kültür ve Sohbet Evi" olarak hizmete sokuldu. Osmanlı kültüründe yer alan eski eşyalarla dekore edilerek nostaljik bir hava oluşturulmak üzere tasarlanan bu eşsiz mekanda şimdilerde her akşam doyumsuz fasıl geceleri düzenleniyor.  


Ancak, Acem Tekkesi her ne kadar da Osmanlı kültüründen örneklerin sunulduğu bir mekan olarak tasarlanmışsa da aslında ilk inşası esnasında gerek Osmanlı Devleti'nden gerekse Samsun halkından ciddi bir muhalefet görmüş. Osmanlı Arşivi'nde konu ile ilgili yapmış olduğum araştırmada iki önemli belgeye ulaştım. Bu belgelerden birinde, "Samsun kasabasının Hançerli Mahallesinde satın aldıkları arsa üzerine Hüseyniye adıyla bir tekke inşasına ruhsat verilmesi" Samsun İran Konsolosluğu'nca talep edildiğinden bahisle Trabzon Vilayeti, ne yapılması gerektiği hakkında Dahiliye Nezareti'nden (İçişleri Bakanlığı) görüş soruyor. Nezaret ise, İranlıların böyle bir tekke tesis etmelerinin daha önce Osmanlı Devleti'nde benzeri olmadığını, ayrıca bir takım sakıncalarının da olabileceğini ileri sürerek söz konusu konsolosluğa olumsuz cevap verilmesini emrediyor [Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), DH. MKT. 177 / 122]. Nezaretin, 28 Ekim 1890 tarihli bu yazısındaki "sakıncalı" ibaresinin kullanılması, aynı günlerde Samsun halkının da bu tekkenin yıktırılması için müracaatta bulunmuş olmasından kaynaklanıyor olmalı [BOA, DH.MKT, 140/32-2].

Ancak aradan üç yıl geçtikten sonra 6 Eylül 1893 tarihinde aynı konu ile ilgili olarak Trabzon Vilayeti yine Dahiliye Nezareti'ne bir yazı göndererek, yukarıda bahsi geçen emrin "her nasılsa" Samsun mutasarrıflığınca uygulanmamış olduğunu, artık inşaatı tamanlanmış durumdaki binanın yıktırılmasının ise ayrı bir sorun çıkartacağından, sene de sadece bir gün Muharrem ayının 10'unda (Aşura günü) açılabilmesine izin verilmesini istiyor. Bilindiği gibi aşura günü Şii-İslam inancına göre çok daha özel bir anlam ifade ediyor, kutsal sayılan o güne mahsus özel ayinler icra ediliyor. Vilayet, İstanbul'da Şiilerin, böyle sadece 10 Muharrem de kullandıkları bir ibadethanenin bulunmuş olduğunu emsal olarak gösteriyor. Bu taleb üzerine Dahiliye Nezareti, " tekkenin şehrin nasıl bir yerine yapılmış olduğunu, etrafında cami ve haneler bulunup bulunmadığını, hangi konularda sakıncası olabileceği" gibi ayrıntılar istemişse de, bunlara verilen cevap ve bu cevaba göre hükümet tarafından alınan kararın ne olduğuna ulaşamadım. Ancak bu tekke bu günlere ulaştığına göre belli ki buraya ruhsat alınmış.

Osmanlı Arşivi'nde ulaştığım başka kayıtlarda ise bu tarihe kadar İranlıların Osmanlı ülkesinde tekke açma geleneklerinin olmadığını gördüm. Bu tarihten sonra da Osmanlı devletinde yaşayan yada ticaretle meşgul olan İranlılar, sadece 1917 senesinde bir başka ticaret merkezi olan İzmir'de Şura-yı devlet (Danıştay) kararıyla bir tekke açabilmişler.

Her türlü din ve mezhepten insanın ibadetlerini özgürce yaptığı ve yaşadığı Osmanlı Devleti'nde Şii- İslâm inancına mensup İranlılara böyle kısıtlama getirilmek istenmesi, tamamen İranla tarihte yaşanan mezhebî ve siyasi rekabetten kaynaklanıyor olmalı.

Çünkü aynı tarihlerde benzer durum da İran'da görülmektedir. Nitekim 1874 senesinde Tahran elçisi olarak İran'da bulunan Fahri Bey, buradan Hariciye Nezâreti'ne göndermiş olduğu yazıda, tarihte ilk defa olarak bir Osmanlı elçisinin İran devlet tekkesindeki İran Şahı ve veliahtının da katıldığı aşura merasimlerine davet edildiğini ve bu törenlerde yine ilk defa olarak ayinlerin akabinde Osmanlı padişahının sıhhat ve afiyeti, Osmanlı Devleti'nin yücelmesi için dua edildiğini bildiriyordu. Fahri Bey, aşura merasimleri hakkında da, İranlıların, bu günlerde Hazreti Hüseyin'in şehid edilmesi nedeniyle olağanüstü resmîlikte matem icra etmekte olduklarını, bir çok yerde ve özellikle devlet tekkesinde elim Kerbela hadisesini tasvir ve temsillerle andıklarını anlatıyordu. Fahri Bey'e göre bu merasimler sadece tekkelerle sınırlı olmayıp müctehid, ulemâ ve delet adamlarnının katılımlarıyla özel konaklarda da, devam ediyor, güzel sesli mersiyehanlar ağıtlar söylüyormuş [BOA, YA. HUS, 163/64].

Samsun Acem Tekkesi'ni, diğer adıyla Hüseyniye Tekkesi'ni, Samsun Tarihi üzerine yaptığı çok kıymetli çalışmaları ile tanıdığımız değerli araştırmacı Baki Sarısakal'a da sordum. Sarısakal, tapu kayıtlarında buranın bir İranlı üzerine kayıtlı iken daha sonra Milli Emlak'a devredilmiş olduğunu ve oradan da İlkadım Belediyesi'ne geçtiğini söyledikten sonra, asıl önemli olan bir başka konuya değindi. Baki Bey, tekkeye ait bazı eşya ve malzemelerin şu anda Samsun Arkeoloji Müzesi'nin deposunda atıl vaziyette olduğunu görmüş. Belki de İlkadım Belediyesi idarecilerinin bu güzel hizmetlerinin devamı olarak bundan sonra yapmaları gereken, vakit kaybetmeden bu eşyaları Kültür Bakanlığı'ndan talep etmek ve tekkenin uygun bir yerinde sergilenmesine imkan hazırlamak olacaktır. Bu gibi durumlarda bürokrasi oldukça tutucudur, ama "her şey yerli yerinde gerek".
/ Mümin YILDIZTAŞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder