2 Ocak 2014 Perşembe

Camiler, Türbeler


Samsun’da eski cami o kadar az ki? 300 yılı aşan cami sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Asır veya asırlar önce yıkılmış, tek duvarları kalmış kiliselerin onarım ve tadilatı için çabalayanların – ve tabii idarecilerimizin- bu konuda, niye yeterince gayret göstermediklerini anlamak mümkün değil. Batı Türklüğünde hangi şehre gitsem öncelikle iki şeyi ararım: "Camileri ve Türbeleri.."


Camiler...

Özellikle tarihi camiler, o şehrin Türkleşmesinin kanıtıdır. Bin yıllık süreçte Türk-İslam kimliğimizle  yurt yapışımızın kanıtıdır.

Arap ve Fars mimarisinden çok daha farklı, en ufağında dahi bir ihtişam ve asalet vardır. Duvarlarında, mimberinde, mihrabında yüzlerce yıllık geçmişlerinden gelen nefis terbiyesi ve çilenin uhreviyetini duyarsınız.

Mimarisi farklıdır. Selçuklulardan kalanlar çatı ile örtülmüştür. Osmanlılardan kalanlarda ise yaptıranların maddi imkanları yerinde ise mutlaka kubbe bulunur. Ancak kıyıda köşede kalmış fakir köylerin-mahallelerin camilerinde çatıya rastlanır.

Selçuklular dönemine ait olanlarda ağaç-toprak-taş işçiliği bulunmasına karşılık; Osmanlı dönemine ait olanların neredeyse tamamı taş işçiliğinin eseridir.

Tümü, hat sanatı ve ağaç-taş oymacılığın şaheserlerini barındırır. Çinicilik sanat olarak süslemede kullanılmıştır.



Çevre ile ilişkisi mesafelidir. Evlerle iç içe geçmiş camileri göremezsiniz. Mutlaka etrafında geniş bir açık alan vardır. Yakın olan tek tük ev cami görevlilerinin iskânı için kullanılır.

Camilere yakın olan evlerin hiç birisinin camiden ve minareden yüksek olmamasına dikkat edilir. Bu Allah’ın evine ve dine hürmetin göstergesidir. Bu sebepledir ki: Eski bir Türk şehrine yaklaştığınızda ilk fark edilen şey minarelerdir.

Büyük Camiler genellikle külliye şeklinde yapılır. İçinde eğitim yerleri, hamamları, kütüphaneleri de bulunur.

Minareler Selçuklu ve Osmanlı döneminde farklılıklar gösterir. Selçuklular dönemine ait olanlarda nispeten kısa olmasına karşılık; Osmanlılar dönemindekiler kalem gibi ince ve uzundur.

O minarelerden makam üzere okunan ezanların tadı da başkadır. Bahtiyar Vahapzade, İstanbul’a ilk geldiğinde dinlediği sabah ezanından sonra şöyle yazmıştır:

“Allah'a yücelen ulu bir yolun
İlkin pillesidir* Allahü Ekber.
Hakk'ı dananların* yüzüne değmiş
Hakk'ın sillesidir* Allahü Ekber.

Göklerin nidası yücelip yerden
Daim halas eder hayırı şerden.
Kudret-i Kâmil’in minarelerden
Gelen neğmesidir Allahü Ekber.

Mekâna, zamana devre o, sultan,
O'dur hakikate kapılar açan.
Müminlik yolunda kalbe nur saçan,
İman şûlesidir* Allahü Ekber.”


Şimdi...

Şimdilerde her sokak arasında apartman dairesinde cami mi? Mescid mi? Olduğu belli olmayan  mimari özürlü bir sürü ibadethane doldu. Önünden geçerken cami-mescid olduğunun farkına varmıyorsun.

Eski camilerin yanlarında yapılan katkat yüksek binalardan camilerimizi- minarelerimizi de boğar hale geldik. Huzur ve sükunu bulup, Allahın evinde olmanın yüceliğini yaşadığımız o eski camilerimiz hapsoldular.

Samsun’da mı? Samsun’da eski cami o kadar az ki? 300 yılı aşan cami sayısı bir elin parmaklarını geçmez.

Asır veya asırlar önce yıkılmış, tek duvarları kalmış kiliselerin onarım ve tadilatı için çabalayanların – ve tabii idarecilerimizin- bu konuda, niye yeterince gayret göstermediklerini anlamak mümkün değil.
.............


 Türbeler...

Günümüzde anlamı istismar edilen; ayyaş Bekri Mustafa’nın dahi evliya olarak türbesi ziyaret edilen ortamda, manevi anlamlarını kaybeden türbeler...

Arap ve Fars kültüründe olmayan; buna karşılık Türk kültüründe tümüyle  -halen dahi- yaşayan “atalar kültü”nün Türk-İslam inancındaki yansıması...

Arap’ta atalar kültü yoktur. Bu sebepledir ki, geçmişi silmeye çalışır. Bu sebepledir ki, Peygamber Efendimizin doğduğu evi yıkmaya çalışır. Bu sebepledir ki ölenlerin ebedi istirahatgâhı olan mezarlıklara önem vermez.

Biz de ise geçmiş özel anlam taşır. Eski Türk inancında tös olarak yaşayan bu inanç, İslamiyet sonrası mezarlıklara ve türbelere verilen özel ilgi ile kendini gösterir. Hatta o kadar ki, ölen kişinin ululuğunu- büyüklüğünü anlatmak için 3-5 metre uzunluğundaki mezarlar bulunmaktadır. Örnek olarak -şahsen gördüğümüz- Ahmet Yesevi Hz. nin hocası Arslan Baba’nın mezarı yaklaşık 3 metre, Amasya’daki Serçoban’ın mezarı yaklaşık 5 metredir.

Anadolu evliyalarının ortak özelliklerine gelince...

Anadolu evliyalarının hemen hemen tamamı Ahmet Yesevi ocağından gelen gazi-dervişlere, onların soyundan gelenlere veya onların yollarından giden Allah dostlarına aittir.

Kısaca türbeler, Anadoluyu Türk-İslamlaştıranların mezarlarıdır. Bir yerleşim yerinde türbelerin çokluğu o topraklardaki gazi-alperenlerin etkilerinin göstergesidir.

Türbelere saygısızlık mı? Türbelere hakaret mi?... Soysuzların işi...

Peki... Samsun’daki (merkez) evliya mezarı-türbe sayısı ne?

Boş verin. En iyisi mi cevap vermeyeyim.

Milli mücadeledeki olumsuz çalışmalarıyla maruf “Acem Tekkesi”nin restorasyonu ve her sokağa bir kilise açmaya devam... Mabetsiz-Türbesiz Samsun imajına devam...

*Pille: basamak
Danan: İnkar eden
Sille: Şamar, tokat
Halas: Kurtarma, ayırma
Şûle: Işık

/Kenan Erzurumlu
26.05.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder