Unesco, 22 Haziran 2009 Tarihinde, Dünya Kültür Mirası listesini ele alarak yeniden tanzim ediyor. İspanyanın Sevilla kentinde toplanan kurul, dünyanın muhtelif bölgelerinde Kültür Mirası olarak tescil edilmiş olan bazı dünya kentlerinin durumunu yeniden değerlendirmeye aldı. Daha önce uyarılmış olanları gözden geçiriyor. Her fırsatta tarihi ve doyumsuz güzellikleriyle övündüğümüz, gözbebeğimiz İstanbul bile bu yıl riskli şehirlerden kabul ediliyor. Dünya Kültür Mirası listesinden çıkarılması gündeme gelen İstanbul un hataları ne olabilir ki diye düşünülebilir.
Bunlardan birincisi ve Kurula göre en önemlisi, Osmanlı döneminden kalma ahşap evlerin akıbetleri ile ilgili olan endişeler. Çünkü Zeyrekte ve Süleymaniye deki ahşap yapıların durumları yürekler acısı. Koruma kurulları tarafından tescil edilmiş ahşap yapılara dair bir iyileştirme ve rehabilitasyon programı sunulmadığı için bu durumu sıkıntılı ve vahim görmüş heyet. Tabiidir ki bu gibi yapıların eskiliği ve tarihi kimliğini tescil ederek mesele bitirilmiş olmuyor. Yapı sahiplerine bu konuda yardımcı olunmadığı ve maddi destek verilmediği sürece bu yapılar ayakta duracak gücü ve takati kendinde bulamıyor.
İstanbul’a ait ikinci eleştiri konusu ise Trafikle ilgili olan olumsuzluklar. İstanbul için hazırlanmış olan Trafik Master planındaki istikbali durum, Heyeti derin derin düşündürmüş. Çünkü yeni yapılacak metro hattının boğazın bazı bölümlerine ağır bir trafik yükü yükleyeceği endişesini duyan ve takip eden Heyet Mensupları, Tarihi Şehrin bundan çok olumsuz etkileneceğini raporlarına ilave etmişler.
Üçüncü eleştiri konusu ise Sulukule’deki Roman Vatandaşların bulunduğu alanın ve o kültürün bozulması gerçeği. Yani yurdun her bölgesinde karışık ve akıl almaz bir program dâhilinde yürütülen kentsel yenilenme projelerinin Sulukule’ye de uygulanma girişimi olabildiğince tenkit konusu olmuş durumda. Kurul, yaşamsal olarak renkli bir kültürün temsiliyetini ifade eden Roman Vatandaşların, bulundukları alan dışına alelacele çıkarılmalarını da doğru bulmuyor.
Çok özet olarak anlatmaya çalıştığım üç ana kriter İstanbul’un Dünya Kültür Mirası listesinden düşürülme endişelerini ortaya koyuyor. Tespit edilmiş olan bu ana kriterler sadece İstanbul özelinde de değil. Dünyanın, medeni olarak tariflenen birçok kenti de aynı endişeleri duyuyor. Mesela Almanya’daki Dresden kenti de listedeki yerini kaybetmek üzere kaygıyla bekliyor. Zira Kent Trafiğini rahatlatmak adına planlanan bir KÖPRÜ, kentin tarihsel özelliklerini maalesef yok etmiş. Tabiidir ki bu Listenin dışına itilmenin bir de maddi yönü var ama daha önemlisi olaydaki Turizm Potansiyelinin alacağı ağır yara olarak yorumlanıyor.
Şimdi kendi özümüze dönerek bazı değerlendirmeleri kendimiz ve kentimiz için yapalım. Bu memlekette, Cumhuriyet Dönemi içinde, uzunca zamandır planlamadan ve programdan söz edilir ama maalesef buna uymakta yine kendimiz zorlanır dururuz. Yapılan herhangi bir binaya kot verilir, kat verilir, yükseklik verilir ama maalesef üstüne bir kaçak eklenti inşa olunur. Hem de şehrin tam orta göbeğinde, Cumhuriyet Meydanının kenarcığında. Meydanın etrafındaki yapıların bir kısmının üzerindeki son katlar perişan ve derme çatmadır, çünkü büyük kısmı kaçak katlardır. Hiçbir zabıta gücü bunları takip edemez ve yıktıramaz. Adamın aklına eser son katın üstüne, yok çelikle, yok plastikle, yok garip bir malzemeyle kondurur ilave katı, bizlerde geçer karşısına mecburen seyrederiz o mezbele görüntüyü. Hatta hatta Özel İdare mülkü olan binaların cephelerine plastik doğrama giydirilerek yapılmış, otobüs terminallerinin meydana bakan kimliksiz cepheleri son tahribatlardır.
Şehrin her bölgesinde yapılmış olan son katlar, mutlaka projesine uymayan, ihlal edilmiş kaçak dubleksler durumundadır. Yapılmış olan Çatı katlarının ya yüksekliğinde sorun vardır ya da büyüklüğünde. Bir kaç yıl önce Canik Belediyesi, daha önce inşa olunmuş binaların son katlarındaki sundurma ve gölgelikleri tesbit ederek vatandaşları kaçak kısımlarını yıkmaya ya da cezaya mahkûm etmiş, hatırı sayılır miktarlarda paraları onlardan ceza olarak tahsil etmiştir. Zamanında bazı müsamahalar yapılıyorsa sonundaki uygulama bu şekilde olmamalıdır. Vur abalıya zihniyetiyle plan ve uygulama yapılmamalı ve vatandaş canından taciz edilmemelidir. Bir şey ya vardır ya da yoktur. Yaşamın Mütemmim cüzü bu olamaz. İşte Medeni Dünya ülkeleri çıkardığı kanunları her şeye rağmen kendileri uygulamakta bize de AB sürecinde bunları dayatmaktadır. Belki de doğrusu budur, ya uymak gerekmektedir ya da uydurmak. İyi haftalar.
/Sacit ACAR
03.07.2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder