9 Ocak 2014 Perşembe

Kaldırımlarımız


Kentler kullanımları gereği araçların olduğu kadar, yayaların hatta bazı hayvanların da yaşamına uygun tanzim edilmek zorundadır. Kent Plancılar yerleşim bölgelerinin, alışveriş bölgelerinin, dinlenme bölgelerinin velhasıl tüm yaşamsal alanların birbiriyle olan ilişkisini yollarla sağlamak mecburiyetindedir. Çünkü bu ilişkinin sağlanamaması demek fonksiyonların yani birbirleriyle ilişkilendirilemeyen alanların çalışamaması manasına gelir. Bu olgu, tıpkı herhangi bir organın kanla beslenemeyip kangren olması gibi de düşünülebilir. Bu ilişkilendirme planlamanın ana ve temel gereği olup, yolu olmayan bir yerleşmenin asla mümkün olamayacağı manasına da gelmektedir.

Fakat yol olgusuyla birlikte düşünülen yaya trafiği ve yolun yaya tarafından kullanılacak bölümü planlamaya işlense dahi pratikte hiçte göründüğü ve planlandığı gibi gelişememektedir. Kaldırımlar, kullanıcılarına yeterince hizmet edememektedirler. Araç için tahsis olunan yolun trafiğe uygun olarak ayrılması aynı titizlikle yayaya tahsisini gerektirdiği halde bu mutlak ihmal edilmektedir. Görünen o ki sık sık Belediyelerimiz tarafından yıkılıp, bozulup yeniden inşa olunsalar bile kaldırımlarda bir imalat ve eşitlik standardı yakalanamamaktadır. Bordür olarak adlandırılan kaldırım kıyısındaki yükseltinin hiçbir yerde, diğeriyle bir uygunluğunu, kullanıcılar olarak bulamamaktayız. Arabasını park edecek sürücünün bazen arabasının kapısını açtığında o acı sürtünme veya çarpma sesini duyarak kapısını aynı hızla kapamakta veya aracının diğer tarafından inmeyi denemektedir. Çok mu zordur kaldırımdaki bu standardı sağlamak. Avrupalı bunu nasıl başarmıştır, düşünmeye değer değil mi?

Binalar yapılırken yapıya verilen proje kotu hiçbir işe yaramamaktadır. Müteahhit, yaptığı binanın amacına uygun olarak yol ile olan yükseltisine kendisi karar vermektedir. Şayet binanın altı ticarethane olarak inşa olunmuşsa kaldırım indirilmekte, konut olarak yapılmışsa başka bir kot denenmektedir. Bunu denetleyen yoktur. Tamamen yapımcının keyfiyetine bırakılmıştır. (Kentimizde örnekler sayılamayacak kadar çoktur. )

Bu arada, kaldırımdaki karolar oynayıp altına su dolmuşsa yağmur ve yağışlı havalarda kullanmak tam bir akrobasi gerektirmektedir. Ya iyi bir zıplayıcı olacaksınız ya da falcılık gerekecektir. Veya veya giydiklerinizi gözden çıkarmak durumunda kalacaksınız.

Bu anlatılanlar tamamen imalatla alakalı olan olumsuzluklar. Kaldırımlarımızın ticari ve otopark olarak kullanımına müsaade edenlere ne demek lazım gelir ki. Dükkânının önünü kendine ait gören esnafın sattığı malını kaldırımda sergileyememesinin tek çaresi denetimdir herhalde. Zabıta denen kurum burada devreye girecek ve yayanın haklarını koruyacaktır. Çünkü yaya böyle bir müdahaleyi denerse esnafın tecavüzüne de kendini hazırlamalıdır mutlaka. Reklâm panolarının kaldırım kullanımına verdiği olumsuzluğu ve iriliğini söylemeye gerek var mı? bilmiyorum!

Birkaç yıldır yürüme özürlüler için rampalar yapılsa dahi bu uygulamaya sadece kent merkezinde rastlayabilirsiniz. Mahalle aralarındaki kaldırımlardan ne çocuk arabası geçmelidir ne de yürüme özürlü âdemoğlu. Onun mahalle aralarındaki yolları kullanmaya hakkı yoktur. Bu düşüncedeki yöneticilerimiz daha yetişememiştir. Sadece parti tercihi yapmakta maharetli olan yöneticiler bizi Avrupa Birliği sürecine taşıyacaklardır.  Liyakat ne derece önemli bir kavram değil mi? Sözlüklerdeki manası, iktidar, ehliyet, yaraşırlık, uygunluk, kifayet olarak geçen bu kelimenin idrakine varmadan kendisini yönetim için vazgeçilmez görenlerin gayretlerini anlamak mümkün değil tabii ki !

Burada sözüm kesinlikle birisini tariflemek için değil. Ömründe bir kez tesadüfen aldığı ve hiçbir zaman alamayacağı başkanım payesinin sihrine kapılıp rüya gören, yönetici olabilmenin dayanılmaz mutluluğunu bir kez yaşayan ve bir daha asla yaşayamayacak olanlara.
/Sacit ACAR
24.01.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder