Samsun Gravürü
1965'li yıllardaydı sanırım. Beş altı yaşlarımda olduğum, henüz ilkokula bile başlamadığım dönemlerdi. O zamanlar ırmak mahallesi denen yerde oturuyorduk. Sanıyorum şimdi istasyon mahallesi olarak geçiyor.
Evimiz Mert Irmağının kenarındaydı. Şimdiki eski sanayi bölgesinin olduğu yerde hipodrom vardı. Düzenli olarak at yarışları yapılırdı. O kocaman hayvanlar, üzerlerine giydikleri rengârenk pelerinlerle, seyisleri eşliğinde şehirde tur atarlardı ve özellikle çocuklar büyük bir hayranlıkla onları izlerdik.
Düşünün; kırk yıl önce Samsun'da at yarışları yapılıyor, ülkenin birçok yerinden ve ilçelerden birçok kişi izlemek için şehre akın ediyordu. Ciddi bir turizm potansiyeli ve ekonomik hareket oluşturuyordu..Her ne olduysa daha sonra bu yarışlar iptal edildi.. Belki de sanayi sitesi yapabilmek için. Hiç yer kalmamış gibi, tam da şehrin ortasına.
O yıllarda belediye evlerinde yerleşim vardı. Şehrin en güzel semtlerinden biriydi. Maalesef yerel yöneticiler şehrin 30 yıl sonrasını bırakın, 5 yıl sonrasını bile göremediler.
Şehrin ortasını çöplüğe çevirdiler. O yetmezmiş gibi 1980'li yıllarda ikinci sanayi bölgesini de aynı yere koydular. Yer bulabilselerdi, organize sanayiyi bile oraya sığdırabilirlerdi. Allahtan yer kalmadı da yapamadılar. Oysa şimdi o bölgede yemyeşil bir alan içinde; hipodrom, spor kompleksleri, sosyal mekânlar, park ve bahçeleriyle şehrin en güzel yeri olabilirdi.
Bir şeyleri sadece bir şey yapmış olmak için yapamazsınız. Yaptığınız uzun vadeli bir plan ve amaca yönelik değilse boşuna harcanmış emek, zaman ve paradır. Yıkılmaya mahkûmdur. Nitekim şimdi o bölgenin yıkılması bile ciddi bir maliyete neden olacaktır.
Yine o bölgedeki kürtün çayının etrafı içler acısıdır. Öncelerinde Roman vatandaşlarımızın oturduğu bu bölge, ırmak boyunca gecekondulaşarak şehrin en çirkin yapısı haline gelmiştir. Oysa Avrupa'da böyle midir? şehirler nehir kenarlarına kurulmuştur ..Nehirler inci bir gerdanlık gibi şehri süslemişlerdir.
Paris' de, Viyana'da, Prag'da, Floransa'da gidin bakın… Şehrin en güzel binaları, en lüks mağazaları, eğlence merkezleri hep nehirlerin çevresine kurulmuştur.
Tertemiz, pırıl pırıl akan nehirlerdir hepsi. Bir ismi de vardır nehirlerin; Tuna, Sen, Ren gibi… Bizde ise nehirler pislik yuvasıdır. Çöplerimizi döktüğümüz, lağımlarımızı akıttığımız, çevresine gecekondular yaptığımız. Yakınından geçmekten hoşlanmadığımız, hatta bir ismi bile olmayan ırmaklar.
Çünkü bizde tüm ırmakların ortak bir adı vardır. “BOKLU DERE” Bu boklu dereler kimin ayıbıdır sizce? Elbette halkın ayıbı değildir. Hiç Avrupa görmemiş, gördüğünden bir ders çıkaramamış, şehircilikten nasibini almamış, zevksiz ve ufku olmayan yöneticilerin ayıbıdır.
Tabiî ki bu en az 50 yılın sorunudur. Sadece bu güne mal edilemez. Ama bundan sonrası için onlarında sorumlulukları vardır. Sadece toplu konut yaparak belediyeciliğin olamayacağını artık herkes biliyor.
Artık insanlarımız huzur istiyor. Refah istiyor. Temiz bir çevre ve güzel mekânlar istiyor.
İnsan ömrü çok kısa. Biz dünün çocukları, beton yığınları arasında ömrümüzü geçirdik. Hala betonlaşmaya devam ediyoruz.
Bu şehirde yol kalmadı. Bütün yollar otopark haline geldi. Şehrin en işlek üç şeritli bulvarında, iki şerit otopark olarak kullanılıyor.
Bu, devlete %40 vergi ödeyip otomobil alanların suçumu?
Yoksa vatandaştan tonlarca alt yapı vergisi toplayıp, bir tek otopark yapmayanların mı? Kimse hedefimiz değil. Ancak geçmiş hatalardan ders alınması gerekmiyor mu? Her gün hızla nüfusu artan bu kentin, yeni yerleşim bölgelerinin neresi olacağını bilen var mı?
Alt yapısı yapılmış konut, sanayi alanları var mı? Yoksa eskisi gibi; önce gecekondu, sonra yol, su, elektrik mantığıyla mı devam edeceğiz?
Nostaljiye devam edeceğiz. Selam ve sevgilerimle…
/Alaaddin Balcı
05 Kasım 2009

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder