4. BÖLÜM: TÜRKİYE BÜYÜK MÎLLET MECLİSİ
I.Meclisin Açılışı:
Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü açılır ve böylece, yeni Türk devletinin temel yönetim organı çalışmaya başlar. “Hâkimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir” ilkesine dayanan Meclisin ilk günlerinde, Mustafa Kemal Paşa, kendi sözleri ile, “...Türkiye’nin, Türk Milletinin takip etmesi lâzım gelen siyasî prensip” ile ilgili geniş açıklamalarda bulunarak; şu sonuçlara varır: “...Bizim açıklıkla ve tatbik kabiliyetli olarak gördüğümüz siyasî meslek, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü genel şartları ve asırların dimağlarda ve karakterlerde topladığı hakikatler karşısında hayale kapılmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir. Milletimizin kuvvetli, mesut ve istikrarlı yaşayabilmesi için, devletin tamamıyla millî bir siyaset takip etmesi ve bu siyasetin dahilî teşkilâtımıza tam olarak uygun ve dayalı olması lâzımdır. Millî siyaset dediğim zaman, kastettiğim mana ve anlaşılması gereken şey şudur: Millî hudutlarımız dahilinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanmak suretiyle, mevcudiyetimizi muhafaza ederek millet ve memleketin hakikî saadet ve bayındırlığına çalışmak. Genel olarak, tükenmez istekler peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak. Medenî cihandan, medenî ve insanî muamele ve karşılıklı dostluk beklemek...”.165 O günlerde çok önemli ve nazik bir mesele de, hükümet teşkilidir. Mustafa Kemal Paşa, bu konuda da Meclisi inandırmak durumundadır. Kendisi, “...Hükümet teşkili hakkında teklif ileri sürmeden evvel, duygu ve düşünceleri göz önünde tutmak zarureti vardı. Bu zarurete bağlı kalmakla beraber, maksadı saklı bulunduran teklifimi bir takrir halinde takdim ettim. Kısa bir münakaşa ile ve bazı itirazlara rağmen, kabul edildi...” diyor ve tespit ettiği ilkeleri şöyle sıralıyor: “Hükümet teşkili zaruridir. Muvakkat kaydı ile bir hükümet reisi tanımak veya bir padişah kaymakamı (yerini tutan kişi) meydana getirmek uygun değildir. Mecliste toplanan millî iradeyi, vatanın mukadderatına fiilî olarak el koymuş saymak, temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde bir kuvvet yoktur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde toplar. Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir heyet, hükümet işlerine bakar. Meclis reisi, bu heyetin de reisidir. Not: Padişah ve Halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman, Meclisin düzenleyeceği yasa esasları dahilinde durumunu alır”.166
Mustafa Kemal Paşa, Meclisin açık ve gizli toplantılarında iki gün süren açıklama ve konuşmalarından sonra, 24 Nisan günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisliğine seçilir. 27 Nisan günü, zamanın koşullarına uyularak; Meclisin Padişaha bağlılığını belirten ve “Büyük Millet Meclisi emri ile Mustafa Kemal” imzasını taşıyan uzun bir telgraf çekilir.167 2 Mayıs 1920 de, Erkânı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) işleri de dahil olmak üzere, 11 vekilden oluşan “İcra Vekilleri Heyeti” kurulur.
Meclisin açılışı ile; Mustafa Kemal Paşa’nın sorumlulukları ve çalışmaları, kuşkusuz, daha da artar; kendi sözleri ile, “...Memleket ve millet işleri ve bilhassa menfi cereyan ve faaliyete karşı tedbir almak hususu, bir an bile duramazdı ve durmamıştır...” Paşa’nın çalışmaları arasında, zaman zaman büyük devletleri uyarma ve İslâm âleminin desteğini sağlama girişimleri önemli yer alır. Örneğin; 30 Nisanda İngiltere Dışişleri Bakanına, ilk kez Türkiye Büyük Millet Meclisi adına Meclis Başkanı imzası ile gönderdiği notada, özetle, “...İstanbul’un haksız yere işgali üzerine Türk milletinin seçim yapıp bir Büyük Millet Meclisi topladığı ve bu Meclisin, yurdun idaresini eline almaya karar verdiği... İstanbul’un işgalini, Osmanlı Parlamentosu’nun feshini, İstanbul’daki tutuklamaları şiddetle protesto ettiği... esir durumunda olan İstanbul Hükümetinin emir ve fetvalarının hiçbir hukukî ve dinî değeri bulunmadığı ve bu sözde hükümetin girişeceği taahhütlerin de hükümsüz sayılacağı... hak ve hukukunu savunma kararında olan Türk milletinin, âdil ve şerefli bir barış istediği ve ancak kendi temsilcilerine kendi adına taahhüde girişme yetkisi tanıdığı... Türkiye’deki Hıristiyanlarla yabancıların milletin himayesinde olacakları; fakat, bunların vatanın güvenliğine karşı hiçbir davranışta bulunmamaları gerektiği...” 168 hususlarını belirtir. Bu belge üzerinde, Lord Curzon’un şu yorumu göze çarpıyor: “Hemen hemen, Sultan’a karşı ayaklanmanın ilân edilmesi”.169 Bu notanın bir örneği Fransa Dışişleri Bakanı’na da gönderilir. Paşa’nın, Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak, İslâm âlemine 9 Mayıs’ta gönderdiği beyanname ise, 17° “Güney çöllerinin bir köşesinde dünyanın seslerini dinleye dinleye yatan şanlı Peygamber’in ruhlarını ruhlarımızda birleştirdiği İslâm kardeşlerimiz! Sağduyulu dinimizin son askeri, kuşatıldığı bir kale içinden size sesleniyor...” şeklindeki anlamlı sözleri ile başlar, İslâm âleminin durumunu derinlemesine analizden geçirir ve şu sonuca varır: “...İslâm birliği fikrinin sonradan en büyük temsilcisi olan Yavuz Sultan Selim’in dediği gibi, İslâm gönüllülerinin toplu olması için kendisini perişan eden milletimize, onun istiklâl davasına manevî yardım ve desteğinizi bir saniye eksik etmeyin! Ta ki, İslâmın tam bir tutuluşa giden güneşi büsbütün kararmasın, tekrar dünyamız üstünde ışıldamaya başlasın...”
Bu arada; dış ilişkilerde atılan adımların verimli sonuçları da göze çarpmaya başlar. Örneğin; Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri ile, “...Teşekkül eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin dış ilişkiler hakkında ilk verdiği karar, Moskova’ya bir heyet göndermek olmuştur... 11 Mayıs 1920’de, Ankara’dan hareket eden heyetin esas vazifesi, Rusya ile bağlantı kurmaktır... Rusya’nın hükümetimizle yapacağı muahedenin bazı esasları, 24 Ağustos 1920’de parafe edilmiş olmakla beraber; durumun gereği olarak, uyuşma mümkün olmayan bazı noktalardan dolayı gecikmiştir. Moskova Antlaşması adı ile anılan devletler belgesinin imzası, ancak 16 Mart 1921 ‘de mümkün olabilmiştir...”171
İstanbul Hükümetinin millî gelişmelere karşı tepkisi ve onu yok etmeye yönelik girişimleri artarak sürer. Nitekim; Mustafa Kemal Paşa, 11 Mayıs’ta İstanbul Divan-ı Harbi tarafından idama mahkûm edilir ve bu karar 20 Mayıs’ta Padişah tarafından onaylanır.172 Bu olumsuz gelişmeler hakkında, Paşa şöyle diyor: “İstanbul’un işgalinden sonra başlayan birtakım menfi cereyanlar, vakalar, isyanlar... seri bir surette memleketin her tarafında görüldü ve birbirini izledi. İstanbul’da Damat Ferit Paşa, derhal iktidara getirildi. Damat Ferit Kabinesi ve İstanbul’da bütün menfi ve hain teşekküllerin vücuda getirdiği blok, bu blokun Anadolu dahilindeki tekmil isyan teşkilâtı, bütün düşmanlar ve Yunan ordusu, hep birlikte aleyhimize faaliyete geçtiler. Bu müşterek tecavüz politikasının talimatı da, Padişah ve Halifenin, düşman tayyareleri de dahil olduğu halde, her türlü vasıtalarla memlekete yağdırdığı Huruç Alessultan (Padişaha karşı ayaklanma) fetvası idi. Bu genel, çeşitli ve haince saldırılara karşı; biz de, daha Meclis açılmadan evvel, Afyonkarahisar’ında, Eskişehir’de ve bütün demiryolu boyunda bulunan yabancı kıtaları Anadolu’dan çıkarmakla; Geyve, Lefke, Cerablus köprülerini tahrip etmekle ve Meclis toplanır toplanmaz Anadolu’daki saygıdeğer din adamlarının fetvasını almakla karşı tedbirlere geçtik...”173
II. İsyanlar ve İç Cephe:
1920 yılında millî hareketi tehdit eden olayların başında, kuşkusuz, isyanlar gelir. 1919 yılında başlamış olan ve sonraki yıla da sarkarak yayılan bu isyanlar için, Mustafa Kemal Paşa şöyle diyor: “...1919 senesi içinde millî teşebbüslerimiz aleyhine başlayan dahilî isyanlar, süratle memleketin her tarafına yayıldı... Bandırma, Gönen, Susığırlık, Kirmasti, Karacabey, Biga ve havalisinde; İzmit, Adapazarı, Düzce, Hendek, Bolu, Gerede, Nallıhan, Beypazarı havalisinde; Bozkır’da; Konya, Ilgın, Kadınhan, Karaman, Çivril, Seydişehir, Beyşehir, Koçhisar havalisinde; Yozgat, Yenihan, Boğazlayan, Zile, Erbağa, Çorum havalisinde; Ümraniye, Refahiye, Zara, Hafik havalisinde; Viranşehir havalisinde alevlenen karışıklık ateşleri, bütün memleketi yakıyor; hainlik, cahillik,kin ve yobazlık dumanları, bütün vatan göklerini yoğun karanlıklar içinde bırakıyordu, isyan dalgaları, Ankara’da karargâhımızın duvarlarına kadar çarptı. Karargâhımız ile şehir arasındaki telefon ve telgraf hatlarını kesmeye kadar varan kudurmuşçasına saldırılar karşısında kaldık. Batı Anadolu’nun İzmir’den sonra; yeniden, mühim bölgeleri de, Yunan ordusunun taarruzları ile çiğnenmeye başlandı. Şayanı dikkattir ki; sekiz ay evvel, millet, Heyet-i Temsiliye etrafında toplanarak, Damat Ferit Hükümeti ile münasebet ve muhaberelerini kesmişken; Ali Galip teşebbüsü gibi, münferit vakalardan başka; böyle umumî ayaklanma olmamıştı. Bu seferki istilâcı ve umumî ayaklanmalar, sekiz ay zarfında, memleket içinde çok hazırlık yapıldığını gösteriyordu. Damat Ferit’i takip eden hükümetler ile millî şuurun muhafaza ve sağlamlaştırılmasına dönük mücadelelerimizin, ne kadar haklı sebeplere dayalı olduğu; acı bir surette, bir daha anlaşılmış oluyordu... îç isyanlar hakkında açık bir fikir edinmek için... safhaları özetle arz edeyim: 21 Eylül 1919 tarihinde, Balıkesir kuzey bölgesinde başlayan birinci Anzavur isyanı; 16 Şubat 1920’de, aynı bölgede, ikinci defa olarak vuku buldu. Bu iki isyan, askerî birliklerimiz ve millî müfrezelerimizle bastırıldı. 13 Nisan 1920 tarihinde; Bolu, Düzce havalisi de isyan etti. Bu isyan, 19 Nisan 1920 tarihinde, Beypazarı’na kadar yayıldı. Bu esnada; Anzavur, 11 Mayıs 1920 tarihinde, top ve makineli tüfeklerle donatılmış 500 kişilik bir kuvvetle, üçüncü defa olarak, Adapazarı ve Geyve havalisinde zayıf bir millî müfrezemize taarruz etmek suretiyle, meydana çıktı. Anzavur, gönderdiğimiz millî müfrezelerimize, kara kuvvetleri birliklerimize sürekli olarak saldırdı. 20 Mayıs 1920 tarihinde, Geyve Boğazı civarında yenilgiye ve kaçmaya mecbur edildi. Düzce havalisindeki isyan hadisesi mühimdi. Abaza ve Çerkezlerden teşekkül eden 4.000 kişilik bir kalabalık, Düzce’yi basarak, hapishaneleri boşalttılar ve çarpışarak, oradaki süvari müfrezemizin silâhlarını aldılar. Hükümet memurları ile subayları hapsettiler. Her taraftan, isyancılar üzerine kuvvet sevk ettik. Bu arada; Geyve’de bulunan 24. Tümen de, komutanı Yarbay Mahmut Bey başta olduğu halde; Düzce’ye hareket etti. Mahmut Bey, Meclisin açıldığı gün, yani 23 Nisan 1920 de; Hendek’ten Düzce’ye geçerken, Hendek de isyan etti. Adapazarı da, isyancılar tarafından elde edildi. Mahmut bey, 25 Nisan 1920’de, Hendek-Düzce yolu üzerinde, isyancılar tarafından yanıltılarak pusuya düşürülmüş ve ilk ateşte şehit edilmiştir; Kurmayı Sami Bey, emir subayı ve daha birkaç subay da, aynı zamanda şehit düştüler. Bunun üzerine; 24. Tümen, muharebe edemeksizin, bütünü ile isyancılar tarafından esir edildi. Bütün tüfekleri, topları alındı. Ağırlıkları (yiyecek, giyecek, yatacak, vb. maddeler) yağma edildi. Bu esnada; İstanbul’dan, İzmit Mutasarrıfı Çerkez İbrahim, Adapazarı’na geldi; ahaliye, Padişahın selâmını tebliğ etti ve 150 lira maaşla gönüllü yazmaya başladı. Toplanan isyancı kuvvetler, bütün o havaliye hâkim olduktan sonra; Geyve Boğazı’ndaki kuvvetlerimize taarruza başladılar. Bizim, bu isyan sahasına yönelttiğimiz kuvvetler şunlardı: Salihli ve Balıkesir Kuva-yı Milliyesinden teşekkül eden Çerkez Ethem Bey Müfrezesi; ...Binbaşı Nazım Bey Müfrezesi; ...Yarbay Arif Bey Müfrezesi; Binbaşı İbrahim Bey (Çolak İbrahim Bey) Müfrezesi. Kumandan olarak da, Ali Fuat Paşa, Geyve Boğazı civarından Adapazarı istikametinde ve Refet Paşa da, Ankara’dan, Beypazarı yolu ile Bolu istikametinde memur edildiler... Bolu, Düzce, Adapazarı ve İzmit havalisindeki bu isyan, bu defa, 4 Haziran 1920 tarihine kadar, üç aydan fazla devam etti. Fakat; bundan sonra, 29 Temmuz’da, tekrar bir isyan oldu. Bundan sonra dahi, bu havalide, tam olarak sakin kalınmış değildir. Bununla beraber; isyancılar, sonunda, tamamıyla bozguna uğratılmışlar ve başlarındakiler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kanunlarına verilmişlerdir...”.174 Bu arada; Mustafa Kemal Paşa, Kuva-yı İnzibatiye olarak da anılan Hilâfet Ordusuna değinerek şu açıklamaları yapar: “...İzmit’te de, Süleyman Şefik Paşa kumandasında, Hilâfet Ordusu adını taşıyan, bir hain kuvvet yığınaklanıyordu. Bunun bir kısım kuvveti de, Bolu civarlarında, Kurmay Binbaşı Hayri Bey kumandasında, isyancıları kuvvetlendirmişti. Bu kuvvetle beraber, İstanbul’dan gönderilen birçok subay da vardı. Hilâfet ordusunun, Süleyman Şefik Paşa’dan sonra; belli başlı kumandanları, Süvari Tuğgenerali Suphi Paşa ve topçu yarbaylarından Senai Bey’di... Suphi Paşa hakkında, küçük bir hatıramı anlatayım. Suphi Paşa’yı Selanik’ten tanırdım. Ben, önyüzbaşı; o, daha o zaman tuğgeneral ve süvari tümeni kumandanı idi. Aradaki rütbe farkına rağmen, çok samimî arkadaşlığımız vardı. Meşrutiyetin ilânında; ilk defa, Iştip havalisinde Cumalı namında bir yerde, süvari manevraları yaptırmıştı.
Diğer bazı kurmaylar arasında, beni de, tatbikat ve manevrada bulunmak üzere davet etmişti. Kendisi, Almanya’da tahsil görmüş; çok usta bir binici idi. Fakat; askerlik sanatını anlamış bir kumandan değildi. Manevranın bitiminde ben, yetkim ve rütbem müsait olmadığı halde; Paşa’yı, umum subaylar karşısında, acı bir tarzda tenkit etmiştim ve daha sonraları, Cumalı Ordugâhı isminde küçük bir eser de yazmıştım. Suphi Paşa, gerek herkesin önündeki tenkitlerimden ve gerek yayımlanan bu eserimden pek üzüldü. Kendi itirafına göre, kuvve-i maneviyesi kırıldı. Fakat; şahıs olarak, bana gücenmedi. Arkadaşlığımız devam etti. işte Hilâfet Ordusuna buldukları kumandan, bu Suphi Paşa’dır. Paşa, daha sonra, Ankara’ya geldi. Seyahata çıkıyordum, istasyonda, çok kalabalık içinde, birbirimize tesadüf ettik. Kendisine ilk sualim şu oldu: Paşam, niçin Hilâfet Ordusu kumandanlığını kabul ettin? Suphi Paşa, bir an tereddüt etmeksizin: Size mağlûp olmak için, cevabını verdi. Bu cevabı ile anlatmak istiyordu ki; bu vazifeyi, bile bile kabul etmişti. Suphi Paşa, böyle bir histe bulunabilir. Fakat; hakikatte, kumandayı üstlendiği zaman, kuvvetleri, zaten mağlûp edilmiş bulunuyordu... Hilâfet Ordusunun Bolu civarında bulunan kısmı da, bozguna uğratıldı... Hilâfet Ordusu da, İzmit’ten İstanbul’a kaçmaya mecbur edildi”.175
İç isyanlar, ne yazık ki; sadece bu kadarla kalmaz. Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri ile, “...Memleketin kuzeybatı bölgesinde isyancılarla uğraşırken; memleketin ortasında Yenihan, Yozgat ve Boğazlayan havalisinde de isyan başlıyor. Bu isyan hareketi de sözü edilmeye değer. 14 Mayıs 1920 tarihinde; Postacı Nazım ve Çerkez Kara Mustafa namında birtakım adamlar, 30, 40 kişi ile, Yenihan’a tâbi Kaman karyesinde isyan ettiler. Bu hareket, giderek artan bir şiddetle yayıldı, isyancılar, 27/28 Mayıs 1920 gecesi, Çamlıbel’de bulunan bir müfrezemizi basarak esir ettiler. 28 Mayıs 1920’de; diğer bir kısım isyancılar da, Tokat civarında yürüyüş halinde bulunan bir taburumuza hücum ederek dağıttılar ve kısmen esir ettiler. Cüretlerini artıran isyancılar, 6/7 Haziran 1920 gecesi, Zile’yi işgal ettiler.Oralardaki askerlerimiz, Zile Kalesi’ne çekilerek müdafaa ettiler. Askerin erzak ve cephanesi tükendikten üç gün sonra, isyancılara teslim oldular, isyancılar, 23/24 Haziran 1920’de de, Boğazlayan’a baskın yaptılar.Orada bulunan bir müfrezemizi dağıttılar. Amasya’da bulunan 5. Kafkas Tümeni, başında Binbaşı Cemil Cahit Bey olduğu halde; isyancılar aleyhine harekete geçirildi. Ayıntap bölgesinde bulunan Kılıç Ali Bey de, bir millî müfreze ile, bu havaliye getirildi.
Erzurum’dan Ankara’ya gelmekte olan bir Erzurum millî müfrezesi de, o havalide bırakıldı. 1920 senesi Temmuzunun ortasına kadar, bu isyancıların takip (edilmesi) ve yola getirilmesi ile uğraşıldı. Yenihan isyanı, Orta Anadolu’nun diğer yerlerindeki fesatçıları da harekete getirdi. Çapanoğullarından Celâl, Edip, Salih, Halit Beyler; Aynacıoğulları ve Deli Ömer çeteleri gibi, birtakım eşkiyayı başlarına toplayarak; 13 Haziran’da, Yozgat civarında Köhne nahiye merkezini işgal etmek suretiyle ve 14 Haziran’da da, Yozgat şehrini işgal ederek, büyük bir bölgeye hâkim oldular. Merkezi Sivas’ta olan 3. Kolordu kuvvetleri ve o bölgede bıraktığımız millî kuvvetler yetmedi. Eskişehir’den Ethem Bey Müfrezesi ve Bolu havalisinden İbrahim Bey Müfrezesi de, Yozgat bölgesine gönderildiler. Yozgat ve bölgesinde, isyancılar yola getirildikten sonra; oraya gönderilen müfrezelere, diğer bölgelerde vazife verildi. Fakat; bu havalide, sükûn, genellikle teessüs edemedi. 7 Eylül 1920’de, Küçük Ağa, Deli Hacı, Aynacıoğulları denilen birtakım serseriler, Zile civarlarında; Kara Nazım, Çopur Yusuf namında birtakım adamlar da, Erbaa cihetlerinde tekrar faaliyete geçtiler. Bunlardan Aynacıoğulları, 300 atlı kadar kuvvet toplayabilmişlerdi. Bu vaziyet üzerine; 2. Kuvve-yi Seyyare namını alan İbrahim Bey Müfrezesi, tekrar, bulunduğu Eskişehir bölgesinden Yozgat’a vararak; mahallî millî müfrezeler ve jandarma kuvvetleri ile ortaklaşa; Maden, Alaca, Karamağara, Mecitözü bölgelerinde; muhtelif gruplar halinde fesat ve eşkiyalık hareketleri yapan isyancıları takip ederek yola getirdi. İbrahim Bey, isyancıların yola getirilmesinde; ancak, üç aydan fazla bir zamanda muvaffak olabildi”.176
Bu isyan hareketlerine ön olan dönemde; Konya ve Afyonkarahisar’da da, benzer fesat olayları görülür. Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri ile, “...5 Mayıs 1920 tarihinde, Konya’da bir fesat cemiyeti keşfolundu. Bu cemiyete mensup olanların ileri gelenleri tutuklanmaya başlandı. Bir gün sonra; tutuklanmakta olan bu ileri gelenler, halka da fesat telkin ederek; Konya içinde, silâhlı bir toplantıya teşebbüs ettiler. Bir kısım ahali de, silâhlı olarak hariçten gelerek, hep beraber isyan ettiler. Konya’da bulunan kumandan, elindeki kuvvetlerle cesaretle hareket ederek, isyancıları dağıtmaya ve ön ayak olanları tutuklamaya ve takibe muvaffak oldu... Afyonkarahisar bölgesinde Çopur Musa namında bir adam da, başına topladığı kuvvetle, askerleri kaçmaya teşvik ve millete, askere gitmemeyi telkin ediyor. Çopur Musa, 21 Haziran 1921 tarihinde, Çivril’i bastı. Gönderilen kuvvetler karşısında kaçtı ve Yunan ordusuna katıldı”.177
Güney bölgelerimize gelince; Mustafa Kemal Paşa şöyle diyor: “Bu tarihlerde; Güney bölgelerimizde de, bizi ciddî bir surette meşgul eden mühim isyanlar vukua geldi: Milli Aşireti Reisleri Mahmut, İsmail, Halil, Bahur ve Abdurrahman Beyler, Güneyde düşmanlarla gizli temas ve irtibat tesis ettikten sonra; Siirt’ten Dersim havalesine kadar, bütün aşiretlerin reisi sıfatını takınarak; o havaliye hükmetmek ve reislik yapmak hırsına kalkıştılar. Fransızlar, 1920 senesi Haziranının başlangıcında; Urfa’yı ikinci defa zaptetmek maksadı ile hareket ettikleri zaman, Milli Aşireti de, Siverek istikametinde ilerledi. Buna karşı, o havalide bulunan 5. Tümenimiz memur edildi. Bu tümen, o havalideki millî kuvvetlerimizle de kuvvetlendirildi. 19 Haziran 1920 tarihinde, birliklerimizin takibi altında, Güneydoğu istikametinde düşman bölgesine kaçmaya mecbur edildi. Bu aşiret, bir müddet düşman bölgesinde hazırlandıktan sonra; 24 Ağustos 1920’de... tekrar arazimize geçti. İstilâcılar, aman dilemek maksadı ile geldiklerini söyleyerek, mahallî kumandanlarımızı aldattılar ve tedbir almakta ihmale sevk ettiler. Bu sırada; o civarda dağınık bulunan müfrezelerimize hücum ederek, onları mağlûp ve 26 Ağustos i92o’de, Viranşehir’i işgal ettiler. Muhabere ve irtibatımıza mani olmak üzere de, o bölgedeki bütün telgraf hatlarını kestiler. Ancak; 15 gün sonra, 5. Tümenin Siverek, Urfa, Resülayn ve Diyarbekir’de bulunan birliklerinden gönderilen kısımlar ve sadık aşiret kuvvetleri isyancıları mağlûp edebilmişlerdir. Takip olunan Milli Aşireti, tekrar güneye, çöle kaçtı”.178
Bu isyanların yer aldığı vatan topraklarını ve üzerinde yaşayanları askerce bir terimle, “İç Cephe” olarak tanımlayan Mustafa Kemal Paşa, yıllar sonra şöyle bir değerlendirme yapacaktır: “...Cepheler, iki şekilde düşünülebilir: İç Cephe, Görünür Cephe. Asıl olan, iç cephedir. Bu cephe, bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir.Görünür Cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silâhlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, yenilebilir. Fakat; bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti yok edemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren, iç cephenin çöküşüdür. Bu gerçeği bizden çok kavramış olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için yüzyıllarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar, başarmışlardır da. Gerçekten; kaleyi içinden almak, dışından zorlamaktan çok kolaydır...”.179
KAYNAKÇA
3 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III, Ankara, 1954, s. 24.
4 Nutuk I, s. 1-2.
5 Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 1984, s. 1.
6 Richard D. Robinson, The First Turkish Republic, Cambridge-Massachusetts, 1963, p.29-
7 Nutuk I, s. 12.
11 Harp Tarihî Vesikaları Dergisi, say: 4, vesika 62, Ankara, 1953.
12 Nutuk III, s. 905.
13 Nutuk I, s. 17.
14 Atatürk ile İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921) 1982, s. 26.
15 Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, 1969, s. 33.
16 Harp Tarihî Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 15.
17 Bilâl N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938) I, 1973, s. 4-5.
18 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 4, vesika 68,
22 Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, 1956, s. 132.
23 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I, 1961, s. 35-36.
24 Nutuk I, s. 22-23.
25 İstiklâl Harbimiz, s. 35.
26 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 5, vesika 92.
27 Nutuk I, s. 24-25.
29 Bilal N. Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk (1919-1938) I, 1973, s. 15.
30 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 17.
33 Askeri Tarih Belgeleri Dergisi, sayı 79, belge 1732.
35 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 1, vesika 21.
37 İngiliz Belgelerinde Atatürk I, s. 28 (No. 8, Ek 2).
38 Tevfik Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da (1919-1921) I, 1959, s. 83.
39 İngiliz Belgelerinde Atatürk I, s. 26.
40 Nutuk I, s. 30.
44 Reşit Paşa’nın Hatıraları, 1939, s. 61-62.
45 Nutuk I, s. 43.
47 Cevat Dursunoğlu, Millî Mücadelede Erzurum, 1946, s. 87-90.
48 Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, sayı 2, vesika 29.
49 Nutuk I, s. 43.
51 Atatürk ile İlgili Arşiv Belgeleri (1911-1921), 1982, s. 48-49.
52 Nutuk I, s. 47.
54 İstiklâl Harbimiz, s. 70.
55 Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber I, 1966, s. 44-45-
56 Nutuk I, s. 63.
57 Millî Mücadelede Erzurum, s. 94.
58 Nutuk I, s. 64
63 Millî Mücadelede Erzurum, s. 140.
65 Nutuk I, s. 101-102.
69 Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. I, s. 191-193.
70 Millî Mücadelede Erzurum, s. 137-138.
71 Erzurum’dan ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, c. I, s. 198-199
72 Nutuk I, s. 83-85.
73 Nutuk I, s. 77-79.
79 Nutuk III, s. 1063-1065.
80 Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, çev: Ayhan Tezel, Sander Yayınları, 1972, s. 297-298.
81 Dr. Seçil Akgün, General Harbord’un Anadolu Gezisi ve Ermeni Meselesine Dair Raporu, s. 110-112.
82 Nutuk I, s. 172-173.
86 Dankwart A. Rustow, Atatürk as Founder of a State, p. 218-219.
87 Nutuk I, s. 138.
93 İngiliz Belgelerinde Atatürk, s. 103-104.
94 Nutuk I, s. 174.
106 İngiliz Belgelerinde Atatürk, s. 137-140.
107 Millî Mücadele Başlarken II, s. 68.
108 Nutuk I, s. 243-247.
110 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri III, s. 4-10.
111 Millî Mücadele Başlarken II, s. m-114.
117 Nutuk I, s. 272-274.
118 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, s. 115.
120 Nutuk I, s. 310-329.
122 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, IV, 1964, s. 139.
123 Mehmet Önder, Atatürk’ün Yurt Gezileri, 1975, s. 239.
124 Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber, II, s. 498.
125 Nutuk I, s. 332.
127 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, s. 4-15.
137 Nutuk III, s. 1194.
138 Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, s. 180-181.
140 Nutuk I, s. 378.
143 İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s. 257.
144 Nutuk I, s. 397.
147 Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, s. 129-131.
148 İngiliz Gizli Belgelerinde Türkiye, s. 261-267.
149 İngiliz Belgelerinde Atatürk I, s. 461-462.
150 Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk ile Beraber II, s. 553.
151 Nutuk I, s. 411.
155 Nutuk I, s. 417.
156 Millî Mücadele Hatıraları, s. 312-313.
157 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, s. 257-258.
158 Nutuk I, s. 420-421.
160 Ali Fuat Türkgeldi, Görüp işittiklerim, Ankara, 1951, s. 260-261.
161 Atatürk Özel Arşivinden Seçmeler, s. 124.
162 Nutuk I, s. 430.
165 Nutuk II, s. 436-437.
167 Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, s. 305-307.
168 İngiliz Belgelerinde Atatürk, s. 79-80.
170 Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri, s. 323-326.
171 Nutuk II, s. 460.
172 Atatürk ile İlgili Arşiv Belgeleri, s. 83.
173 Nutuk II, s. 441-442.
/Cemal ENGİNSOY
Emekli Korgeneral
KAYNAK: Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 9, Cilt Iıı, Temmuz 1987
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder