Genç Paşa’nın Samsun’da kaldığı 7 gün boyunca, yaptıklarının bir bölümüne tanık olan Hacı Kasım’ın halen hayatta bulunan oğlu Sabri Efendi, babasının Mustafa Kemal Paşa ile ilgili bir anısını şöyle naklediyordu:
“Mustafa Kemal Paşa, arkadaşları ile bir gün Samsun’da dolaşırlarken, yolları şimdiki belediye binasının bulunduğu yere düşmüş. Babamın da oralarda bir yerde küçük bir dükkânı vardı. Paşanın geçtiğini gören esnaf dükkânlarının önüne çıkarak kendisini selamlıyor, hal-hatır soruyorlarmış. Bu sırada kalabalığın içinde üstü-başı perişan ağlayan bir asker gören Mustafa Kemal Paşa onu yanına çağırarak, ‘Asker ağlamaz arkadaş. Sen ne ağlıyorsun?’ diye sormuş. Asker, karşısında çakmak-çakmak gözleriyle kendisine bakan bir paşa görünce, bir süre dili dolanmış, sonra (Nasıl ağlamam paşam. Düşman memleketi bastı. Hükümetleri de beni terhis etti. Silahımı da aldılar. Düşmanı ben şimdi ne ile öldüreceğim.)
Mustafa Kemal Paşa’nın yüzündeki sert çizgiler, askerin bu sözleri üzerine yumuşamış (Üzülme oğlum) diyerek yanındakilere dönmüş ve şunları söylemişti: "Cevat Bey, fırka karargâhına gittiğimizde Binbaşı Mahmut Ekrem Bey’e söyle, bu çocuğu tepeden tırnağa silahlandırsınlar. Bu bizim yeni ordumuzun ilk neferidir."
SUİKAST TEŞEBBÜSÜ
Anlatıldığına göre, Samsunda bazı millet düşmanları Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmeye bile çalışmışlar. Samsunlu birkaç dedenin başkalarından duyduklarına dayanarak anlattıklarına göre, bu hain suikast teşebbüsün öyküsü şöyle:
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’da kaldığı Mıntıka Palas Oteli’ne bir gün iri yarı bir şahıs gelmiş ve Paşa ile görüşmek istediğini bildirmiş. Askerlere pek itimat telkin etmeyen bu şahıs, Paşanın otelde olmadığını söyleyenlere, direnmiş ve zorla ikinci kata kadar çıkmış... Gürültüleri duyan Mustafa Kemal Paşa, ne olup bittiğini öğrenmek üzere yaverini göndermiş. Ancak bu şahıs, söyleyeceklerini ancak Paşa’ya anlatabileceğini bildirerek, yaverin aracılık isteğini de geri çevirmiş. Bunun üzerine Adı-sanı bilinmeyen bu şâhısı Paşa’nın odasına almışlar.
Mustafa Kemal Paşa:, “ gel bakalım evlat ne istiyorsun?” diye sormuş. Adam bir süre tereddüt ettikten sonra “ Paşam, bana zatınızı vurmam için vazife verdiler.” demiş...
Mustafa Kemal Paşa, yaverlerinin adamı yakalamak için yaptıkları girişime engel olduktan sonra, “peki öyleyse yap bakalım vazifeni. Vazife verildi mi yapılır. Haydı vur beni.” karşılığını vermiş...
Adam bunun üzerine gözlerinden adeta yıldırımlar saçan Paşa’nın ellerine sarılarak, “affet beni paşam. Sen millet adamısın. Vurulmaya değil, baş tacı olmaya layıksın” diyerek üzerinde sakladığı tabancasını çıkarıp Paşa’nın çalışma masasına bırakarak ağlamaya başlamış.”
OKUDUĞU KİTAPLAR
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da kaldığı süre içerisinde karargâh subayları ve şehrin ileri gelenleriyle sürekli görüşmeler yapıyor, bu arada geceleri yorgun, argın sarı atlas yorganının altına uzandığında, bazı kitapları okuyor, notlar alıyor önemli bulduğu satırların altını çiziyordu.
Büyük Önderin, o tarihlerde Samsun’da okuduğu kitaplar arasında Vales’in “Cihan Tarihi ve Büyük Adamlar serisi” adlı kitaplar da bulunuyordu.
Halen Samsun’da Gazi Kütüphanesi’nde korunan bu eserlerden Enis Behiç’in “Tarihte Örnekli Kadınlar” adlı kitabının “madarolan” başlıklı bölümünde, Mustafa Kemal Paşa’nın altını mor kalemle çizdiği satırlar dikkat çekiyordu.
“Hürriyet bilakayd şart serbest olmak, ormanlarda yaşayan hayvanlara mahsustur. İnsanlar ise içtimai muhitlerde bir takım adetlerle teemmüllerle ülfet etmiş, bir terbiyeye...”
Ayrı bir kitabın 97. sayfasında da mor kalemle şu satırların altı çizilmişti: “Hürriyet-i siyasiye her istenilen şeyin yapılmasından ibaret değildir. Bir devlette, yani kavimine malik bir heyet-i içtimaiye de hürriyet arzu edilmesi lazım gelen şeyin yapılmasını ve arzu edilmek icap eden şeyin yapılmasından cebriye ve tazyik altında kalınmasından ibaret olabilir. İstiklal ve hürriyetin ne olduğunu fikre koymak lazımdır.”
Bu kitabın 98 sayfasında da şu satırların altını çizmiştir: “ İlmi esaslara nazaran ferdin hududu hürriyeti, gayrinin hududu hürriyeti ile mahdut olduğundan, başkasının hak ve hürriyetini tanımayan kendi hak ve hürriyetini tanımaz. Metaneti siyasiye sahip olan hakiki ve zeki inkılâpçılar, bu şaibeden masundurlar. Onlar, ne gibi ahvalde şiddet ve ne gibi ahvalde mülaymat göstereceklerini bilirler ve milletlerin, hürriyet ve adalete doğru yürütürler.”
TELGRAF MEMURU GİBİ…
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Samsun’a gelmelerinden hemen sonra manipleler, çalışmaya başladı. Paşa, yurdun dört bir yanındaki ordu komutanlıklarına telgraflar gönderiyor ve silah arkadaşlarının görüşlerini öğreniyordu.
Daha 21 Mayıs 1919 tarihinde 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’ya gönderdiği şifrede “Ahvali umumiyenin almakta olduğu şekli vahimden mütecasir ve mütellim olduğunu” bildiriyor ve şöyle diyordu:
“Millet ve memlekette medyum olduğumuz, en son vazife-i vicdaniye- yi yakından, müşterek mesai ile en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaati ile bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel Erzurum’a gelmek arzusundayım. Fakat Samsun ve havalesinin vaziyeti, asayişsizliği yüzünden fena bir akıbete duçar olmak mahiyetinde bulunduğundan, buralarda birkaç gün kalmak zarureti bulunmaktadır.”
Ankara’daki 20. Kolordu komutanı Ali Fuat paşaya bir telgraf gönderen Mustafa Kemal Paşa, ondan da özellikle İzmir ve çevresindeki düşman harekâtıyla ilgili bilgilerin kendisine ulaştırmasını istedi.
***
İNGİLİZLERİN GİRİŞİMİ
Mustafa Kemal Paşa, Samsun’da hazırlıklarını sürdürürken limana bir İngiliz torpidosunun demirlediği haberi geldi. İstanbul’dan Samsun’a kadar “Bandırma Vapuru”nu izleyen ancak amacına ulaşamayan İngiliz savaş gemisinin, eli boş dönmesinden sonra, İngiliz işgal komutanlığı, genç Mirlivayı yakalatmak için yeni bir yol deniyordu.
İngiliz torpidosunun komutanı olan Binbaşı, Samsun’daki Tümenin Komutanı Rafet Bey’i ziyaret ediyor ve “Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının bir an önce İstanbul’a dönmelerinin herkes için hayırlı olacağını” söylüyordu.
Rafet Bey, İngiliz binbaşısının bu sözlerini gözünü kırpmadan şöyle cevaplandırıyordu:“Derhal geminize biniz ve geldiğiniz yere dönünüz, yoksa sizi hemen tevkif ettirir, sonrada astırtırım.”
İngiliz binbaşısı, bu ihtar üzerine Samsun’dan İstanbul’a dönmekten başka bir çare bulamaz. Ancak Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını İstanbul’a geri götürmek için yapılan baskıların şekil değiştirerek hatta kuvvet kullanarak devam edeceği anlaşılıyordu.
Biran önce Erzurum’a gitmekte kararlı olan Mustafa Kemal Paşa, daha önce Anadolu’nun bazı yerlerinde hazırlıklarını tamamlamak istiyordu. Bu uzun mücadele yolunda ilk durak olarak da Havza’yı seçti.
PAŞA VE MİLLİ SIR
İstanbul’dan “Bandırma” vapuru ile yola çıkmadan, Şişlideki evinde “Ya istiklal Ya ölüm” kararını veren genç Mirliva, “ milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiği büyük tekâmül istidadını milli bir sır gibi vicdanında taşıyarak, bütün heyet-i içtimaiye ye tatbik ettirmek mecburiyetinde olduğunu biliyordu. M. Kemal Paşa bu nedenle Samsun’dan ayrılıp Havza’ya gitmeye karar verdi.
25 Mayıs 1919 Pazartesi günü öğleden sonra M. Kemal Paşa, Mıntıka Palas Oteli’nin merdivenlerini heyecanla indi. Artık milli mücadele yollunda ikinci adımı atacaktı. Paşa ve karargâhı için ordu kalıntıları arasından bulunmuş üç hurda otomobil hazırlandı. 19 Mayıs 1919 Salı günü Samsun’da doğan kurtuluş güneşi inancını, gücünü ve heyecanını 25 Mayıs 1919 Pazartesi günü öğleden sonra Anadolu içlerine taşımaya başladı.
M. Kemal Paşayı ve karargâh subaylarını taşıyan köhne “Benz” marka otomobiller ve mahiyetin bulunduğu yaylılar Kavak’a doğru bir tehlike çemberinin içinden ilerliyordu. Karadeniz bölgesinin hemen her yerinde oluşan Rum Pontus çeteleri özellikle Samsun-Kavak-Havza arasında bin bir cinayet işliyor, köyleri basıp talan ediyorlardı. Büyük Önder, her an bir Pontus’çu çetenin saldırısına uğrayabileceklerini biliyordu. Bu tehlikeyi, göz önünde bulundurarak gereken tedbir alınmıştı. Önde giden yaylılardaki mahiyet subayları, yeşil tepeleri keskin gözleriyle tarıyor, bir saldırı halinde binlerce yıllık bir milleti yok olmaktan kurtarmaya ant içmiş genç Mirlivayı canları pahasına korumaya hazır bulunuyorlardı. Kırık dökük Benz’ler sık sık su kaynatarak Samsun-Kavak arasındaki 30 kilometrelik yolu üç saatte alabildi. Yol boyunca zaman zaman direksiyona geçen M. Kemal Paşa, yüreğindeki heyecanla, saatte ancak 14 kilometre hız yapabilen yaşlı arabayı sürat sınırının üzerine çıkartarak otomobilde bulunanları epey korkutmuştu.
PAŞA KAVAK’TA
M. Kemal Paşa ve arkadaşları Kavak’a, 25 Mayıs 1919 Pazartesi günü saat 15.00 sıralarında geldi. Paşa, doğruca nahiye binasına gitti. Hafif bir yağmur çiselerken Paşa’nın kasabalarına geldiğini duyan Kavaklılar, Halk Müdürlüğü binasının önünde toplanmışlardı. Genç Mirliva, halktan gördüğü ilgi karşısında memnun olmuş, kasabanın ileri gelenlerini gruplar halinde yanına çağırmıştı. Aziz adlı bir genç de Paşa’ya ikramda bulunmuştu. Şimdi 80 yaşında olan Aziz Bey, M. Kemal Paşanın Kavak’a gelişiyle ilgili anılarını şöyle anlattı:
“ Nahiye binasının önünde bir otomobil durdu. “Paşa geldi Paşa geldi” diye konuşmalar oldu. Ben de seğirttim. Çizmeli, külot pantolonlu, kalpaklı bir paşa gelmişti. Nahiye Müdürünün odasına aldılar. Bana “Koş Paşa’ya sor ne emrediyor” dediler. Müdürün odasına girince “Ne emredersiniz Paşam” diye sordum. “Hava soğuk çay içelim” dedi. Paşa, daha sonra memleketin ve milletin durumu ile ilgili bir şeyler anlattı. Sonra yanına kabul ettiği eşrafa şöyle sordu: “Peki hal budur, siz de bundan şikâyetçisiniz. Bu durumu kabul ediyor musunuz? ”
Odadakiler, Paşa’nın sert bir sesle sorduğu bu soruyu,“Kabul etmiyoruz, halimiz perişandır.” diye cevapladılar.
M. Kemal Paşa, “Peki ne yapmak istiyorsunuz?” diye ikinci bir soru sorunca, adını hatırlamadığım biri, “ Büyüklerimizin, kumandanlarımızın düşündüklerini yapmayı, icap ederse sakladığımız dede yadigârları silahlarla bu eşkıyaya karşı koyarız” diye bağırdı.
Bu sözler, genç Mirlivanın beklediği cevaptı. Karanlığa kalmamak için daha fazla durmadan Kavak’tan ayrıldı. Paşa, otomobiline binerken kendisini uğurlayan Kavaklılara; “Siz, bir müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurunuz. Bana da Havza’ya bilgi veriniz” talimat verdi.
BİR KÖYLÜ VE VATAN
Mustafa Kemal Paşa ve kurmay subayları yaşlı Benz marka otomobiller ve yaylılarla yeniden yola koyulmuşlardı. Bir süre yol aldıktan sonra genç Paşa, yol kenarında tarlasını süren bir köylü gördü. Köylüyle sohbet edip onun görüşlerini öğrenmek için otomobilinin durdurdu.
Köylüye, “Hemşerim düşman Samsun’a asker çıkaracak. Belki de buralara kadar gelecek. Sen hala rahat rahat toprağı sürüyorsun “ diye seslendi.
Köylü, kim olduğunu kestiremediği Paşa’yı bir süre süzdükten sonra “Sen ne diyon Paşa” diye cevap verdi. “üç kardeş, Yemen’de, Kafkasya’da Çanakkale’de kaybettim. Onlardan geri sekiz öküz ile üç dul kaldı. Hepsi benim sabanımın ucuna bakar. Ben de yarım adamım, şimdi benim vatanımda, yurdumda nah şu sabanın ucu. Düşman oraya gelinceye kadar, benden hayır yok.”
Bir milleti kurtarmak için yola çıkmış genç Paşa, köylünün bu sert sözleri karşısında susmuş ses çıkarmamıştı. Kurmay subaylar ve maiyetteki öteki şahıslar da üzülmüşlerdi. Milleti kırıp geçirerek, sonunda umutsuzluğa itenlere “lanet” etmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder