2. BÖLÜM: KONGRELER
I. Erzurum Kongresi:
Mustafa Kemal Paşa’nın kendi deyimi ile, “erler yatağı” Erzurum’da karşılaştığı coşkun ilgi gerçekten etkileyicidir. Bunu, karşılama töreninde bulunan yetkili bir kişiden dinleyelim: “... Erzurum’un eski ve güzel bir âdeti vardır. Batıdan gelen misafirlerini şehrin ilk göründüğü nokta olan Ilıca’dan karşılar, geniş ovanın bu başlangıç noktasından Kale’ye kadar kendisine yoldaşlık ederler. O gün (3 Temmuz 1919) Mustafa Kemal Paşa’yı da küçük bir kafile burada karşıladı. Karşılayıcıların başında Erzurum’daki Kolordunun (15. Kolordu) Kumandanı (Kâzım Karabekir Paşa) kurmay subayları ile beraber bulunuyordu. Yine o tarihlerde Erzurum’da millî hareketi temsil eden Müdafaa-i Hukuk’un Merkez Heyeti de bu karşılayıcı kafilesinin ikinci kısmını teşkil ediyordu. Mustafa Kemal Paşa ile arkadaşları, ikindiüstü Ilıca’ya varmışlardı. Kaplıcaların önünde düşman baltasından kurtulmuş birkaç söğüdün gölgesinde... sekiz on kişilik bu küçük grup, kahvelerini içerken günün durumu konuşulmaya başlandı. Mustafa Kemal Paşa, bu birkaç dakikalık görüşmede, sözü hep millî hareket etrafında dolaştırıyordu. Bu sırada gözleri Ilıca’nın batısındaki sırtlara ilişti. Sıcak yaz güneşi bu sırtların arkasına doğru çekiliyor ve sırtın üzerini ışıkları ile süslüyordu. Burada, tam yolun geçtiği yerde, bir adam, ufka mürtesem düştüğü için çok irileşiyor ve arkasına güneşi aldığı için de, koyu renkli ve parıltılı bir cevherden dökülmüş bir heykel gibi görünüyordu. Bu güzel ışık ve gölge oyununu ilk gören Mustafa Kemal Paşa olmuş ve yanındakilere göstermişti. Orada bulunanların hepsi birden, o tarafa baktılar. Heykel, sırtlardan aşağı doğru yürüyor; onu, ufkun arkasından çıkan yeni heykeller ve Anadolu ovalarının cefalı kağnıları takip ediyordu... bu, beş on kağnı ile kadın, erkek, çoluk, çocuk, yirmi otuz kişilik bir muhacir kafilesi idi. Kafilenin önünde yürüyen heykel, yavaş yavaş söğütlüğe doğru ilerledi. Bu, iri ve dinç bir ihtiyardı. Gür ve ak sakalı göğsünü doldurmuş; Anadolu ovalarının güneşi, Anadolu dağlarının rüzgârı çehresini tunçlaştırmıştı. Omuzlarına kartal kanat attığı paltosu ve elindeki asası ile, bir yolcudan ziyade, şark mitolojisindeki yarı Tanrı kabile reislerine benziyordu. Misafirlerin ehemmiyetli kimseler olduğunu anlayan ihtiyarın zeki gözleri parladı. İri ve ak tüylerle örtülü elini geniş göğsünün üstüne koyarak, oturanları selâmladı. Mustafa Kemal Paşa, ta yanı başına kadar geldiği halde, heykellik azametini kaybetmeyen bu ihtiyarın hatırını soruyor; o da, gövdesine yaraşan derin ve gür sesi ile teşekkür ediyordu. Bu kısa hoşbeşden sonra, Paşa, ihtiyara, -Ağa, böyle nereden geliyorsun? dedi. İhtiyar,- Paşam, Rus gelirken muhacir olmuştum. Çukurova’da idim. Şimdi köyüme dönüyorum, diye cevap verdi. Paşa, zamanın nezaketini, halin emniyetsizliğini ileri sürerek; böyle bir zamanda buralara dönmesinin pek yerinde olmadığını, kışın sıkıntı çekeceğini anlatmak istedi. Sonunda da, -Ağa, yoksa oralarda geçinemedin mi? dedi. Ağa derhal mukabele etti, Hayır Paşam, Çukurova cennet gibi bir yer. Bir eken yüz biçiyor. Allah millete zeval vermesin. Bize tarla da verdiler, çayır da. Hamdolsun, uşaklar da çalışkandırlar. Değil Çukurova gibi bir yerden, taşdan bile ekmeklerini çıkarırlar. Geçimimiz Padişah da bile yoktu. Çok rahattık. Yalnız, Son günlerde işittim ki, İstanbul’daki ırzı kırıklar, bizim Erzurum’u Ermenilere vereceklermiş. Geldim ki göreyim, bu namertler kimin malını kime veriyorlar? Tunç çehreli, ak sakallı, gün görmüş ihtiyarın iman dolu göğsünden gelen bu ses, yine onun gibi tunç çehreli kahraman askerin gözlerini yaşarttı. Bu eski Türk kalesine millet için, milletle beraber çalışmaya gelen devlet adamı, yaşlı gözlerle arkadaşlarına döndü ve “bu milletle neler yapılmaz” dedikten sonra ihtiyarla vedalaştı... Mustafa Kemal, İstanbul Kapısında, başta bir tören kıtası olmak üzere, okullar ve halk tarafından karşılandı. Halk, büyük sevgi ve saygı gösterdi. Paşa, Erzurum’a ve Erzurum’daki fikir arkadaşlarına kavuştuğu için çok memnundu. Bu memnunluğu yüzünden belli idi. Yanındaki arkadaşları ile birlikte Kolorduya misafir oldular...”47.
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da 29 Ağustos 1919 gününe kadar kalır. Bu günler, gerek kendisinin resmî meslek hayatına veda etmesi, gerek millî mücadelenin gelişiminde önemli bir aşama oluşturan Erzurum Kongresi kararları bakımından, tarihî olaylara sahne olur. 5 Temmuz’da Harbiye Nazın, Mustafa Kemal Paşa’yı, Padişah adına İstanbul’a çağırır;48 aynı gün, Mustafa Kemal Paşa, “Merkezî Hükümetin muhtemel olumsuz tebliğlerini kontrol etmek ve durdurmak için, muhabere kanalı olan mühim merkezlerde tedbirler ve tertipler alınması” 49 yolunda bütün komutanlıklara emir verir. 7 Temmuzda gönderdiği bir genelgede. “İstiklâlimizi koruma uğrunda oluşan ve gerçekleşen millî kuvvetler her türlü müdahale ve tecavüzden korunmuştur. Devlet ve milletin mukadderatında millî irade geçerlidir ve hâkimdir. Ordu, bu millî iradeye bağlıdır ve onun emrindedir...” der ve komutanların, Merkezî Hükümetçe verilecek “kumandanlıktan uzaklaştırılmaya, birliklerin lağvına, millî kuruluşların zayıflamasına yönelik” emirlere uymamalarını ister.50 8 Temmuz’da Vekiller Meclisi, Mustafa Kemal Paşa’nın Ordu Müfettişliğinden alınmasına karar verir. Bu karar tutanağında, özellikle şu sözler, ibret ve hayretle okunmaya değer: “Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın, memuriyet bölgesi içinde bulunan İslâm halkını diğer unsurlar ve yabancılar aleyhine kışkırtma yolundaki hareketlerinden dolayı İstanbul’a getirilmesinin İngiltere Yüksek Komiserliğince ısrarla istenmesi... 5 Temmuz’da Samsun’a çıkarılan ve bir işgal mahiyetinde olmadığı yabancı temsilciler tarafından garanti edilen İngiliz askeri birliğine karşı âdeta savunmaya geçilmesi hususunda ast durumundaki kumandanlara emirler verdiği; bu Mustafa Kemal Paşa meselesinin İngiltere Devleti ile mühim anlaşmazlıklar çıkmasına sebep olacak derecede tehlikeli neticelere doğru yol aldığı...”.51
Nihayet, tarihî gece (8/9 Temmuz 1919) gelir. Mustafa Kemal Paşa, o geceye kadarki ve o geceki durumu şöyle özetliyor: “...Harbiye Nezareti, İstanbul’a gel, diyor. Padişah, evvelâ, hava değişimi al, Anadolu’da bir yerde otur, fakat bir işe karışma, diye başladı. (Sonra) ikisi birlikte, mutlaka gelmelisin, dedi. Gelemem! dedim. Nihayet, 8/9 Temmuz 1919 gecesi, sarayla açılan bir telgraf başı muhaberesi esnasında, birdenbire perde kapandı ve 8 Haziran’dan 8 Temmuz’a kadar, bir aydır devam eden oyun sona erdi. İstanbul, benim, o dakikada resmî memuriyetime son vermiş oldu. Ben de, aynı dakikada, 8/9 Temmuz 1919 gecesi saat 10.50’de, Harbiye Nezaretine; saat 11.00’de, Padişaha, memurluk görevimle beraber askerlik mesleğinden istifamı gösterir telgrafları vermiş oldum”. 52 Mustafa Kemal Paşa, bundan sonraki durumunu şöyle değerlendiriyor: “Keyfiyet, tarafımdan, ordulara ve millete bildirildi. Bu tarihten sonra, resmî sıfat ve yetkiden ayrılmış olarak, yalnız milletin şefkat ve civanmertliğine güvenerek ve onun bitmez feyiz ve kudret kaynağından ilham ve kuvvet alarak, vicdanî vazifemize devam ettik”. 53
9 Temmuz günü, 15. Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret eder ve bu ziyareti özetle şöyle anlatır: “...Kendisine hürmet ve samimiyette kusur etmeyeceğimi pek samimî ve ciddî bildirdim. Hazırol vaziyetinde selâmla, bundan sonra da ne emirleriniz varsa yapmayı bir şeref sayarım, dedim”. 54
Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’a başlıca geliş nedeni, Vilâyat-ı Şarkîye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti (Doğu Vilâyetleri Millî Hukuku Savunma Derneği) Erzurum Şubesi tarafından toplanması önceden kararlaştırılmış olan Kongre idi. 10 Temmuz’da toplanması düşünülen kongrenin açılışı, ilgililerin bütün çabalarına rağmen, bazı zarurî nedenlerle, 23 Temmuz’a bırakıldı. Bu sırada, küçük bir müfreze ile, İngiliz temsilcisi olarak Erzurum’da bulunmakta olan ve özellikle silâhların toplanarak sevk edilmesinden sorumlu olan Albay Rawlinson, sıkıcı davranışlarda bulunmaktadır. Nitekim 9 Temmuz günü öğleden sonra, evde, Mustafa Kemal Paşa’yı ziyarete gelir. Yetkili bir kaynaktan izleyelim: “...Kolonel (Albay) aramızda idi. Paşa ile havadan sudan, şundan bundan söz eden konuşmalar yaptıktan sonra, -işittiğime göre, burada, yarın bir kongre açacakmışsınız, dedi. Paşa, kesin bir sesle,- Evet, milletçe açılması kararlaştırılmıştır (cevabını verdi). Konuşma, karşılıklı şöyle sürdü: Kolonel -Açılmaması daha uygun olacaktır. Mustafa Kemal Paşa- Kongre muhakkak toplanacak ve gününde açılacaktır. Millet buna karar vermiştir. Açılmamasını tavsiye eden mütalâanıza hâkim olan sebepleri bile sormayı lüzumlu görmüyorum. Kolonel- Fakat hükümetim, bu kongrenin toplanmasına müsaade etmez. Mustafa Kemal Paşa -Ne hükümetinizden, ne de sizden müsaade istemedik ki, böyle bir müsaadenin verilip verilemeyeceği söz konusu olsun. Konuşmanın tam bu asabî ve çetin noktasında emir eri, elinde kahve tepsisi olduğu halde, odaya girdi. Paşa ile İngiliz Albayı arasındaki konuşmadan, tabiî, hiçbir şey anlamadığı halde; Paşa’nın yüzünden, hareket tarzından, sesinden ve sesinin tonundan her halde bir şeyler sezmiş olacak ki o andaki jestini asla unutamayacağım. Bu saf, dürüst ve sadık Anadolu çocuğu gözlerimin içine bakarak, göz ve kaşları ile işaret ederek, Kolonel’i kapı dışarı edeyim mi? diye sordu. Ben de, onun dili ile, yani kaş göz hareketleri ile, kahveyi ver, dışarı çık! işaretini verdim. Ali kahveyi verip dışarı çıktıktan sonra, Paşa ile Kolonel arasındaki konuşma yeniden şiddetlendi. Kolonel -Kongre’den vazgeçmezseniz, zor kuvveti ile toplantının dağıtılmasına mecburiyet hâsıl olacak, dedi. Paşa da, derhal, aynı şiddetle karşılık verdi- O halde, biz de, mecburî ve zarurî olarak, kuvvete kuvvetle karsı koyar ve her halde milletin kararım yerine getiririz. Paşa, çok sinirlenmişti. Hiddetli zamanlarında kaşları çatılır ve gözleri sağa ve sola çevrilerek ateş saçardı. Paşa yine bu halde idi. -Ne pahasına olursa olsun, kongreyi açacağız, diyerek yerinden kalktı ve Lord Curzon’un yeğenine (Albay Rawlinson) kesin bir şekilde, -Görüşmemiz bitmiştir, dedi. Kolonelin ters bir cevap verip Paşa’yı daha çok sinirlendirmesine engel olmak için, ben de hemen oda kapısını açtım -Lütfen Kolonel, diyerek kapıyı gösterdim ve muhakkak ki Paşa’nın muhataplarını esir halinde tutan yüksek iradesinin sevk ve tesiri altında Kolonel, açtığım oda kapısından ağzından tek kelime çıkmadan ve sapsarı bir yüzle basıp gitti...”.
Mustafa Kemal Paşa, 10 Temmuz’da, Vilâyat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesinin gönderdiği bir yazıda, “...cemiyetin başına geçmemi ve Faal Heyet Başkanlığını kabul etmemi teklif ediyorlar...” diyerek, 56 öneriyi kabul eder ve aynı gün Faal Heyetin ilk toplantısını yapar. 57
Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’daki çalışmaları yoğun şekilde sürer. Geniş ölçüde görüşmeleri de kapsayan bu çalışmaların ağırlık noktasını, hiç kuşkusuz, Kongre hazırlıkları oluşturur. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa’nın ve Rauf Bey’in Kongreye resmen katılmaları için yukarıda sözü edilen Cemiyet’in Erzurum şubesi üyelikleri sağlanır.
Nihayet 23 Temmuz 1919 günü saat 11.00’de, Mustafa Kemal Paşa’nın sözleri ile, “pek mütevazi bir mektep salonu”nda58 Erzurum Kongresi ilk toplantısını yapar. Mustafa Kemal Paşa, oybirliği ile başkan seçilir. Paşa, yaptığı açış konuşmasını şöyle özetliyor: “Tarih ve olayların şevki ile, fiilen içine düştüğümüz kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan heyecan duymayacak hiçbir vatanseverin tasavvur edilemeyeceğine işaret ettim. Mütareke hükümlerine aykırı olarak yapılan tecavüz ve işgallerden söz ettim. Tarihin bir milletin varlığını ve hakkını hiçbir zaman inkâr edemeyeceğini; bu nedenle, vatanımız, milletimiz aleyhinde verilen hükümlerin muhakkak iflâsa mahkûm olduğunu söyledim. Vatan ve milletin mukadderatını kurtarmak ve korumak hususunda, son sözü söyleyecek ve bunun hükmünü uygulatacak kuvvetin bütün vatanda bir elektrik şebekesi haline girmiş olan millî cereyanın yiğitlik ruhu olduğunu söyledim. Manevî kuvvetin güçlenmesine yardımcı olmak üzere de, bütün bilinen milletlerin ulusal amaçlarına ulaşmak için, o günlerdeki faaliyetleri ile ilgili bazı bilgileri özetledim. Ve mukadderata hâkim bir millî iradenin, ancak Anadolu’dan çıkabileceğini açıkladım. Millî iradeye dayalı bir ulusal şura kurulmasını ve gücünü millî iradeden alacak bir hükümetin teşkilini, çalışmamızın ilk hedefi olarak gösterdim”.59 14 gün süren Erzurum Kongresinin sonunda, 7 Ağustos’ta ilân edilen beyannamede, özetle, “Ulusal sınırlar içinde bulunan vatanın her parçası bir bütün oluşturur. Birbirinden ayrılmaz. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Hükümetinin dağılması halinde millet, hep beraber savunacak ve direnecektir. Vatanın ve istiklâlin korunması ve sağlanmasına Merkezî Hükümetin gücü yetmediği takdirde, bu maksadın sağlanması için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümet, Millî Kongrece seçilecektir. Kongre toplantı halinde değilse, bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır. Millî kuvvetleri geçerli ve millî iradeyi hâkim kılmak esastır.Hıristiyan unsurlara siyasî hâkimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozacak imtiyazlar verilemez. Manda ve himaye kabul olunamaz. Millî Meclisin derhal toplanması ve hükümet icraatının meclisin kontrolüne bırakılması sağlanmaya çalışılacaktır”.60
Olaylar bu şekilde gelişirken, İstanbul’da Vekiller Meclisi, 29 Temmuz’da, hâlâ, “Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in derhal yakalanarak İstanbul’a gönderilmeleri hususunun Harbiye Nezareti tarafından mülkî memurluklara telgrafla acele bildirilmesi” kararı üzerinde duruyordu. Fakat; bu karar ve emirler, hiçbir sonuç vermeyecektir.
7 Ağustos 1919 günü, Erzurum Kongresi sona erer. Mustafa Kemal Paşa, yaptığı kapanış konuşmasını şöyle özetler: “Esaslı kararlar alınmış olduğunu, cihana milletimizin varoluş ve birliğinin gösterildiğini, söyledim. Tarih, bu kongremizi çok nadir ve büyük bir eser olarak kaydedecektir, dedim”. 61 Erzurum Kongresi, nizamname gereğince, bir Heyet-i Temsiliye oluşturmuş ve Heyet’in Başkanlığına Mustafa Kemal Paşa’yı seçmiştir. Fakat, Mustafa Kemal Paşa’nın belirttiğine göre, bu heyet üyeleri, hiçbir zaman bir araya gelip birlikte çalışmış değillerdir. 62
26 Ağustos’ta, Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Müdafaa-i Hukuk Heyetinin Erzurum hemşeriliğini öneren bir yazısını alır: “Bu memleketin tarihinde şehrimizin nasıl nurlu bir yeri varsa; Erzurum tarihinde de yüksek vatansever kişiliğiniz, öyle özel bir yer kazanmıştır. Savaşçılara yaraşır hayatınızda, bu suretle mühim hatıralara sahip bulunan Erzurum’un evlâdı arasında yüksek adınızın görülmesi, bütün hemşerilerce şeref ve övünç vesilesi sayılacağından ve doğum yeriniz istilâ altında bulunduğundan, burada yerleşerek hemşeriliğimizi kabul buyurmanızı temenni eyleriz”.63 Bu dileğe, Mustafa Kemal Paşa, 27 Ağustos’ta şu cevabı verir: “Erzurum hemşeriliğinin teklifi sureti ile hakkımda bu kere de gösterilen sevgi ve samimiyet gösterisine teşekkür ederim. Tarihî olan Erzurum’un, bu erler yatağının hemşerileri arasında bulunmak, benim için en büyük mutluluktur...”.64
Erzurum Kongresi’nin yapıldığı günlerde; bazı aydın kişilerin kafasında “Amerikan mandası”nın hâkim bir yer tuttuğu, fikirlerini mektuplar ve telgraflarla Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdikleri görülür. Buna karşılık Erzurum Kongresinde sağduyu ağır basarak, “...Manda ve himaye kabul edilemez...” kararına varılır. Bununla beraber, Mustafa Kemal Paşa, manda konusunda tedirgindir; 27 Ağustos akşamı başlayan ve sabaha kadar süren özel bir toplantıda konu üzerinde, yine önemle durur. Yetkili bir kaynakta şu satırları görüyoruz: “...Paşa, bu gecenin tamamen manda meselesinin konuşulmasına ayrılmasından yararlanarak, Hayatî Bey’e, dosyadaki mektuplardan birçoğunu tekrar tekrar ve özellikle Vasıf Bey’in,65 Halide Edip Hanım’ın66 mektuplarını; Ali Fuat Paşa (67) ve Selâhattin Bey’den (68) gelen telgrafları okuttu ve zaman zaman şu açıklamaları yaptı: Ali Fuat Paşa ve Selâhattin Bey’in görüşleri yerindedir. İstanbul, bir Amerikan mandasıdır tutturmuş gidiyor. Bu, olmayacaktır. Türkiye, istiklâl bütünlüğüne sahip olacaktır. Bunu istemekte devam edeceğiz. Anladığıma göre; İstanbul’daki kişiler, bizi Amerika’da Wilson’a, Senato’ya, Kongre’ye müracaat ettirmek ve bütün Türk Milleti namına istenen bir manda oyununa düşürmek istiyorlar. Bu oyuna gelmeyeceğiz. Şu size okuttuğum telgraflara, mektuplara, tavsiyelere bakınız. Öyle bir manda istenecek veya verilecekmiş ki hükümranlık haklarına, hariçte temsil hakkımıza, kültür istiklâlimize, vatan bütünlüğümüze dokunulmayacakmış. Buna ve böylesine, Amerikalılar değil, çocuklar bile güler. Her şeyin başında, Amerikalılar, kendilerine hiçbir menfaat sağlamayan böyle bir mandayı niçin kabul etsinler? Amerikalılar bizim kara gözlerimize mi âşık olacaklar? Bu ne hayal ve ne gaflettir?... (Paşa) devam ediyordu: Amerikan mandası diye çırpınanlar, düşman işgali altında bulunan sinirleri ve zaafları ile bu millete ve bize inanmayanlardır. Bizim hayal ve macera peşinde koştuğumuzu sananlardır. Eğer bunlar, Anadolu’nun ve Türk Milletinin gerçek duygularını bilseler; bizim çalışmalarımızın hedefini kavrayabilseler, Erzurum Kongresi’nin kararlarının nasıl bir millî vicdan mahsulü olduğunu takdir edebilseler, bu yanlış fikirlerinden dolayı utanç duyarlar. Bunlar, ümitsizlik ve bozgunluk içinde realitelerden uzak olarak yaşayan ve ne yapacaklarını, ne yapılmakta olduğunu bilmeyen insanlardır. Kongre, duygularını açıklıkla belirtmiştir. Heyet-i Temsiliye, kararını vermiştir. Millî irade, şuur ve istikametini bulmuştur. Davamız, yürümektedir ve yürüyecektir. Başarmamak için hiçbir sebep yoktur. Hiçbir menfi kararı tanımayacağız. Millî hâkimiyet esasını ve Millî Meclis kararını dile getirmeyen hiçbir anlaşmayı, hiçbir taahhüdü kabul etmeyecek ve tanımayacağız”. 69
Mustafa Kemal Paşa’nın ve yanındakilerin, Sivas Kongresi’ne katılmak üzere, Erzurum’dan ayrılışları, artık gün meselesidir. Ancak, ortada yolculuk masraflarını karşılamaya yeterli parayı bulma sorunu vardır. Millî Mücadelenin irili ufaklı birçok güçlüklerin yenilmesi ile kazanıldığını gösteren, ilk bakışta belki basit, fakat insanı duygulandıran şu örnek, gerçekten anlamlıdır: “Tarih, Ağustos ayının sonlarına doğru, Sivas Kongresi Eylül ayının dördüncü günü toplanacak. Paşa, hareket hazırlığında... (Erzurum Kongresinde kabul edilen) Nizamname, Heyet-i Temsiliye’nin masraflarını karşılamak ödevini Müdafaa-i Hukuk teşkilâtına vermişti. O zamanlar bunu Erzurum Müdafaa-i Hukuk’undan başka bir yer yapamazdı. Halbuki o gün, Müdafaa-i Hukuk’un elinde yalnız seksen lira kadar bir para vardı. O zamana kadar halktan toplayabildiğimiz 1.500 lirayı öbür vilâyetlerden gelmiş olan azaların yerleştirilmesi, telgraf muhabereleri gibi acele işlere harcamıştık. Hiçbirimizde de para yoktu... Paşa’ya hiç olmazsa, 1.000 lira kadar bir para temin etmeli idik. Ama nereden? Böyle mühim bir zamanda, Cemiyetin parasızlığını kimseye söyleyemezdik. Bu, bizim için bir zaaf olurdu, ilk tedbir olarak hepimiz, çoluk çocuğumuzun ziynet eşyasına başvurmayı hatırladık. Kadınların göz yaşlarına bakmayacaktık. Fakat, bunların da boynunda, kolunda ne varsa, hepsi, muhacirlikte ekmek parası olarak sarf olunmuştu. Hepimizi bir düşünce aldı. Daha başlangıçta bu kadar küçük bir şey karşısında bunalırsak, büyük işi nasıl başaracaktık? Faal Heyet üyelerinden emekli Binbaşı Süleyman Bey hızır gibi imdadımıza yetişti. Her anlamı ile olgun bir insan olarak tanıdığımız Süleyman Bey, nasıl bir çıkmazda olduğumuzu görerek, -Çocuklar, ben bu işin çaresini buldum. Benim tasarruf edilmiş 900 liram var. Ben 60 yaşını geçmiş bir adamım. Allah’ın rızasından, milletin selâmetinden başka bir dileğim yok. Ben bu parayı size veririm. Fakat, bu parayı verdiğimi, ne Paşa ve ne de başka hiçbir kimse bilmeyecek. İleride Müdafaa-i Hukuk’un parası olursa, verirsiniz. Olmazsa, helâl olsun. Ben devletin verdiği emekli aylığı ile geçinir giderim, dedi. Hepimizin gözleri yaşarmıştı... 100 lira kadar da aramızda toplayarak, 1.000 lira yaptık ve... Paşa’ya ulaştırdık... Paşa’nın çok memnun olduğunu sevinerek öğrendik”. 70
(Devam Ediyor)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder