Geçen hafta, biri İstanbul'da, diğeri Mısır'da iki
muhteşem olay yaşandı ve ülkemizden bütün dünyaya bir kez daha medeniyet
ışıkları saçıldı.
Birincisi, Fenerbahçe'nin cezası dolayısıyla sadece
kadın ve çocuklara açık oynanan bir futbol müsabakasını kırkbinin üzerinde bir
taraftar topluluğu izledi ve lisanı üslupla bütün dünyaya "Türk kadını
özgürdür" mesajını verdi.
İkincisi, "Arap Baharı" ile savrulan
Mısır'ı ziyaret eden sayın başbakan, "müslüman bir lider, laik bir ülkeyi
mükemmel biçimde yönetebilir" diyerek Arap ülkelerine "laikliği
seçmelisiniz" mesajını verdi.
Gurur duymamak mümkün mü? Başı açık – kapalı, genç
– yaşlı, evli – bekar, sarışın – esmer, on binlerce sporsever bayanın saçtığı
medeniyet ışıltısı ve muhafazakar kimliği ile bilinen bir Türk Başbakanı'nın
"laiklik tavsiyesi" Atatürk Türkiyesi'ne ne kadar da yakıştı!
***
Aslında sayın başbakanın sözleri, Türkiye'den
Mısır'a ilk "medeniyeti ıskalamayın" tavsiyesi değil. Gelin, bütün
dünyada bir numaralı "özgürlük sembolü" olarak gösterilen devasa bir
figürün Osmanlı sarayında başlayan, Fransa'da inşa edilen ancak Mısır yerine
Amerika'da vücut bulan muhteşem öyküsüyle şaşırtayım sizi. Bunun için
ondokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru şöyle bir uzanmamız gerekiyor...
***
Takvimler 1854'ü gösterirken, Osmanlı sarayında, o
dönemin "çılgın projesi" olan "Süveyş Kanalı" en revaçta
tartışma konusuydu. Akdeniz'den Uzakdoğu ve Hindistan'a giden bir kısa yol açılması o dönem en çok Fransızlar'ın işine
geliyordu şüphesiz. İngilizler ise, açık denizlerdeki ezeli rakiplerine avantaj
sağlayacak bu projeyi durdurmak için Osmanlı sarayına büyük baskı yapıyordu.
Osmanlı sarayının projeyi onaylamak konusunda ağır kalması üzerine Mısır valisi
Sait Paşa, Ferdinand de Lesseps isimli bir Fransız mühendise işe başlaması için
izin verdi. Lakin Sultan 1. Abdülmecit'in projeyi onaylamaması ve maddi
sebeplerden dolayı işler çok yavaş ilerledi.
Sultan, tam yedi sene sonra Ihlamur kasrında
veremden öldüğünde proje halen tastik bekliyordu. Ağır aksak giden kanal
inşaatı, iki yıl sonra Sait Paşa'nın vefatıyla beraber tamamen durma noktasına
geldi. Lakin projenin kaderi, denizciliğe meraklı olan yeni Sultan Abdülaziz'in
işe sarılması ve yeni Mısır valisi İsmail Paşa'nın da sahiplenmesi ile değişti.
19 Mart 1866'da imzalanan ferman ile proje onaylanmakla kalmadı, Padişah bizzat
devreye girerek devasa kanalın finansman sıkıntısını da giderdi.
Lakin sözünü ettiğimiz medeniyet ışığı, kanalın
kendisi değil, Akdeniz'a açıldığı Port Said Limanına konacak muhteşem kadın
heykeliydi! Bu heykel, hem Osmanlı'yı hem Mısır'ı temsil edecekti. Bu yüzden
Mısır'ı temsîlen firavunlar dönemi kıyafetlerini giymiş kadın heykelinin
başında, 7 iklimin padişahı olan Osmanlı Sultanını temsilen 7 kıta ve 7 denizi
simgeleyen 7 sivri uçlu bir taç olacaktı. Elinde de bir meşale tutacaktı.
Sultan Abdülaziz Han, heykelin yüzünün batıya dönük olmasını istedi. Zira
elindeki ışığı doğudan batıya götürdüğünü, ışığın, medeniyetin, uygarlığın,
doğudan yükselip batıyı aydınlattığını simgelemesini istiyordu padişah.
Heykelin parası bizzat Sultan Aziz Han tarafından
ödendi. Sipariş, Fransa'nın meşhur heykeltıraşlarından Frederic Auguste
Bartholdi'ye verildi. Frederic Bartholdi, Fransa'daki atölyesinde çalışmalara
başladı. Heykelin bakır ve çelikten oluşan iskeletini ve mühendislikle alâkalı
kısımlarını, Paris'teki kendi adıyla anılan kuleyi yapan Gustave Eiffel ile
birlikte tamamladı. Heykele Singer dikiş makinelerinin kurucusu Isaac Singer'in
dul eşi Isabelle Eugenie Boyer modellik yaptı.
Lakin Mısır Valisi İsmail Paşa tutucu birisiydi.
Müslüman Mısır halkının bu kadın heykelini hoş karşılamayacağını söyledi ve tüm
ikna girişimlerine rağmen heykelin dikilmesine izin vermedi. Kasım 1869'da
Süveyş Kanalı büyük bir törenle hizmete açılırken muhteşem kadın heykeli,
parası ödendiği halde Fransa'da bir depoda akibetini bekliyordu.
Bütün bunlar yaşanırken Amerika ile Fransa
arasındaki ilişkiler pek sıcaktı. İki ülke birbirlerine sürekli jestler
yapmakla meşguldü. Fransız hükümeti, heykeltraş Bartholdi'ye ABD'ye hediye
edilmek üzere büyük bir kadın heykeli sipariş edince depodaki heykele yeniden
gün doğmuştu. Zira bir iki küçük ilave dışında sipariş edilen heykel,
depodakinden pek farklı değildi! ABD'nin özgürlüğünü sembolize edecek bu büyük
anıtın bir eline hukuku temsil eden bir kitap, öteki eline özgürlüğü temsil
eden bir meşale tutuşturuldu, yüzü de değiştirilerek Bartholdi'nin annesi
Charlotte işlendi. Daha sonra 350 parça halinde Amerika'ya taşındı. New York
limanının önündeki bir adacığa dört ay süren bir çalışma ile monte edildi ve 28
Ekim 1886'da törenle açıldı. Yüzü ise Abdülaziz Han'ın arzusnun tersine batıya
değil, doğuya bakıyor!
Evet... Bugün tüm dünyanın bildiği o muhteşem
özgürlük anıtından söz ediyoruz! Eğer Osmanlı sarayının Mısır için düşündüğü o
muhteşem kadın heykeli, Amerika'ya değil de Süveyş Kanalı'nın önüne konsaydı
acaba bugün Mısır, çok daha özgür, demokrat, kadın haklarına saygılı bir ülke
olmaz mıydı? Karar size ait...
***
Bu arada, malum, Samsun'da da büyükçe bir kadın
heykeli var artık... Amazon heykeli, bir süredir Batıpark sahillerimizi
süslüyor. Lakin özgürlük anıtının aksine arkasını denize dönmüş duran bu
heykelin, evrensel vizyonu eksik gibi
sanki... Eski Yunan mitolojisinde anlatılan bir efsaneye hayat vermek kadar,
"amazon kadını" figürünün modern evrensel kültürdeki izdüşümü olan
"mücadeleci kadın" imgesi öne çıkarılsa idi keşke... "Kadın
hakları" gibi uluslararası bir temayla güçlendirilen bir "amazon
kadını heykeli" Samsun'a daha çok şey katabilir. Kimbilir, belki bunun
için geç kalınmış değildir.
Mesela, bu heykelle birlikte Samsun'un bürokrasisi
ve özel sektördeki beş altı üst düzey göreve kadın idareciler getirilse, her
yıl bir kadın filmleri festivali düzenlense, bu anlamda uluslararası bir kongre
tertiplense, kadınlar arası bazı spor organiasyonları kente getirilse, her sene
birkaç defa medyada bu heykelin önünde çekilmiş "kadın temalı
etkinlik" fotoğrafları yer alsa... Atatürk'ün
kentine de çok yakışır, değil mi?
25.09.2011
/Mümin
BOZKURT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder