14 Şubat 2014 Cuma

Dere Akayi Dere, İki Ucu bir Yer Yere...

Samsunlu  iş adamı dostumuz Recep YILMAZ'ın adını hep duyardım; lakin onunla tanışmamız ve dostluğumuz ortak ilgi sahalarımızın olduğunu keşfedince bir anda ilerledi. O da benim gibi olanca meşguliyeti ve dünya işleri arasında "mübadele ve Türk – Yunan tarihinin ortak noktaları" mevzusuna kafa yoran bir dostumuz çıkınca çabucak kaynaşıverdik.

Recep YILMAZ'la önceleri internet üzerinden mesajlaşarak, sonra da tarihi bilgi ve belgeleri paylaşarak gelişen dostluğumuzun bir meyvası olarak beni, Yunanistan'dan gelen bir gurup "eski hemşerimiz" şerefine düzenlenen Türk – Yunan barış gecesine davet etti. Ben de daveti büyük bir memnuniyetle kabul ederek Samsun Mübadele Derneği başkanı Salih MERİÇ'le birlikte işadamı Fatih TEMİZ'in yazlığında düzenlenen geceye katıldım.

Fatih Bey'in yazlığını Bağdat misali sora sora bulduk. "Yazlık" denince, önünde küçük bir de bahçesi olan kutu gibi bir dubleks filan hayal ederken karşımıza kocaman bir konak çıktı. Allah daha fazlasını versin, gözü olanın gözü çıksın; ilk kez görenler "saray yavrusu" tabirini kullanıyor olabilir, ama ben daha ziyade "şiir gibi bir malikane" demeyi tercih ediyorum.

"Türk – Yunan dostluk gecesi" işte bu şık malikanenin bahçesindeydi. Bizi Recep YILMAZ ile birlikte eski dostumuz Ahmet ALBAYRAK ve ev sahibimiz kapıda karşılama nezaketini gösterdiler. Biz geldiğimizde bahçe, Türk ve Yunanlı konuklarla dolmuştu. Bahçede içeri giren herkesin kolayca hissedebileceği bir sıcaklık vardı. Organize edenlerin "aman herşey iyi olsun" çabası, Fatih Bey'in tıpkı soyadı gibi "temiz" gülümsemesi, bahçeyi saran neşeli müzik, konukların şen kahkahaları...

Eh be Recep YILMAZ!

Beniz gibi davul – zurna dinleyerek büyümüş bir Rumeli kızanına yapılacak en büyük zulüm nedir? Elbette gıy gıy kemençe çalan bir orkestranın hoparlörünün önüne oturtmak!

Şaka tabii... Davul zurna ne kadar bizimse, kemençe de o kadar bizim... Birbirinden güzel Karadeniz türküleri eşliğinde, son derece zengin hazırlanmış bir sofrada, birbirinden nezih misafirler eşliğinde yemeğimizi yedik.

Birbirinden seçkin konuklar arasında Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya YILMAZ, Samsunspor başkanı Kazım YILMAZ ve kentimizin önde gelen iş adamlarından Adnan ÖLMEZ ilk göze çarpanlar arasındaydı.

Karadeniz türkülerini kendisine özgü sempatik üslubuyla söyleyen şarkıcı Kaptan'ın kanlarını kaynattığı Türk ve Yunanlı konuklar piste fırlayıp neşe içinde beraber halay çektiler, horon teptiler...

Sahneyi paylaşan bir Rum ve bir Türk, Çaykara Uzungöl yöresine ait bir türküyü beraber okudu. Bir bukle Türkçe, bir bukle Rumca... Sözcükler farklıydı ama melodi ortak!  

O gece "Kemençe Türkler'e mi aittir, Rumlar'a mı?" diye sormadı kimse... Çünkü cevabı belliydi bu sorunun: Kemençe ve horon, Türk ya da Rum milletlerine ait değil, Karadeniz coğrafyasına aitti.

Onlar indi sahneden ve havai fişekler patlarken geceyi özetleyen bir başka türkü başladı: "Dere akayi dere, iki ucu bir yere..."

Biri Türkçe, diğeri Rumca şırıldayan iki derenin aktığı ortak nokta "barış" deniziydi.


DEMİRCİKÖY'DE MÜBADELE DERNEĞİ...

Süleyman Öz, genç ve gelecek vaadeden bir kardeşimiz. Samsun'un meyvacılıkta marka köyü olan Demirci köyünde bir sosyal yardımlaşma derneği oluşumuna liderlik etti. Bayram sırasında mütevazi bir törenle derneğin açılışını gerçekleştirdi.

Demirci köy, bütün potansiyeline rağmen, tıpkı çevresindeki diğer köyler gibi çağa yenilmemek için mücadele veriyor. Nüfusu azalan, kültüründen uzaklaşan ve geçmişi ile bağları kopan tüm köylerimizin kaderi aynı değil mi zaten?

Meşhur şarkıdaki gibi "senede bir gün" (o da uzun bayram tatillerinde) köyünü görmekle yetinen ve sonra sırtını dönüp gidenlerden değil Süleyman... Muhtarla ve köyün önde gelen isimleriyle elele bir emek verip kültürünü, sosyal hayatını ve ekonomik değerlerini korumaya çalışıyor Demirci köyünün... Çabaları her türlü takdirin üzerinde...

Başarılı olmak için dikkat etmesi gereken birkaç küçük sır var. Onları da beraber çay içerken anlatırım bir gün kendisine...

Demirci köyü derneği, tüm mübadil ailesi için geleceğe yakılmış bir fener, Süleyman Öz de ortak yarınlarımız için ümit beslediğimiz bir fidan... Gün gelecek bir çınar olacak inşallah. Herhalde kendisi de farkındadır, bütün çınarlar gibi onun da kaderi, yakıcı güneşe kendisini siper edip altında gölgelenenleri serinletmek olacak. Acı çekmenin bu işin bir parçası olduğunun bildiği sürece yükselecek ve görkemli bir ağaca dönüşecektir.

İSKENDER ÖZSOY SAMSUN'DAYDI...

2011 yılında yaşayacaksınız, okur yazar olacaksınız, hem de "Ben mübadilim, ben Balkan Türküyüm, Rumeliliyim, Selanikliyim..." diye geçineceksiniz ve sonra da "İskender Özsoy Samsun'daydı" başlığına bakıp "Kimdi bu adam yahu?" diye soracaksınız...

Efendim, bir zahmet "google amca" ile kısa bir istişare edin, sonra da "sahi ben kendi kimliğimin ne kadar farkındayım" diye bir sorgulayın!

Elbette "İskender Özsoy" ismini bilenlere değil benim sözüm. Onu tanıyan ve hizmetlerinin farkında olanları kıskandırmak gibi olmasın ama İskender abi ile Samsun'da birlikte bir akşam yemeğinde buluşma fırsatım oldu ve kendisinden çok şeyler öğrendim.

Aralık ayındaki 5. ulusal mübadele kongresine davet ettik kendisini, sağlığı yerinde olur ve işlerini ayarlayabilirse birkez daha Samsun'a gelip kitaplarını bizler için imzalar inşallah!    

18.09.2011
/Mümin BOZKURT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder