Samsunlu iş
adamı dostumuz Recep YILMAZ'ın adını hep duyardım; lakin onunla tanışmamız ve
dostluğumuz ortak ilgi sahalarımızın olduğunu keşfedince bir anda ilerledi. O
da benim gibi olanca meşguliyeti ve dünya işleri arasında "mübadele ve
Türk – Yunan tarihinin ortak noktaları" mevzusuna kafa yoran bir dostumuz
çıkınca çabucak kaynaşıverdik.
Recep YILMAZ'la önceleri internet üzerinden
mesajlaşarak, sonra da tarihi bilgi ve belgeleri paylaşarak gelişen
dostluğumuzun bir meyvası olarak beni, Yunanistan'dan gelen bir gurup
"eski hemşerimiz" şerefine düzenlenen Türk – Yunan barış gecesine
davet etti. Ben de daveti büyük bir memnuniyetle kabul ederek Samsun Mübadele
Derneği başkanı Salih MERİÇ'le birlikte işadamı Fatih TEMİZ'in yazlığında
düzenlenen geceye katıldım.
Fatih Bey'in yazlığını Bağdat misali sora sora
bulduk. "Yazlık" denince, önünde küçük bir de bahçesi olan kutu gibi
bir dubleks filan hayal ederken karşımıza kocaman bir konak çıktı. Allah daha
fazlasını versin, gözü olanın gözü çıksın; ilk kez görenler "saray
yavrusu" tabirini kullanıyor olabilir, ama ben daha ziyade "şiir gibi
bir malikane" demeyi tercih ediyorum.
"Türk – Yunan dostluk gecesi" işte bu şık
malikanenin bahçesindeydi. Bizi Recep YILMAZ ile birlikte eski dostumuz Ahmet
ALBAYRAK ve ev sahibimiz kapıda karşılama nezaketini gösterdiler. Biz
geldiğimizde bahçe, Türk ve Yunanlı konuklarla dolmuştu. Bahçede içeri giren
herkesin kolayca hissedebileceği bir sıcaklık vardı. Organize edenlerin
"aman herşey iyi olsun" çabası, Fatih Bey'in tıpkı soyadı gibi
"temiz" gülümsemesi, bahçeyi saran neşeli müzik, konukların şen
kahkahaları...
Eh be Recep YILMAZ!
Beniz gibi davul – zurna dinleyerek büyümüş bir
Rumeli kızanına yapılacak en büyük zulüm nedir? Elbette gıy gıy kemençe çalan
bir orkestranın hoparlörünün önüne oturtmak!
Şaka tabii... Davul zurna ne kadar bizimse, kemençe
de o kadar bizim... Birbirinden güzel Karadeniz türküleri eşliğinde, son derece
zengin hazırlanmış bir sofrada, birbirinden nezih misafirler eşliğinde
yemeğimizi yedik.
Birbirinden seçkin konuklar arasında Büyükşehir
Belediye Başkanı Yusuf Ziya YILMAZ, Samsunspor başkanı Kazım YILMAZ ve
kentimizin önde gelen iş adamlarından Adnan ÖLMEZ ilk göze çarpanlar
arasındaydı.
Karadeniz türkülerini kendisine özgü sempatik
üslubuyla söyleyen şarkıcı Kaptan'ın kanlarını kaynattığı Türk ve Yunanlı
konuklar piste fırlayıp neşe içinde beraber halay çektiler, horon teptiler...
Sahneyi paylaşan bir Rum ve bir Türk, Çaykara
Uzungöl yöresine ait bir türküyü beraber okudu. Bir bukle Türkçe, bir bukle
Rumca... Sözcükler farklıydı ama melodi ortak!
O gece "Kemençe Türkler'e mi aittir, Rumlar'a
mı?" diye sormadı kimse... Çünkü cevabı belliydi bu sorunun: Kemençe ve
horon, Türk ya da Rum milletlerine ait değil, Karadeniz coğrafyasına aitti.
Onlar indi sahneden ve havai fişekler patlarken
geceyi özetleyen bir başka türkü başladı: "Dere akayi dere, iki ucu bir
yere..."
Biri Türkçe, diğeri Rumca şırıldayan iki derenin
aktığı ortak nokta "barış" deniziydi.
DEMİRCİKÖY'DE MÜBADELE DERNEĞİ...
Süleyman Öz, genç ve gelecek vaadeden bir
kardeşimiz. Samsun'un meyvacılıkta marka köyü olan Demirci köyünde bir sosyal
yardımlaşma derneği oluşumuna liderlik etti. Bayram sırasında mütevazi bir
törenle derneğin açılışını gerçekleştirdi.
Demirci köy, bütün potansiyeline rağmen, tıpkı
çevresindeki diğer köyler gibi çağa yenilmemek için mücadele veriyor. Nüfusu
azalan, kültüründen uzaklaşan ve geçmişi ile bağları kopan tüm köylerimizin
kaderi aynı değil mi zaten?
Meşhur şarkıdaki gibi "senede bir gün" (o
da uzun bayram tatillerinde) köyünü görmekle yetinen ve sonra sırtını dönüp
gidenlerden değil Süleyman... Muhtarla ve köyün önde gelen isimleriyle elele
bir emek verip kültürünü, sosyal hayatını ve ekonomik değerlerini korumaya
çalışıyor Demirci köyünün... Çabaları her türlü takdirin üzerinde...
Başarılı olmak için dikkat etmesi gereken birkaç
küçük sır var. Onları da beraber çay içerken anlatırım bir gün kendisine...
Demirci köyü derneği, tüm mübadil ailesi için
geleceğe yakılmış bir fener, Süleyman Öz de ortak yarınlarımız için ümit
beslediğimiz bir fidan... Gün gelecek bir çınar olacak inşallah. Herhalde
kendisi de farkındadır, bütün çınarlar gibi onun da kaderi, yakıcı güneşe
kendisini siper edip altında gölgelenenleri serinletmek olacak. Acı çekmenin bu
işin bir parçası olduğunun bildiği sürece yükselecek ve görkemli bir ağaca
dönüşecektir.
İSKENDER ÖZSOY SAMSUN'DAYDI...
2011 yılında yaşayacaksınız, okur yazar
olacaksınız, hem de "Ben mübadilim, ben Balkan Türküyüm, Rumeliliyim,
Selanikliyim..." diye geçineceksiniz ve sonra da "İskender Özsoy
Samsun'daydı" başlığına bakıp "Kimdi bu adam yahu?" diye soracaksınız...
Efendim, bir zahmet "google amca" ile
kısa bir istişare edin, sonra da "sahi ben kendi kimliğimin ne kadar
farkındayım" diye bir sorgulayın!
Elbette "İskender Özsoy" ismini bilenlere
değil benim sözüm. Onu tanıyan ve hizmetlerinin farkında olanları kıskandırmak
gibi olmasın ama İskender abi ile Samsun'da birlikte bir akşam yemeğinde
buluşma fırsatım oldu ve kendisinden çok şeyler öğrendim.
Aralık ayındaki 5. ulusal mübadele kongresine davet
ettik kendisini, sağlığı yerinde olur ve işlerini ayarlayabilirse birkez daha
Samsun'a gelip kitaplarını bizler için imzalar inşallah!
18.09.2011
/Mümin
BOZKURT
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder