"Etnik kafa karışıklığı" ulus - devletler
için en tehlikeli virüstür. İstediğin kadar güçlü ordun olsun, ekonomin
tıkırında gitsin, tarihten gelen birikimlerin ya da eğitimli toplumun olsun,
farketmez... Türkiye gibi kuruluş mimarisini "ulus-devlet" mantığı
üzerine yapan tüm devletler, bir defa içlerine sokulan "etnik kafa
karışıklığı" nifakından zehirlendiler mi, bundan arınmaları çok zor
oluyor.
Ne yazık ki seksenli yıllarla birlikte Türkiye'nin
güney doğusuna sokulan bu nifak, zamanla ülkemizi giderek daha fazla tesir
altına almaya başladı. Mimarisi "Türk ulus-devleti" üzerine bina
edilen Türkiye'de bir kısım insanımızın kulaklarına "ama siz Türk
değilsiniz ki" diye fısıldayan şer odakları, bu tehlikeli virüsü
toplumumuzun damarlarına zerketti.
Hastalığa çözüm arayan hükümet, yakın zamana kadar
"ulus-devlet" mimarisini yeni bir anayasa yaparak kökünde
değiştirmeyi düşünüyordu. Lakin TÜSİAD tarafından ortaya atılan bu mealdeki
anayasa teklifinin durup dururken bir "Türk sorunu" yaratacağı ortaya
çıkınca bu fikrin buzdolabına kaldırıldığı ve (eğer gözlemlerimizde
yanılmıyorsak) bu mimari yapıyla oynamadan yeni bir anayasa oluşturulmasına
karar verildiği anlaşılıyor. Zaten etnik kalkışmadan beslenen terör örgütü ve
onun uzantısı siyasilerin ulus-devlet mimarisini bozmakla yetinmeyecekleri gün
yüzüne çıkmış durumda... Çünkü adı üstünde "ayrılıkçı" olan bu
çevreler, bir sülük gibi Türkiye'den beslendikten sonra yeterince semirdikleri
an kendi ulus-devletlerini kurma hayaliyle yanıp tutuşuyorlar.
Bu nedenle Türkiye gibi ülkeler için "etnik
kafa karışıklığı" hastalığının tedavisi, "kendi ulus-devlet"
mimarisini bozmak değil, bu mimariyi daha "çağdaş" bir yorumla
güçlendirmekten geçiyor. Dileriz hükümetimiz ve muhalefet partileri bu gerçek
üzerinde anlaşarak anayasa reformunu yaparlar...
***
"Etnik kafa karışıklığı virüsü" Türk
toplumunun değişik kesimlerinde farklı şikayetlerle karşımıza çıkıyor. En çok
rastlanan rahatsızlık ise insanlarımızı mesleği, kariyeri, yetenekleri,
fiziksel özellikleri ya da ruh haliyle değerlendirmekten çok "nereli"
olduğuna bakarak konumlandırma olarak baş gösteriyor. Mesela bir göreve
atanacak adayların, o göreve ne denli uygun olduklarını sorgulamak yerine
atasına babasına bakmaya başlıyorsunuz...
Sorsanız herkes mikro milliyetçiliğe karşı, ama
uygulamada bu hastalığa yakalanmayan yok! İnanmayan bir baksın: Belediye
başkanları nereliyse yakın ekibi de oralı... Milletvekilleri nereliyse
atadıkları bürokratlar da aynı taraflardan... Patron nereliyse profesyonel
kadroları da aynı yörelerden... Bir yere işçi mi alınacak, yetkili kimse
başlıyor hemşerilerine kıyak yapmaya!
Hal böyle olunca da mecburen herkes
etrafındakilerin nereli olduklarını araştırmaya başlıyor. Komşusu, okey masasındakiler,
mesai arkadaşı, kapıcısı, oto tamircisi, bakkalı, boyacısı, ezcümle günlük
hayatta kiminle muhatap oluyorsa onun yedi sülalesi nereli diye kurcalamaya
koyuluyor. Bu da toptancılığı beraberinde getiriyor elbette: Çerkes'se
inatçıdır, Karadenizli'yse girişkendir, Trakyalı'ysa içkiyi sever, Kürt'se çok
eşlidir gibi...
Bizim emsal Balkan suyu içmişler için de böyle
toptancı yaklaşımlar var... Mesela "Muhacirden kız alma, Muhacire kız
ver" derler. Sanırsın bizim kızçelerin cümlesi cadı!
***
Neyse, biz bu "etnik kafa karışıklığı"
hastalığına bir nebze ilaç olur ümidiyle yeni başlayanlar için kısa bir
"Rumeli terimleri" sözlüğü yazalım:
MÜBADİL: Lozan Anlaşmasıyla
onaylanan bir protokol gereği, Anadolu'daki Ortodokslar'a karşılık
Yunanistan'dan Türkiye'ye yerleştirilen Müslümanlara verilen isimdir. Mübadil
sözcüğü, gerçekte etnik bir anlam ifade etmez. Mübadiller, büyük ekseriyetle
vakti zamanında Osmanlılar tarafından Rumeli'ye iskan edilen yörük Türkler'in
soyundan gelir. Öyle olmayıp da diğer Balkan halklarından olan Müslüman
Mübadiller de vardır, ama ben bugüne kadar Türk kimliğini reddeden bir
mübadille hiç tanışmadım.
MUHACİR: Rumeli'den göç eden
herkese bu ismi verirler, lakin bu doğru değildir. Aslında bir yerden bir yere
göç eden herkes Muhacirdir. Türkiye'de yaşayıp da Muhacir olmayan neredeyse
kimse yoktur, netice itibarıyla!
BALKAN TÜRKÜ: Ataları Rumeli suyu içmiş
ve "ne mutlu Türk'üm diyen" herkes...
EVLAD-I
FATİHAN:
Balkan yarımadasını fetheden Osmanlı akıncılarının torunlarına verilen isim.
Ayıptır söylemesi, Malkoçoğulları, Evrenosoğulları, Turhanoğulları bizim büyük
büyük dedemizdir...
SELANİKLİLER: Bazıları tamamen uydurma
yaftalarla itibarsızlaştırmaya çalışsa da gerçekte Türkiye Cumhuriyeti'nin
temel felsefesini onlar oluşturmuştur. Yeni Türkiye'yi "aklı hür, vicdanı
hür" nesillere emanet eden, demokrasiye inanan, ırkçılıktan arınmış bir
Türk kavramı ve yobazlıktan arınmış bir Müslüman kavramı bina eden insanlardır.
Bugün Tayyare fabrikasından emekli, Kayserili Ahmet Hamdi Bey'in oğlu
Cumhurbaşkanı, deniz yollarında kıyı kaptanlığı yapan Rizeli Ahmet Erdoğan'ın
oğlu Başbakan, Tapu memuru Tuncelili Kamer Bey'in oğlu ana muhalefet partisi
genel başkan olabiliyorsa bunda Selanikliler'in katkısı herkesten çoktur.
KARAMANOĞULLARI: Rumeli kökenli hemen
herkes kendi geçmişini Karamanoğulları beyliğine dayandırır. Aslında tamamen
doğru değildir bu; gerçekte Rumeli'deki Türkler'in sadece bir kısmı
Karamanoğulları tebasından gelmektedir. Lakin Karamanlılar'ın Rumeli'ye
getirdikleri kültür, Arabesk etkilerden uzaklaşınca öylesine güçlü kök
salmıştır ki herkesçe benimsenmiştir. Karamanlılar Mevlevilikle Bektaşiliğin,
Karacaoğlan'la Nasreddin Hoca'nın, Türkmen gelenekleri ile Derviş kültürünün
birbirine düşman olmadığını kanıtlamışlardır. Laf aramızda, dünyada remi dil
olarak Türkçe'yi ilk kabul eden devlet de Karamanoğulları'dır.
RUMELİ
TÜRKİYESİ:
Geçen hafta Sayın Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı'nın ziyaret ettiği Kavala
1364'te Osmanlı topraklarına katılmıştır. Aynı günlerde Sayın Başbakan'ın
ziyaret ettiği Makedonya'nın başkenti Üsküp ise 1392'de Türklerce
fethedilmiştir. Buna karşın, çok daha sonraları, İstanbul 1453, Trabzon 1461,
Diyarbakır 1515, Adana 1517'de Osmanlı topraklarına dahil olmuştur. Anlayana
sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az!
/Mümin
BOZKURT
09.10.2011
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder