14 Şubat 2014 Cuma

'Kör Kuyu'dan Hacı İsmail'e

Rumeli'de okuma yazma bilmek büyük bir sıkıntıymış o zamanlar... Özellikle Rumca bilenler, ölümün soğuk nefesini enselerinde hissederlermiş her zaman... Rumeli'de "Rumca" bilmek, sonu "kör kuyuda" biten bir hikayeymiş. İşte, Rumların elinden kaçarak, "kör kuyuya" atılmaktan son anda kurtulan ve mübadelede "yorganların" arasında gemiye bindirilen, Hacı İsmail Köyü'nde uzun yıllar imamlık yapan ve 1975 yılında hayata veda eden İmam Yusuf Ziya Erdal'ın hikayesi...

Bu seferki durak, Samsun'un Canik İlçesi Hacı İsmail Mahallesi. Hacı İsmail'e, mübadele ile ilgili görüşme yapmak için daha önce bir kez daha gelmiştim. Mübadele Derneği'nden Salih Meriç ile birlikte bir eve gitmiştik ama görüşeceğimiz kişi rahatsız olduğu için, görüşmeyi ertelemiştik. Şimdi ise yine Salih Bey aracılığı ile başka bir isim, babası 18 yaşındayken mübadele ile Samsun'a gelen Fadıl Şengöz ile buluşuyorum.

Hacı İsmail Mahallesi'nde "bilgi evinde" görüşüyoruz Fadıl Şengöz ile... Şengöz, 70 yaşında. Hacıimsail Köyü doğumlu. Emekli işçi. Çocukluğu, gençliği Hacı İsmail'de geçmiş.  Büyüklerinden, babasından hep Rumeli hikayeleri dinlemiş... Ve şimdi de o hikayelerden, hatıralardan, geleneklerden bazılarını anlatması için buluşuyoruz.

Babası 18 Yaşında Samsun'a Geliyor

Fadıl Şengöz ilk önce ailesinin geliş hikayesini anlatıyor :

"Benim büyüklerim, 1923 yılında Selanik'in Drama Kazası Edirnecik Köyü'nden Samsun'a geliyor. Hacı İsmail Mahallesi'ni ağırlıklı olarak Edirnecikli Köyü sakinleri oluşturuyor. Yaklaşık 30 hane geliyor. Babam ve kayınpederim mübadelede 18 yaşındalar. Geldiklerinde gümrükte sarı mağazalara yerleştirilmişler geçici olarak bir süre orada kalmışlar. Daha sonra da bugünkü Atatürk Anıtı'nın olduğu parkın karşısında bir eve yerleştirilmişler ve uzunca bir süre orada kalmışlar.

Sonrasında ise Samsun içinde bazı Rumlardan kalan boş evlere yerleştirilmişler. Yerleştirilmişler ama bu insanların hepsi Rumeli'de tarımla geçiniyorlar. Esas meslekleri tütüncülük, tarım, hayvancılık... Yerleştirildikleri yerlerde, merkezde tarım yapabilecekleri bir yer yok. O zaman da buralar hep tarla. Hacı İsmail'de de Rumlarla Müslümanlar beraber yaşamışlar.  Daha sonra, merkezden alınıp buradaki Rum evlerine yerleştirilmişler. Herkese nüfus başına 5 dönüm mesken tapusu vermişler. Tütün yapmaya elverişli bir yer olduğu için burada yaşamaya başlamışlar.  Zaten geldiklerinde Rumlardan kimse yokmuş. Hepsi evini terk etmiş, gitmiş. Giderken de sağlam bir şey bırakmamışlar. Daha sonra ailelerimiz burada tütüncülüğe başlamış. Geçimlerini tütünle sağlamışlar"

Kör Kuyuya Atılmaktan Son Anda Kurtulan İmam

Fadıl Şengöz, eskiden büyüklerinin ev sohbetlerinde Rumeli'de yaşananları anlattıklarını hatta kimi zaman bazı komşularının o anları anlatırken göz yaşlarını tutamadıklarından bahsediyor. Özellikle bir "kör kuyu" hadisesi var ki, insanın duyduklarına inanası gelmiyor...  Okuma yazma bildiği için kör kuyuya atılmak istenen, tam öldürülecekken kulağından yara alıp Bulgarların elinden son anda kurtulan ve mübadelede gemiye "yatak yorgana" sarılarak kaçak getirilen İmam Yusuf Ziya Erdal'dan bahsediyor Fadıl Şengöz... Ve o imamın Hacı İsmail'de imamlığa devam ettiğini, 1975 yılında da yaşama veda ettiğini de ekliyor sözlerine:

"Eskiden komşularımız vardı, bizim büyüklerimiz. Onlar konuşurken, oradaki hayatı anlatırken şahit olurdum. Anlatırken ağlarlardı. Bulgarlardan çok çekmişler. Yunanlılardan çok Bulgarlar işkence yapmış onlara.  Mesela Edirnecik Köyü'nde bir kör kuyu varmış. Köylerin ileri gelenlerini, Rumca bilenleri, okuma yazma bilenleri, imamları toplayıp, kesip bu kör kuyuya atarlarmış. Tabi bunlar bizim babalarımızın, dedelerimizin anlattıkları.

Mesela, bizim köyün imamını kesmeye götürürken ellerinden kaçırmışlar, kesememişler. Kulağından yara almış, kesilmiş. Aynı zamanda benim teyzemin kocası olan o imamı, mübadelede yorganların, battaniyelerin içine sararak, gizleyerek kaçak olarak gemiye bindirmişler de öyle getirmişler. O imam, yıllarca burada, Hacı İsmail'de imamlık yaptı. Ben hatırlıyorum. 1969 yılında gözleri kör oldu, 1975 yılında da öldü. Adı Yusuf Ziya Erdal'dı. Çocukları, torunları hep bu mahallede büyüdü. Rahmetli imam, medrese mezunu olduğu için bütün köylerin ileri gelenlerini okur yazar olanlarını topluyorlar.

Kuyudan İniltiler Gelirmiş

Rahemtli babam anlatırdı, "giderdik kör kuyunun yanına, dinlerdik iniltileri, bağırtıları" derdi. Tabi içine inme şansları hiç yok, ellerinden de bir şey gelmiyor. Eğer Rumca biliyorsanız, hiç şansızın yok. Rumların bütün saklı sırlarını öğreniyorsunuz çünkü Rumca bilince. Duyuyorsunuz. Mesela bir amcamız vardı, komşumuz; İbrahim Turgut adında ana dili gibi Rumca biliyordu. O da kaçak geliyor. Çünkü Rumca bilmek sıkıntı, okur yazar olmak sıkıntı. Direk ölüm sebebi"

Mezarları Açıp Altın Diş Arıyorlar

Fadıl Şengöz, daha önce Alaçamlı Ahmet Duman'ın bahsettiği olayın bir benzerini de anlatıyor. Bulgarların Müslüman mezarlıklarını bastığını, ölüleri mezardan çıkartıp değerli eşyalarının olup olmadığını kontrol ettiğini daha sonra da onları yaktığını yada dağlara attığını anlatıyor:  "Bulgarlar Müslüman mezarlarını eşerlermiş. Bu Bulgar, Yunan'dan daha gaddarmış, daha fazla baskı yapıyormuş ama çok sık değişim olduğu için fazla kalamıyormuş Yunanistan'da. Bulgarlar Türk mezarlarını açıyorlar, bakıyorlar, altın takı, diş vesaire var mı, varsa alıyorlar yoksa yakıyorlarmış. Kaldırıp dağa taşa atıyorlarmış, kurda köpeğe yem oluyormuş"

"Biz Kamarada Geldik De Karardık"

Edirnecik'ten gelenlerin yolda büyük sıkıntılar çektiklerinden bahsediyor Şengöz, geminin ambarlarında havasız, hasta, yorgun argın gelen mübadillerin çok acılar çektiğini anlatıyor... Bir yandan da geçmişten bu yana söylenen bir espriyi de yapmadan geçemiyor: "Bizim büyüklerimiz Edirnecik'ten Selanik'e kadar trenle gelmişler. Zaten Edirnecik'in altından geçiyormuş tren. Oradan da gemiyle geliyorlar. Hastalıklar yaşamışlar, ölenler olmuş. Doldurmuşlar hepsini geminin ambarına, tıkış tıkış gelmişler. Zaten bir deyim vardır, Romanlar der ki, "Biz yukarıda kamarada güneşten karardık, siz ambarda beyaz kaldınız". Tabi şaka mahiyetindedir bu ama gerçeklik payı vardır. Ambarlarda gelmişlerdir.

Üzerleri Tek Tek Arabmış

Bizim babalarımız, atalarımız çok çekmişler. Yunanistan'daki dedelerimiz varlıklı ailelermiş. Orada bıraktıkları malların 4'te 1'ini bile alamamışlar. Onlar da Rumlarla birlikte 6 ay yaşamışlar. Tam gelecekleri zaman, talan etmeye başlamışlar. Türkiye'ye bir eşya kaçırmasınlar diye tek tek kontrol etmişler. Kayınpederim anlatırdı. Türkiye'ye gelecek olanları tek tek aramışlar. Güttükleri güzergahlarda defalarca arama yapmışlar, yol üzerine sayısız karakol kurmuşlar, eşyalarını didik didik aramışlar"

Hacı İsmail'deki Kilise Okula Dönüştürülüyor

Rumeli'den geldiklerinde Hacı İsmail'de barakadan bir cami ve betonarme bir kilise olduğunu ve kilisenin bir kaç yıl içinde hemen okula dönüştürüldüğünden bahsediyor Şengöz...Bugün mevcut okulun bir bölümü olarak kullanılmaya devam eden kilisenin orijinal yapısının bozulmadığını da sözlerine ekliyor:

"Hacı İsmail'de Rumlardan kalma bir kilise var. Bizimkiler gelince, o kiliseyi okul yapmışlar. O yer hala şu anki ilkokulun bir kısmı olarak hizmete devam ediyor. Hiç orijinaline dokunmadan, yıkmadan okul yapmışlar. Mesela benim ağabeyim, 3 sene okul okumuş burada. Sene 1929'da. Burada bir cami de vardı ama minaresi falan tenekedendi. Barakaydı. Ben hatırlıyorum, o yorganın içinde gelen rahmetli Yusuf Ziya Erdal, tenekeden minarenin içinden çıkardı, tenekeyi kaldırırdı, kafasını uzatıp Ezanı okurdu. Şimdiki cami onun yerine yapıldı"

Hacı İsmail'de mübadillerin geçimlerini tütüncülükle sağladığını ancak yeterli verimi alamadıklarını da sözlerine ekliyor Şengöz... Bu yüzden de kısa sürede tütüncülüğü terk ettiklerini, başka işlere yöneldiklerini özellikle de "okumaya" önem verdiklerinin altını çiziyor: "Bizim büyüklerimiz geçimlerini sağlamak için tütün yapmışlar. Ama geçinememişler. Arazi var, kaliteli değil. Toprak verimsiz. Mesela Hacı İsmail'de 1 dönümde 200 kilo tütün alırken, Tekkeköy'de 500 kilo tütün alınırmış. Tütünü daha sonra bıraktılar, biz de yaptık ama bıraktık. Gençler şehre akmaya başladı. İş kurdular, okudular. Mesela bizim mahallemizden çıkan çok doktor, mühendis iş adamı var. Ayrıca, yüzde 80'imiz lise yada üniversite mezunu. Okuma yazma bilmeyen hiç yok. Mübadilleri okumayı ve okutmayı sever, değer verir"

Bayramlarda Kapılarımız Hep Açık Kalır

Şengöz, büyüklerinden dinlediği kadarıyla, Rumeli'deki bayramların Anadolu'da da yaşandığını ve "kapılarının her zaman açık olduğunu" söylüyor: "Biz, ananelerimize çok bağlıyız. Bayramları yaşamaya çalışırız. Rumeli'de nasıl yaşamışlarsa biz de o şekilde yaşamaya çalışırız. Oyunlarımız vardır mesela,

halk oyunlarımızı yaşatmaya çalışırız. Geçenlerde halk oyunlarımızı incelemek için Ege Üniversitesi'nden geldiler. Profesör Doktor Mehmet Öcal Özbilgin diye bir hoca geldi bizden bilgi aldı, onlara oyun örneklerini sergiledik.  Bayramlarda da sabah herkes abdestini alır. Namazına gider. Bayram namazından çıktıktan sonra Kurban Bayramı ise evde kalanlar özellikle hanımlar kurbanı hazırlar. Ramazansa evi temizler. Sabah namazında hemen sonra kapılar açık kalır. O kapı hiç kapanmaz. Sonra gelinir ev halkıyla bayramlaşılır. Rumeli'de de aynıymış. Rum komşusuyla yan yana, kapıları sabahtan akşama kadar açık dururlarmış, birbirleriyle bayramlaşırlarmış. Bir de namaz sonrası silah atılır ama iyi yapmazlar"

Kızlar Dut Ağacının Altında "Mana" Atıyor

Kültürel geleneklerinden de bahsetmeden geçmiyor Fadıl Şengöz... Bunlar arasında "mana atma" olayı var ki... Hacı İsmail'de eskiden iki tane büyük dut ağacı varmış. Bayram sabahları bu ağaçların altında buluşan mahallenin genç kızları, iki ağaç arasında dolanan genç erkeklerle aralarında "mana" atarlarmış...Facebook'un, Twitter'ın, internetin olmadığı bir dönemde tanışmanın, kaynaşmanın en etkili yoluymuş bu...

Fadıl Şengöz, "manalardan" da örnekler veriyor: "Bir de "mana atma" olayı vardı bizde. Bayram sabahları, burada iki tane büyük dut ağacı vardı. Birisi caminin olduğu yerde diğeri de bu karşı taraftaydı. Kızlar iki dut ağacının altına toplanır, erkekler de o ağaçların arasında gider gelirdi. Birbirlerine "mana" atarlardı. Toplanma amaçları birbirleriyle tanışmak, mana atmak, sohbet etmekti.

Mesela şöyle manalar olurdu:

"Ercez yarim ercez, Hatice'nin yârini, Ayşe'ye vercez", "Bizim tütünlerimiz ovaya yakışır, Ahmed'in koluna Gülsüm yakışır" diye, öbür taraftan birisi çıkar; "Gezeriz el ele tütünler arası, vermemiş babası Mehmet'e Mermi parası"  der, oğlan çıkarırdı, başlardı mermi atmaya"

Kız İstendikten Sonra "Mendil" Verilir

Söz "kültürden" açılmışken, düğünlerdeki konak geleneğini konuşuyoruz ana hatlarıyla... Davul zurnayla cumartesiden başlayıp pazar gecesine kadar süren yemeği, içkisi bol düğünlerden bahsediyoruz. Konak geleceğini anlatıyor Şengöz, düğün sahibine "masraf" ettirilmediğini, herkesin gücüne göre düğüne katkı sunduğunu, bir nevi "imece usulü" düğün yapıldığını söylüyor. Bunları söylerken de, "bu adet artık kalmadı" diye ekliyor. "Peki, düğünü derneği konuştuk ama sizde kız isteme nasıl olurdu" diye soruyorum. Ve başlıyor anlatmaya: "Bizde kız isteme olayı aynıdır ama biraz farkı vardır. Kız istemek için eve haber gönderilir, normal olan neyse onlar yapılır. Kız istenir. Tek fark, kız istendikten sonra bir söz mendili çıkartılır. Kızın babası sadece bir mendil ister. Erkek mendili verir. Kız isterse yanına havlu, bir çift çorap yada çikolata koyar. Erkek tarafına verir. Zaten oğlan tarafı evde bekler mendili"

Bir Hıdrellez Geleneği: "Mendufa"

Fadıl Şengöz, bir başka kültürden de bahsediyor. Bu zamana kadar duymadığım ilginç bir şey. Genç kızların Hıdrellez'de çömleğin içine çiçek dizip, gül ağacının altına bıraktıklarından ve "mendufa" denilen olaydan bahsediyor: "Ayrıca bizde "mendufa" denilen bir Hıdrellez geleneği de vardır. Bunun anlamı, herkes bir dilek tutar, bu dilekle beraber bir çiçek buketi yapar ve buketi topraktan çömleğin içine dizer. Ağzını kapatır, bir gül ağacının altına yerleştirir. Sabah Hıdrellez günü kalkılır, çömlek alınır ve içi açılırdı. Çiçekler çıkarılır ve kimin çiçeği dik duruyorsa, gürbüz duruyorsa o bu yılı iyi geçirecek, kimin çiçeği sönükse kötü geçirecek diye inanılırdı"

Üzeri Sıvanmış Bir Rum Evi

Fadıl Şengöz ile sohbetimiz sonlanıyor. Bilgi Evi'ndeki gençlerden yardım istiyoruz ve hem yazı dizisi için hem de hatıra mahiyetinde bir fotoğraf çektiriyoruz. Ardından, mübadele öncesi kilise olarak kullanılan ve bugün mahalledeki ilkokulun bir parçası olarak işlevine devam eden binayı görmeye gidiyoruz. Fadıl Şengöz, yolda giderken Rumlardan kalma tek evi de gösteriyor bana... Rumların bıraktığı evlerin yıkıldığını, tek örneğin bu bina olduğunu söylüyor. Ancak bu binaya yerleşenlerin de, taş duvarları sıvayla kapladığını, evin orijinal halinin bu sıvanın altında kaldığından bahsediyor ve sıvası dökülen yerlerden "taş duvarları" gösteriyor.

Fadıl Şengöz ile kilise ve evleri gezdikten sonra, tütünün yapıldığı zamandan kalma tütüncülere para ödemesi yapan Tarım İl Müdürlüğü'ne ait binayı da geziyoruz ve ardından da mahalle turumuzu tamamlayıp, ayrılıyoruz.

YARIN: Yemen'de 12 Yıl Esir Kalan Hasan Dede Ve Karaperçin'deki İlk Kış Karısını Toprağa Veren Mehmet Vural'ın Hikayesi

Okuma yazma bildiği için kör kuyuya atılmak istenen, tam öldürülecekken kulağından yara alıp Bulgarların elinden son anda kurtulan ve mübadelede gemiye "yatak yorgana" sarılarak kaçak getirilen İmam Yusuf Ziya Erdal'dan bahsediyor Fadıl Şengöz...

Romanlar der ki, "Biz yukarıda kamarada güneşten karardık, siz ambarda beyaz kaldınız". Tabi şaka mahiyetindedir bu ama gerçeklik payı vardır. Ambarlarda gelmişlerdir.

"Hacı İsmail'de Rumlardan kalma bir kilise var. Bizimkiler gelince, o kiliseyi okul yapmışlar. O yer hala şu anki ilkokulun bir kısmı olarak hizmete devam ediyor. Hiç orijinaline dokunmadan, yıkmadan okul yapmışlar.

Sabah namazında hemen sonra kapılar açık kalır. O kapı hiç kapanmaz. Sonra gelinir ev halkıyla bayramlaşılır. Rumeli'de de aynıymış.

· "Ercez yarim ercez, Hatice'nin yârini, Ayşe'ye vercez"

· "Bizim tütünlerimiz, ovaya yakışır, Ahmed'in koluna Gülsüm yakışır"

/Miraç ÖZTÜRK
14 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder