Rumeli'de okuma yazma bilmek büyük bir sıkıntıymış
o zamanlar... Özellikle Rumca bilenler, ölümün soğuk nefesini enselerinde
hissederlermiş her zaman... Rumeli'de "Rumca" bilmek, sonu "kör
kuyuda" biten bir hikayeymiş. İşte, Rumların elinden kaçarak, "kör
kuyuya" atılmaktan son anda kurtulan ve mübadelede "yorganların"
arasında gemiye bindirilen, Hacı İsmail Köyü'nde uzun yıllar imamlık yapan ve 1975
yılında hayata veda eden İmam Yusuf Ziya Erdal'ın hikayesi...
Bu seferki durak, Samsun'un Canik İlçesi Hacı
İsmail Mahallesi. Hacı İsmail'e, mübadele ile ilgili görüşme yapmak için daha
önce bir kez daha gelmiştim. Mübadele Derneği'nden Salih Meriç ile birlikte bir
eve gitmiştik ama görüşeceğimiz kişi rahatsız olduğu için, görüşmeyi
ertelemiştik. Şimdi ise yine Salih Bey aracılığı ile başka bir isim, babası 18
yaşındayken mübadele ile Samsun'a gelen Fadıl Şengöz ile buluşuyorum.
Hacı İsmail Mahallesi'nde "bilgi evinde"
görüşüyoruz Fadıl Şengöz ile... Şengöz, 70 yaşında. Hacıimsail Köyü doğumlu.
Emekli işçi. Çocukluğu, gençliği Hacı İsmail'de geçmiş. Büyüklerinden, babasından hep Rumeli
hikayeleri dinlemiş... Ve şimdi de o hikayelerden, hatıralardan, geleneklerden
bazılarını anlatması için buluşuyoruz.
Babası 18
Yaşında Samsun'a Geliyor
Fadıl Şengöz ilk önce ailesinin geliş hikayesini
anlatıyor :
"Benim büyüklerim, 1923 yılında Selanik'in
Drama Kazası Edirnecik Köyü'nden Samsun'a geliyor. Hacı İsmail Mahallesi'ni
ağırlıklı olarak Edirnecikli Köyü sakinleri oluşturuyor. Yaklaşık 30 hane
geliyor. Babam ve kayınpederim mübadelede 18 yaşındalar. Geldiklerinde gümrükte
sarı mağazalara yerleştirilmişler geçici olarak bir süre orada kalmışlar. Daha
sonra da bugünkü Atatürk Anıtı'nın olduğu parkın karşısında bir eve
yerleştirilmişler ve uzunca bir süre orada kalmışlar.
Sonrasında ise Samsun içinde bazı Rumlardan kalan
boş evlere yerleştirilmişler. Yerleştirilmişler ama bu insanların hepsi
Rumeli'de tarımla geçiniyorlar. Esas meslekleri tütüncülük, tarım,
hayvancılık... Yerleştirildikleri yerlerde, merkezde tarım yapabilecekleri bir
yer yok. O zaman da buralar hep tarla. Hacı İsmail'de de Rumlarla Müslümanlar
beraber yaşamışlar. Daha sonra,
merkezden alınıp buradaki Rum evlerine yerleştirilmişler. Herkese nüfus başına
5 dönüm mesken tapusu vermişler. Tütün yapmaya elverişli bir yer olduğu için
burada yaşamaya başlamışlar. Zaten
geldiklerinde Rumlardan kimse yokmuş. Hepsi evini terk etmiş, gitmiş. Giderken
de sağlam bir şey bırakmamışlar. Daha sonra ailelerimiz burada tütüncülüğe
başlamış. Geçimlerini tütünle sağlamışlar"
Kör Kuyuya
Atılmaktan Son Anda Kurtulan İmam
Fadıl Şengöz, eskiden büyüklerinin ev sohbetlerinde
Rumeli'de yaşananları anlattıklarını hatta kimi zaman bazı komşularının o
anları anlatırken göz yaşlarını tutamadıklarından bahsediyor. Özellikle bir
"kör kuyu" hadisesi var ki, insanın duyduklarına inanası
gelmiyor... Okuma yazma bildiği için kör
kuyuya atılmak istenen, tam öldürülecekken kulağından yara alıp Bulgarların
elinden son anda kurtulan ve mübadelede gemiye "yatak yorgana"
sarılarak kaçak getirilen İmam Yusuf Ziya Erdal'dan bahsediyor Fadıl Şengöz...
Ve o imamın Hacı İsmail'de imamlığa devam ettiğini, 1975 yılında da yaşama veda
ettiğini de ekliyor sözlerine:
"Eskiden komşularımız vardı, bizim
büyüklerimiz. Onlar konuşurken, oradaki hayatı anlatırken şahit olurdum.
Anlatırken ağlarlardı. Bulgarlardan çok çekmişler. Yunanlılardan çok Bulgarlar
işkence yapmış onlara. Mesela Edirnecik
Köyü'nde bir kör kuyu varmış. Köylerin ileri gelenlerini, Rumca bilenleri,
okuma yazma bilenleri, imamları toplayıp, kesip bu kör kuyuya atarlarmış. Tabi
bunlar bizim babalarımızın, dedelerimizin anlattıkları.
Mesela, bizim köyün imamını kesmeye götürürken ellerinden
kaçırmışlar, kesememişler. Kulağından yara almış, kesilmiş. Aynı zamanda benim
teyzemin kocası olan o imamı, mübadelede yorganların, battaniyelerin içine
sararak, gizleyerek kaçak olarak gemiye bindirmişler de öyle getirmişler. O
imam, yıllarca burada, Hacı İsmail'de imamlık yaptı. Ben hatırlıyorum. 1969
yılında gözleri kör oldu, 1975 yılında da öldü. Adı Yusuf Ziya Erdal'dı.
Çocukları, torunları hep bu mahallede büyüdü. Rahmetli imam, medrese mezunu
olduğu için bütün köylerin ileri gelenlerini okur yazar olanlarını topluyorlar.
Kuyudan
İniltiler Gelirmiş
Rahemtli babam anlatırdı, "giderdik kör
kuyunun yanına, dinlerdik iniltileri, bağırtıları" derdi. Tabi içine inme
şansları hiç yok, ellerinden de bir şey gelmiyor. Eğer Rumca biliyorsanız, hiç şansızın
yok. Rumların bütün saklı sırlarını öğreniyorsunuz çünkü Rumca bilince.
Duyuyorsunuz. Mesela bir amcamız vardı, komşumuz; İbrahim Turgut adında ana
dili gibi Rumca biliyordu. O da kaçak geliyor. Çünkü Rumca bilmek sıkıntı, okur
yazar olmak sıkıntı. Direk ölüm sebebi"
Mezarları
Açıp Altın Diş Arıyorlar
Fadıl Şengöz, daha önce Alaçamlı Ahmet Duman'ın
bahsettiği olayın bir benzerini de anlatıyor. Bulgarların Müslüman
mezarlıklarını bastığını, ölüleri mezardan çıkartıp değerli eşyalarının olup
olmadığını kontrol ettiğini daha sonra da onları yaktığını yada dağlara
attığını anlatıyor: "Bulgarlar
Müslüman mezarlarını eşerlermiş. Bu Bulgar, Yunan'dan daha gaddarmış, daha
fazla baskı yapıyormuş ama çok sık değişim olduğu için fazla kalamıyormuş
Yunanistan'da. Bulgarlar Türk mezarlarını açıyorlar, bakıyorlar, altın takı,
diş vesaire var mı, varsa alıyorlar yoksa yakıyorlarmış. Kaldırıp dağa taşa
atıyorlarmış, kurda köpeğe yem oluyormuş"
"Biz
Kamarada Geldik De Karardık"
Edirnecik'ten gelenlerin yolda büyük sıkıntılar
çektiklerinden bahsediyor Şengöz, geminin ambarlarında havasız, hasta, yorgun
argın gelen mübadillerin çok acılar çektiğini anlatıyor... Bir yandan da
geçmişten bu yana söylenen bir espriyi de yapmadan geçemiyor: "Bizim
büyüklerimiz Edirnecik'ten Selanik'e kadar trenle gelmişler. Zaten Edirnecik'in
altından geçiyormuş tren. Oradan da gemiyle geliyorlar. Hastalıklar yaşamışlar,
ölenler olmuş. Doldurmuşlar hepsini geminin ambarına, tıkış tıkış gelmişler.
Zaten bir deyim vardır, Romanlar der ki, "Biz yukarıda kamarada güneşten
karardık, siz ambarda beyaz kaldınız". Tabi şaka mahiyetindedir bu ama
gerçeklik payı vardır. Ambarlarda gelmişlerdir.
Üzerleri Tek
Tek Arabmış
Bizim babalarımız, atalarımız çok çekmişler.
Yunanistan'daki dedelerimiz varlıklı ailelermiş. Orada bıraktıkları malların
4'te 1'ini bile alamamışlar. Onlar da Rumlarla birlikte 6 ay yaşamışlar. Tam
gelecekleri zaman, talan etmeye başlamışlar. Türkiye'ye bir eşya kaçırmasınlar
diye tek tek kontrol etmişler. Kayınpederim anlatırdı. Türkiye'ye gelecek
olanları tek tek aramışlar. Güttükleri güzergahlarda defalarca arama yapmışlar,
yol üzerine sayısız karakol kurmuşlar, eşyalarını didik didik aramışlar"
Hacı
İsmail'deki Kilise Okula Dönüştürülüyor
Rumeli'den geldiklerinde Hacı İsmail'de barakadan
bir cami ve betonarme bir kilise olduğunu ve kilisenin bir kaç yıl içinde hemen
okula dönüştürüldüğünden bahsediyor Şengöz...Bugün mevcut okulun bir bölümü
olarak kullanılmaya devam eden kilisenin orijinal yapısının bozulmadığını da
sözlerine ekliyor:
"Hacı İsmail'de Rumlardan kalma bir kilise
var. Bizimkiler gelince, o kiliseyi okul yapmışlar. O yer hala şu anki
ilkokulun bir kısmı olarak hizmete devam ediyor. Hiç orijinaline dokunmadan,
yıkmadan okul yapmışlar. Mesela benim ağabeyim, 3 sene okul okumuş burada. Sene
1929'da. Burada bir cami de vardı ama minaresi falan tenekedendi. Barakaydı.
Ben hatırlıyorum, o yorganın içinde gelen rahmetli Yusuf Ziya Erdal, tenekeden
minarenin içinden çıkardı, tenekeyi kaldırırdı, kafasını uzatıp Ezanı okurdu.
Şimdiki cami onun yerine yapıldı"
Hacı İsmail'de mübadillerin geçimlerini
tütüncülükle sağladığını ancak yeterli verimi alamadıklarını da sözlerine
ekliyor Şengöz... Bu yüzden de kısa sürede tütüncülüğü terk ettiklerini, başka
işlere yöneldiklerini özellikle de "okumaya" önem verdiklerinin
altını çiziyor: "Bizim büyüklerimiz geçimlerini sağlamak için tütün
yapmışlar. Ama geçinememişler. Arazi var, kaliteli değil. Toprak verimsiz.
Mesela Hacı İsmail'de 1 dönümde 200 kilo tütün alırken, Tekkeköy'de 500 kilo
tütün alınırmış. Tütünü daha sonra bıraktılar, biz de yaptık ama bıraktık.
Gençler şehre akmaya başladı. İş kurdular, okudular. Mesela bizim mahallemizden
çıkan çok doktor, mühendis iş adamı var. Ayrıca, yüzde 80'imiz lise yada
üniversite mezunu. Okuma yazma bilmeyen hiç yok. Mübadilleri okumayı ve
okutmayı sever, değer verir"
Bayramlarda
Kapılarımız Hep Açık Kalır
Şengöz, büyüklerinden dinlediği kadarıyla,
Rumeli'deki bayramların Anadolu'da da yaşandığını ve "kapılarının her
zaman açık olduğunu" söylüyor: "Biz, ananelerimize çok bağlıyız.
Bayramları yaşamaya çalışırız. Rumeli'de nasıl yaşamışlarsa biz de o şekilde
yaşamaya çalışırız. Oyunlarımız vardır mesela,
halk oyunlarımızı yaşatmaya çalışırız. Geçenlerde
halk oyunlarımızı incelemek için Ege Üniversitesi'nden geldiler. Profesör
Doktor Mehmet Öcal Özbilgin diye bir hoca geldi bizden bilgi aldı, onlara oyun
örneklerini sergiledik. Bayramlarda da
sabah herkes abdestini alır. Namazına gider. Bayram namazından çıktıktan sonra
Kurban Bayramı ise evde kalanlar özellikle hanımlar kurbanı hazırlar. Ramazansa
evi temizler. Sabah namazında hemen sonra kapılar açık kalır. O kapı hiç
kapanmaz. Sonra gelinir ev halkıyla bayramlaşılır. Rumeli'de de aynıymış. Rum
komşusuyla yan yana, kapıları sabahtan akşama kadar açık dururlarmış,
birbirleriyle bayramlaşırlarmış. Bir de namaz sonrası silah atılır ama iyi
yapmazlar"
Kızlar Dut
Ağacının Altında "Mana" Atıyor
Kültürel geleneklerinden de bahsetmeden geçmiyor
Fadıl Şengöz... Bunlar arasında "mana atma" olayı var ki... Hacı
İsmail'de eskiden iki tane büyük dut ağacı varmış. Bayram sabahları bu
ağaçların altında buluşan mahallenin genç kızları, iki ağaç arasında dolanan
genç erkeklerle aralarında "mana" atarlarmış...Facebook'un,
Twitter'ın, internetin olmadığı bir dönemde tanışmanın, kaynaşmanın en etkili
yoluymuş bu...
Fadıl Şengöz, "manalardan" da örnekler
veriyor: "Bir de "mana atma" olayı vardı bizde. Bayram
sabahları, burada iki tane büyük dut ağacı vardı. Birisi caminin olduğu yerde
diğeri de bu karşı taraftaydı. Kızlar iki dut ağacının altına toplanır,
erkekler de o ağaçların arasında gider gelirdi. Birbirlerine "mana"
atarlardı. Toplanma amaçları birbirleriyle tanışmak, mana atmak, sohbet
etmekti.
Mesela şöyle manalar olurdu:
"Ercez yarim ercez, Hatice'nin yârini, Ayşe'ye
vercez", "Bizim tütünlerimiz ovaya yakışır, Ahmed'in koluna Gülsüm
yakışır" diye, öbür taraftan birisi çıkar; "Gezeriz el ele tütünler
arası, vermemiş babası Mehmet'e Mermi parası" der, oğlan çıkarırdı, başlardı mermi
atmaya"
Kız
İstendikten Sonra "Mendil" Verilir
Söz "kültürden" açılmışken, düğünlerdeki
konak geleneğini konuşuyoruz ana hatlarıyla... Davul zurnayla cumartesiden
başlayıp pazar gecesine kadar süren yemeği, içkisi bol düğünlerden
bahsediyoruz. Konak geleceğini anlatıyor Şengöz, düğün sahibine
"masraf" ettirilmediğini, herkesin gücüne göre düğüne katkı
sunduğunu, bir nevi "imece usulü" düğün yapıldığını söylüyor. Bunları
söylerken de, "bu adet artık kalmadı" diye ekliyor. "Peki,
düğünü derneği konuştuk ama sizde kız isteme nasıl olurdu" diye soruyorum.
Ve başlıyor anlatmaya: "Bizde kız isteme olayı aynıdır ama biraz farkı
vardır. Kız istemek için eve haber gönderilir, normal olan neyse onlar yapılır.
Kız istenir. Tek fark, kız istendikten sonra bir söz mendili çıkartılır. Kızın
babası sadece bir mendil ister. Erkek mendili verir. Kız isterse yanına havlu,
bir çift çorap yada çikolata koyar. Erkek tarafına verir. Zaten oğlan tarafı
evde bekler mendili"
Bir Hıdrellez
Geleneği: "Mendufa"
Fadıl Şengöz, bir başka kültürden de bahsediyor. Bu
zamana kadar duymadığım ilginç bir şey. Genç kızların Hıdrellez'de çömleğin
içine çiçek dizip, gül ağacının altına bıraktıklarından ve "mendufa"
denilen olaydan bahsediyor: "Ayrıca bizde "mendufa" denilen bir
Hıdrellez geleneği de vardır. Bunun anlamı, herkes bir dilek tutar, bu dilekle
beraber bir çiçek buketi yapar ve buketi topraktan çömleğin içine dizer. Ağzını
kapatır, bir gül ağacının altına yerleştirir. Sabah Hıdrellez günü kalkılır,
çömlek alınır ve içi açılırdı. Çiçekler çıkarılır ve kimin çiçeği dik
duruyorsa, gürbüz duruyorsa o bu yılı iyi geçirecek, kimin çiçeği sönükse kötü
geçirecek diye inanılırdı"
Üzeri
Sıvanmış Bir Rum Evi
Fadıl Şengöz ile sohbetimiz sonlanıyor. Bilgi
Evi'ndeki gençlerden yardım istiyoruz ve hem yazı dizisi için hem de hatıra
mahiyetinde bir fotoğraf çektiriyoruz. Ardından, mübadele öncesi kilise olarak
kullanılan ve bugün mahalledeki ilkokulun bir parçası olarak işlevine devam
eden binayı görmeye gidiyoruz. Fadıl Şengöz, yolda giderken Rumlardan kalma tek
evi de gösteriyor bana... Rumların bıraktığı evlerin yıkıldığını, tek örneğin
bu bina olduğunu söylüyor. Ancak bu binaya yerleşenlerin de, taş duvarları
sıvayla kapladığını, evin orijinal halinin bu sıvanın altında kaldığından
bahsediyor ve sıvası dökülen yerlerden "taş duvarları" gösteriyor.
Fadıl Şengöz ile kilise ve evleri gezdikten sonra,
tütünün yapıldığı zamandan kalma tütüncülere para ödemesi yapan Tarım İl
Müdürlüğü'ne ait binayı da geziyoruz ve ardından da mahalle turumuzu
tamamlayıp, ayrılıyoruz.
YARIN:
Yemen'de 12 Yıl Esir Kalan Hasan Dede Ve Karaperçin'deki İlk Kış Karısını
Toprağa Veren Mehmet Vural'ın Hikayesi
Okuma yazma bildiği için kör kuyuya atılmak
istenen, tam öldürülecekken kulağından yara alıp Bulgarların elinden son anda
kurtulan ve mübadelede gemiye "yatak yorgana" sarılarak kaçak
getirilen İmam Yusuf Ziya Erdal'dan bahsediyor Fadıl Şengöz...
Romanlar der ki, "Biz yukarıda kamarada
güneşten karardık, siz ambarda beyaz kaldınız". Tabi şaka mahiyetindedir
bu ama gerçeklik payı vardır. Ambarlarda gelmişlerdir.
"Hacı İsmail'de Rumlardan kalma bir kilise
var. Bizimkiler gelince, o kiliseyi okul yapmışlar. O yer hala şu anki
ilkokulun bir kısmı olarak hizmete devam ediyor. Hiç orijinaline dokunmadan,
yıkmadan okul yapmışlar.
Sabah namazında hemen sonra kapılar açık kalır. O
kapı hiç kapanmaz. Sonra gelinir ev halkıyla bayramlaşılır. Rumeli'de de
aynıymış.
· "Ercez yarim ercez, Hatice'nin yârini,
Ayşe'ye vercez"
· "Bizim tütünlerimiz, ovaya yakışır, Ahmed'in
koluna Gülsüm yakışır"
/Miraç ÖZTÜRK
14 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder