İstanbul şoförleri aracına binenlerle sohbet etmeyi
severler. Geçtiğimiz gün bir TV kanalında söyleşiye katılan Gazeteci Ali
Sirmen’de, bindiği bir taksi de şoförle arasında geçen ilginç konuşmayı
anlattı. “Nerelisin hemşerim?” Sorusuyla karşılaşan Ali Sirmen “İstanbulluyum”
Diye cevap verir. Şoför bir iki kez daha ısrarla aynı soruyu sorar. Her
defasında İstanbulluyum diyen Ali Sirmen son defasında birazda kızarak, “İstanbulluyum
dedim ya” Diye çıkışır. Bu kez Şoför kızarak, “Onu anladık, aslen nerelisin onu
söyle” Der. Ali Sirmen çaresiz,
“Kardeşim benim bildiğim tek şey ailemin 300 yıldır İstanbul’da yaşadığı, benim
de İstanbul’da doğduğumdur” Diye cevaplar. Bu kez şoför anlamıştır. Kararını da
vermiştir. Başını iki yana sallayarak, “Desene siz Ermenisiniz.” Ali Sirmen TV
kanalında gülümseyerek bu konuşmayı aktarırken, “Bir türlü doğduğumuz
İstanbul’da İstanbullu olamadık“ Diye yakınıyordu. Bu ilginç söyleşiyi
dinlerken, gözümün önüne Samsun’un sosyal ve demografik yapısı geldi. Ne yazık
ki, çok göç alan büyük kentlerde bunları yaşamak olağan hale geldi. Kendi
kentinizde adeta yalnız kalıyorsunuz.
Samsun’da son kırk yılda aldığı göçlerle böyle bir
sorun yaşıyor. Aslında değişik yörelerin insanlarından oluşan bir toplumların,
kültürel zenginliğe de ulaşması gerekir. Ancak, büyük kentlere göç edenler
genellikle eğitim seviyesi düşük, kentinde iş bulamamış, hiçbir mesleki
beceriye sahip olmayan insanlardan oluştuğu için, o yörelerin üst düzey
kültürlerini de taşıyamamaktadırlar. Bu da, onların gittikleri yerlerin
kültürel ve sosyal yapısına adapte olmasını zorlaştırmakta, onların
yalnızlıklarını gidermek için kendi yöresi insanı ile çok daha fazla dayanışma
içine girmesine ve kenetlenmesine neden olmaktadır.
Aynı yanlışı Devlet olarak Türkiye de yapmış ve
işsiz, kültürel anlamda en düşük, eğitimsiz insanları işsizlik sorununa çözüm
bulmak üzere Almanya’ya göndermiştir. Önce Almanya, sonrada diğer Avrupa
ülkelerine giden lisan bilmeyen insanlarımız, belki iş sahibi oldular ama
sosyal açıdan perişan oldular. Horlandılar, en pis işlerde çalıştırıldılar,
yaşadıkları topluma adapte olmak yerine, kendi aralarında ki bağlılığı
şovenizme dönüştürüp, Gettolaştılar.
Avrupa ülkeleri dahi böyle bir yapıyı kendi
dokularına adapte edemedi. Zorlamalar da, iki kültür arasında bocalayan bir
başka ikinci kuşağın oluşmasına neden oldu. Büyük kentlerin de sorunu budur.
İstanbul’da doğup büyüyenler nasıl kendi kentlerinde azınlıkta kaldı ise,
Samsun’da da aynı şeyler olmuştur. Samsun
Osmanlı öncesi dönemlerde de çok değişik kavimlerin etkisinde kaldığı ve çok
değişik kültürlerle yoğrulduğu için, 1970’lere kadar sosyal yaşamı, kültürel ve
ekonomik yapısı ile Türkiye’nin en çağdaş, en güçlü kentleri arasında yer
almıştır.
Benim çocukluk yıllarımda Samsun insanı giyim ve
konuşma dili ile eski İstanbul insanına benzetilir, onlarla kıyaslanırdı. Çok
köklü, sosyal ve kültürel zenginliğe sahip aileler vardı. Ne yazık ki, Samsun’un
ticari yönden güçlü olduğu yıllarda Samsun’da belli bir ekonomik güce ulaşan bu
aileler, Samsun’a göçlerin başlaması ile birer ikişer Samsun’u terk ederek çoğu
İstanbul’a yerleştiler. Kısacası Samsun dışarıdan işsiz, eğitimsiz, önceleri
ailelerini de getirmeyen bir göç alırken, Samsun’un köklü, zengin ve eğitimli
ailelerini göç olarak gönderdi.
Son dönemlerde de, işsiz kalma korkusu ile Samsun’a
gelemeyen iyi eğitimli genç kuşağını da kaybetti. Samsun adına şanssız bu
değişim, Samsunda yeni yapıların oluşmasına neden oldu. Siyasi beklentiler
uğruna göz yumulan kural dışı uygulamalar, Samsun’u bugünkü haline getirdi. Samsun
artık bazı bölgelerin insanlarının oluşturduğu lobilerin denetimine girdi. Samsunlunun
en büyük derdi olan “Birliktelik” sağlanamamasına zemin yaratı.
Yeni ticari bir dal olarak büyüklü, küçüklü
“İşportacı” Esnafını yarattı. Tüm ticari ve sosyal yaşam kurallarını yok eden
bu grup, Samsun’un en köklü ticarethanelerini dahi ezdi geçti. Samsun işportacı
cennetine dönüştü. Bölgesel lobiler
artık Samsun’un ticari ve siyasi yapısına sahip olmuştu. Yeni düzeni bu lobiler
belirliyordu. Belediye başkanları da bu yanlışa çanak tutuyordu. Siyasi partiler de bu lobilerin etkisinde
kalıyor, Samsun adına seçilen milletvekilleri, hatta belediye başkanları
çoğunlukla, “Başka illeri asıl illeri olarak kabul eden” İnsanlardan
oluşuyordu. Büyük kentlerde ki bu olumsuzluğu aşmanın tek yolu, herkesin kendi
özünü ve kültürlerini koruyarak, yaşadıkları ve karınlarını doyurdukları ili,
kendi ili olarak kabullenmesidir.
Hedef yaşadığımız ili benimsemek orayla
bütünleşmektir. İkinci, hatta üçüncü kuşak Samsun doğumluların dahi Samsunluyum
diyememesi yadırganacak bir şeydir. Bunun ötesi şovenizme kayar ki, o kentlerde
ortak yaşam ve dayanışma kültürü gelişemez. Sonuçta orada yaşayan herkese
yarayacak ortak projeler üretilemez, başarı için gerekli olan birliktelik
sağlanamaz. Samsun’da, bu sıkıntıyı en derinden duyan kentlerin başında
gelmektedir. Eğer geriye dönerek geçmişimizi incelersek, hepimizin ama erken,
ama geç bir yerlerden geldiğimizi görürüz. İşin temeli Türklerin 1071 de Orta
Asya’dan Anadolu’ya göçüne kadar dayanır. Bu lobileşme hareketi, sonunda hiç de
doğru bulmadığım şekilde kendi ilçelerimizin dahi ayrıca lobileşmesine zemin
hazırlamıştır.
Amaç, enerjimizi kendi başımıza bir şeyleri
başarmak için harcamak yerine, yaşadığımız bu kenti tüm ilçeleri ile birlikte
kucaklayacak “Ortak çıkar birlikteliğinin” Sağlanması olmalıdır. Aksi halde, bölünüp parçalanıp, hepimizin
zarar göreceği yalnızlığa mahkûm oluruz. Aksi halde, bugünkü gibi TBMM’de bizi başka
illerin milletvekillerinin savunmasına razı oluruz. Kentli olmak, yaşadığı
kenti ve oradaki insanları sevmektir. Karnını doyurduğu, para kazanıp
çocuklarını büyüttüğü il ile bütünleşmektir. Yaşadığı kentte mutlu olabilmenin tek yolu da
budur..
İyi haftalar..
/Ecz. Sadi
SUBAŞI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder