Karadeniz, Akdeniz karneleri isteriz
tekerlemesinin ardından, yaza merhaba dediğimiz çocukluk yıllarının Bafra`sında
yine küçük bir gezintiye çıkacağız. 23 Nisan Ilusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramında okulların merasim yürüyüşüyle geldikleri Cumhuriyet Meydanından
Hükümet Caddesine gireceğiz. Bakalım kimler çıkacak karşımıza... Sol kolda,
eskiden Camii Kebir Mahallesi (1946 yılından sonra ise Büyük Cami Mahallesi)
sınırları içinde yer alan Alibey Çeşmesi; sağ kolda ise Kargalı Mahallesi (1946
yılından sonra Cumhuriyet Mahallesi) sınırları içinde olan eski Ziraat
Bankasının olduğu yerden yola çıkıyoruz.
Leblebici Bilal Dayı yine
leblebilerini kavuruyor. Mis gibide kokuyor hani... Elinde leblebileri karıştırdığı tahta
spatulasıyla bir yandan leblebileri karıştırıyor bir yandan da gelene gidene
laf yetiştiriyor. Öğünmek gibi olmasın beni de çok severdi. Nerden aklına
geldiyse bana yumuşak göz lakabını takmıştı. Eski esnaf ne de olsa göz hakkımız
bir avuç sımsıcak leblebiyi elimize tutuşturuyor.
Onun hemen yanında, Bafra minibüs
garajı var. Tok sesiyle Simsar Hasan Dayı “Samsona bi`kişi”
diye bas bas bağırıyor. Minibüse bakıyorsun içinde iki kişi var ya da yok ama
her nasılsa minibüs iki dakikada yola koyuluyor. Simsar Hasan Dayı çok nüktedan
biri, nasılsın diye sorduklarında verdiği tek cevap “yarısı iyi yiğenim”di.
Hiç unutmam, o öldüğü
gün Bafra`nın Samsun`la irtibatı kesilmiş, tüm
minibüsler cenazesine katılmıştı. Yapılan konvoy için Bafra usulü bir abartı
vardı... Konvoyun bir ucu meydanda diğer ucu mezarlıkta diyorlardı. Belki de
gerçekten öyleydi.
Minibüs garajının hemen yanında ismi
bize çok hoş gelen arzuhalci vardı. Tabelasını oradan her geçtiğimde okurdum
arzuhalcinin adı Feyyaz Sezgin`di. Şimdiki gençlerin bildiğini hatta duyduğunu
bile sanmadığım baston denen pide şeklinde yapılmış ekmekleri aldığımız
Cimbilik fırını da onun yanındaydı. O yıllarda baston çok tüketilen unlu
mamullerden biriydi. İşyerlerinde sabah kahvaltısı yapanların bir numaralı
tercihiydi.
Leblebi, baston derken karnımız doymuş
sıra ruhun gıdasını almaya yani müzik dinlemeye geliyordu.
Mesrur Vanlı ve oğlu Ahmet Vanlı`nın
dost plak adlı işyeri, fırının hemen yanındaydı. Sattıkları gitar ve
mandolinlere iç geçirerek bakar pikaptan bir iki şarkı dinleyerek ruhumuzun
gıdasını da alır yolumuza devam ederdik. Kolbaşıların bakkalında adeta yok
yoktu. Memişkale Bakkaliyesinden sonra en geniş çeşit oradaydı. Her tür
bakkaliyenin yanında onlarda müzik aletleri satarlardı. Kaynana ve akide
şekerini sadece oradan alırdım. Bir ara tüfeğinden balık ağına kadar av
malzemeleri de getirmişlerdi.
Akça Bisikletçi, kasap ve onların
yanında Bafra`nın tek oyuncak satıcısı Fevzi Amcanın işyerinden hiç çıkmazdık.
Bugün bile o kadar çeşit şekerlemeyi bir araya getirmek kolay değil. Horoz,
balık, çubuk şeklinde yapılmış şekerlemeler ya gerçekten çok güzeldi ya da bize
öyle geliyordu.
Hemen karşıdaki Merkez İlkokulu, bizim
okulumuz Gazi İlkokulunun adeta rakibiydi. İki okul öğrencileri hep rekabet
halindeydi. Müdürü ise yakın komşumuz adam gibi adam Şinasi Arslan`dı. Okulu
geçtikten sonra iki katlı, tarihi, bahçeli bir ev vardı. Bahçedeki tropikal
ağaçlar çok ilgimizi çekerdi. Ağaçların gövdesi adeta siyah bir tül gibi olur,
biz onları koparır, bıyık yapardık. Yan yana olan tarihi evlerden sonuncusun da
Tirloların evi vardı. Rengârenk çiçekli bahçeleri vardı.
Yolun karşısındaki ev istisnasız tüm
Bafralıların bildiği ahşaptan yapılmış Hacıbaşların konağıydı. En az yüzyıl
önce yapılan bu ev sanki yeni yapılmış gibi sapasağlam duruyor, önündeki Aslan
heykelleri gelip geçen herkesin ilgisini çekiyordu.
Caddenin en ilginç taraflarından biri
de Mal Müdürlüğünün yanındaki at tezeklerinin yaydığı kesif kokuların arasında
faytonlarla, Hacıbaşların konağına neredeyse bitişik olan ve Bafra`nın yeni
tanıştığı taksi durağının rekabetiydi. Her meslekte olduğu gibi faytonlar
maçtan yenik ayrılmış ileride nostalji olarak tekrar karşımıza çıkacaklardı. Yollar
yürümekle aşınmaz misali ilerliyoruz. Bafra`da ender bulunan apartmanlardan
biri karşımıza çıkıyor.
Hacıömerlere ait binanın altındaki
işyerlerine hafif bir göz atıp binanın hemen köşesindeki Bisikletçi Nadir`in
önünde soluklanıyoruz. Nadir Amca yine bir bisikleti ters çevirmiş akort
yapıyor, bir çeşit balans işlemi yani. Henüz bisikletim olmadığı için sadece
izlemekle yetiniyorum. İleride bisikletin inceliklerini öğrenmiş bir olarak bir
bisiklete sahip olacağım.
Ali`nin yeri henüz yeni açılmış. Taze
portakal sıkıyor, muzlu süt makinası diye birş ey getirmiş. Makinanın içine
koyduğu soğuk sütün içine muzda atıyor al sana köpüklü harika bir içecek.
Tostunu denemişliğimizde var, parayı meydandaki Şıracı Sami Dayıya
yatırdığımdan oradan hızlıca uzaklaşıyorum. Uzaktan Emin Dayının hamamı
görünmeye başlıyor. O zamanlar aktif bir hamam. Müşterisi de çok. Bafralıların
en keyif aldıkları yerlerden biri, hem çimiyorlar, hem de getirdikleri
yiyeceklerle midelerini tıka basa dolduruyorlar.
Hamamın hemen yanında, dökülen betonun
sıcaktan çatlamaması için abimle beraber her gün sulamaya gittiğimiz babamın
yeni yaptırdığı apartman var. İsim tabelasını monte ediyorlar. Tabelanın
üzerindeki isim hiç yabancı değil. Babamın hala en yakın arkadaşı, Bafra`da
yaşadığımız günlerde kankası olan Yusuf ve Feride kiraz çiftinin üç erkek
çocuğunun üzerine gelen dünyalar tatlısı, şimdi İstanbul`da avukatlık yapan
kızları Dilek`in adı yazıyor.
Artık evimize yanaşıyorum. Hamamın
karşısındaki arsada tek katlı bahçeli bir ev, önünde de kovboyculuk
oynadığımız, kışın yakılmak üzere odun haline getirilip satılacak tomruklar
var. İşaret parmağımızı tabanca gibi yapıp “dijinyaa dijinyaa”sesleri
arasında bol keseden mermi yakarak kovboyculuk
oynuyoruz orada. Ayrıca bahçedeki akasya ağacının
bal tadında olan çiçeğini koparıp arılar gibi emip duruyoruz.
Artık arkadaşlarımın evleri yan
yanalar. Belki birine rastlarım diye evlerinin önünden yürüyorum. Ajdan,
hayati, Eray`ların evini geçiyor bir zamanlar Bafra`nın efsane kalecisi olmuş
Bafralıların deyimiyle topa atladımı havada 3 dakika kalan, tek elle top
yakalayan Ümit Çavuşun evinin önüne geliyorum. Ümit Çavuşun 4 oğlundan Bülent
bizim yaşıtımız ve iyi arkadaşımızdı, diğer oğullarından Ahmet abide iyi futbol
oynuyordu. Eskişehirspor`a transfer olduğunda mahallenin çocukları da neredeyse
Eskişehirsporlu olmuştu.
Şinasi öğretmenlerin evinin üstünde
Berber Nedim Amca, yandaki evde ise, şimdi samsunda Doktor olan Halis ve
Ahmet`in babaları Avukat Günaydın Korur, onlarla birliktede Günaydın Amcanın
kız kardeşi Bafra`nın gelmiş geçmiş en hanım ve sosyal insanlarından biri de
olan büyük yardımsever öğretmen Jale Korur otururdu.
Onların az ilerisinde Bafay Yağ
Fabrikasının kurucularından ve bu işe belki de bir ömür adayan Abdulvahap Ayan
Amca ve ailesi otururdu. Karşıdaki evlerden birinde pastane ve odunculuk işi
yapan Zülküf Kutlu; Maksut, Zeki ve Tülin isminde bizimde arkadaşımız olan
çocuklarıyla kendi yaptığı binasında otururlardı. Onların karşı köşede ise Hacı
Felür Ailesi otururdu. O ailenin bir ferdi olan Kemal Acun, Çanakkale`de
yabancı bir gemiyle çarpışarak batan Dumlupınar denizaltısında şehit olmuş ve
bizim çocukluk yıllarımıza kadar anlatılır olmuştu.
Hava sıcak çokta yoruldum. Yusuf Kiraz
Amcanın evinin altında bakkal Ali var. Topçunun meşhur gazozunu içmek için
sabırsızlanıyorum. Gazozu her zamanki gibi sallayıp patlatıyorum. Köpük şişenin
ağzından adeta fışkırıyor. Zevkle gazozumu içerken tam karşıda bulunan evimizin
balkonundan annem sesleniyor “ne zamandır seni arıyorum, çabuk gel yine mi
mahalleyi araştırıyorsun”diyor. Çaresiz eve
gidiyorum. Şimdi olsa cep telefonundan hemen beni bulurdu.
Teknoloji iletişimi kolaylaştırsa
da artık yerine konamayacak çok
şeyi de hayatımızdan
alıp götürdü.
Keşke, annem beni yine balkondan çağırsa.
/Recep
Yılmaz
14.10.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder