1 Nisan 2013 Pazartesi

Şehir Hastaneleri Öyküleri -1

Şehir  Hastaneleri  konusunda  yazdıklarımızın, bilgilendirme  toplantılarımızın  yoğunluğuna rağmen,  politik  söylem  Kamu-Özel  Ortaklığı  ile  yapılacak  ve  özel  sermayeye kiralanacak  olan  Şehir  Hastaneleri  konusunda  sürekli  yanlış  sunumundan vazgeçmiyor.

Kısaca  hatırlarsak:
Şehir  hastaneleri  kamusal  değildir.
Şehir  hastaneleri  halkın  yararına  değildir.
Şehir  hastaneleri  kamusal  alanın  tasfiyesidir.
Şehir  Hastaneleri  halkın  SAĞLIĞINA olumlu  katkı  sağlamaz.
Şehir  Hastaneleri  sağlıkta  yeni  bir  sermaye  sınıfı  yaratır.
Şehir  Hastaneleri  kamu  hastanelerinin  özelleştirilmesi, sağlık  çalışanlarının taşeronlaştırılmasıdır.

Bu  konularda  onlarca Bilimsel  bilgi  TTB  tarafından  kamuoyu  ile paylaşılmıştır. Özellikle  İngiltere  ve  Kanada’nın  Sağlık  alanında  kamu-özel  ortaklığı  konusunda yolsuzluklar  ve  yüksek  maliyetler  nedeniyle  dili  çok  yanmış.  Bu  yolsuzluklar  ve kamusal  zarar Meclis  raporları  ile  doğrulanmıştır. Geçenlerde  TTB , İngiliz Tabipler Birliği’ni (British Medical Association, BMA) ziyaret ederek, konu ile ilgili olarak Birliğin Sağlık Politikası ve Ekonomik Araştırma Birimi sorumlusu Jon Ford (JF) ile görüştü.Görüşmeyi Türk Tabipleri Birliği adına Bursa Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Kayıhan Pala (KP)gerçekleştirdi.

Bu  görüşmenin  ana  konusu  sağlık alanındaki kamu özel ortaklığıydı. Türkiye’de sağlık alanındaki kamu özel ortaklığı ile ilgili ilk düzenlemenin 1987’de “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” ile çıkarıldığı ancak 2000’li yılların ortalarına kadar bu konuda pek şey yapılmadığı vurgulandı. Ardından mevcut hükümetin hastane kampüsleri kurmak amacıyla bu yöntemi devreye soktuğu ve son birkaç yıl içinde değişik kentlerde bulunan sekiz yerleşkenin ihale sürecinin tamamlanmak üzere olduğu aktarıldı. Tamamlanan ihale sonuçlarına göre her bir hastane yerleşkesi için ihaleyi alan şirketlere (Bunların çoğunlukla finansman, inşaat ve tıbbi şirketlerden oluşan konsorsiyumlar olduğu belirtilerek) yaklaşık 1.2 milyar pound ödeme yapılmasının söz konusu olduğu; 25 yıl boyunca yıllık yaklaşık 50 milyon pound kira ödemesi yapılması gerektiği anlatıldı.

Bu yerleşkeler için Sağlık Bakanlığı tarafından hesaplanan sabit yatırım tutarının yaklaşık 170 milyon pound olduğu ve bu tutarın ihalede belirlenen üç yıllık kira bedelinden biraz fazla olduğu; bu durumda kamunun yıllar boyunca gereksiz ve fazla ödeme yapmak zorunda kalacağının ortaya çıktığı paylaşıldı. Bütün bunların ortaya çıkmasının ardından Türk Tabipleri Birliği’nin hükümete çok daha pahalı bir yöntem olmasına karşın neden böyle bir yöntemi tercih ettiğini sorduğu ama tatmin edici bir yanıt alınamadığı aktarıldı.

Sağlık alanındaki kamu özel ortaklığı girişimi için daha önce İngiltere’de kullanılan “Özelleştirmenin Truva Atı” betimlemesinin Türkiye için de geçerli olduğunu düşündüğümüz iletildi.  2-3  gün  bu  görüşmede , sağlık alanında kamu özel ortaklığı ya da İngiltere’de daha sık kullanılan deyimiyle özel finansman girişimi (Private Finance Initiative, PFI) hakkında Bursa Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın sorularına verilen  cevapları sizlerle  paylaşacağım. Türkiye  tarihinin  en  büyük  kamusal  tasfiye  hareketini  anlamak  açısından  bu  sorular  ve  cevaplar  çok  önemli  diye  düşünüyorum:

KP: Birleşik Krallıkta 2002 yılında toplam olarak en azından 400 büyük PPP/PFI projesinin bitmiş ya da bitirilmek üzere olduğu biliniyordu. Şimdi bunların sayısının biraz daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Kuşkusuz bunların içerisinde başta hastaneler olmak üzere sağlık kuruluşları da önemli bir yer tutuyor. Bu süreçte geçmişte ve şimdi sağlık alanında PPP/PFI uygulamalarına ilişkin BMA’nın görüşü ve tutumu ne oldu? BMA bu yaklaşımı hekimler açısından nasıl değerlendirdi?

JF: Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; sağlık alanında PPP/PFI piyasa için yeni fırsatlar sağlayan yaklaşımdır, amacının kamu yararı olmadığı açıktır. Birleşik Krallık’ta hükümet böyle bir tercih kullandı ve başlangıçta bu tercih hem toplum hem de hekimler tarafından olumlu olarak değerlendirildi.

Başlangıçta PPP/PFI uygulamalarında sermayenin özel sektörden sağlanması, finansman sağlamanın içerdiği risk nedeniyle daha uygun bir yaklaşım olarak algılandı. Son iki yıla kadar da bu algıda çok büyük bir farklılık olmadığını söylemek gerekir. Ancak aradan geçen yıllar ve ortaya konan bazı raporlar daha uygun ya da ucuz olacağı varsayılan özel sektör finansmanının kamu finansmanına göre bu açıdan önemli bir farklılık göstermediği konusunda bir tartışmayı gündeme getirdi.

Bu uygulamanın hekimler tarafından başlangıçta kabul görmesinin en önemli nedeni ülkemizde yeni ve modern hastanelere duyulan gereksinimdir. Eskimiş hastanelerde hizmet sunmanın zorluğu ve çok uzun zaman beklemeden çok sayıda hastanenin yenilenmesi olasılığı hem hekimler hem de toplum açısından PPP/PFI uygulamalarına olumsuz bakmamanın temel nedeni olmuştur.

Ancak açıklıkla söylemek gerekir ki; sağlık alanında PPP/PFI uygulamaları üç temel sorunu barındırmaktadır: İlk ve en önemli sorun uygulamaların esnek olmamasıdır. Çok uzun zaman (25-30 yıl) yürürlükte kalacak sözleşmeler imzalamak yüzünden, hastanelerin değişen koşullara uyum sağlama olanağı bulunmamaktadır. Başlangıçta yeni ve modern hastanelerde hizmet sunmanın olumlu yanları olsa da tıp çok kısa sürede hızla değişebilen bir hizmet alanıdır. Uzun süreli sözleşmeler tıpta ortaya çıkan yeni gelişmelere uyum sağlamak olanağından uzaktır. İkinci olarak bu uygulamanın önemli bir sakıncası, işlerin kötüye gitmesi halinde sözleşme süresi boyunca geriye dönüş olasılığının bulunmamasıdır. İşler ne kadar kötüye giderse gitsin, sözleşmede yazan kira bedelini ödemek ve bu ödemeyi 25-30 yıl boyunca yapmak zorundasınız. Süreci kesip atamazsınız.  Elbette söz konusu hastanenin bu ödemeyi yapamama olasılığına karşın verilmiş bir takım güvenceler olduğunu hepimiz biliyoruz. Üçüncü olarak paranın değeri konusunda risk aslında özel sektörde değil, kamu sektörünün sırtındadır.
-Devam  edeceğiz.-

/Cem ŞAHAN
01 Nisan 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder