Şehir
Hastaneleri konusunda yazdıklarımızın, bilgilendirme toplantılarımızın yoğunluğuna rağmen, politik
söylem Kamu-Özel Ortaklığı
ile yapılacak ve
özel sermayeye kiralanacak olan
Şehir Hastaneleri konusunda
sürekli yanlış sunumundan vazgeçmiyor.
Kısaca
hatırlarsak:
Şehir
hastaneleri kamusal değildir.
Şehir
hastaneleri halkın yararına
değildir.
Şehir
hastaneleri kamusal alanın
tasfiyesidir.
Şehir
Hastaneleri halkın SAĞLIĞINA olumlu katkı
sağlamaz.
Şehir
Hastaneleri sağlıkta yeni
bir sermaye sınıfı
yaratır.
Şehir
Hastaneleri kamu hastanelerinin özelleştirilmesi, sağlık çalışanlarının taşeronlaştırılmasıdır.
Bu
konularda onlarca Bilimsel bilgi
TTB tarafından kamuoyu
ile paylaşılmıştır. Özellikle
İngiltere ve Kanada’nın
Sağlık alanında kamu-özel
ortaklığı konusunda
yolsuzluklar ve yüksek
maliyetler nedeniyle dili
çok yanmış. Bu
yolsuzluklar ve kamusal zarar Meclis
raporları ile doğrulanmıştır. Geçenlerde TTB , İngiliz Tabipler Birliği’ni (British
Medical Association, BMA) ziyaret ederek, konu ile ilgili olarak Birliğin
Sağlık Politikası ve Ekonomik Araştırma Birimi sorumlusu Jon Ford (JF) ile
görüştü.Görüşmeyi Türk Tabipleri Birliği adına Bursa Tabip Odası Başkanı Prof.
Dr. Kayıhan Pala (KP)gerçekleştirdi.
Bu
görüşmenin ana konusu
sağlık alanındaki kamu özel ortaklığıydı. Türkiye’de sağlık alanındaki
kamu özel ortaklığı ile ilgili ilk düzenlemenin 1987’de “Sağlık Hizmetleri
Temel Kanunu” ile çıkarıldığı ancak 2000’li yılların ortalarına kadar bu konuda
pek şey yapılmadığı vurgulandı. Ardından mevcut hükümetin hastane kampüsleri
kurmak amacıyla bu yöntemi devreye soktuğu ve son birkaç yıl içinde değişik
kentlerde bulunan sekiz yerleşkenin ihale sürecinin tamamlanmak üzere olduğu
aktarıldı. Tamamlanan ihale sonuçlarına göre her bir hastane yerleşkesi için
ihaleyi alan şirketlere (Bunların çoğunlukla finansman, inşaat ve tıbbi
şirketlerden oluşan konsorsiyumlar olduğu belirtilerek) yaklaşık 1.2 milyar
pound ödeme yapılmasının söz konusu olduğu; 25 yıl boyunca yıllık yaklaşık 50
milyon pound kira ödemesi yapılması gerektiği anlatıldı.
Bu yerleşkeler için Sağlık Bakanlığı tarafından
hesaplanan sabit yatırım tutarının yaklaşık 170 milyon pound olduğu ve bu
tutarın ihalede belirlenen üç yıllık kira bedelinden biraz fazla olduğu; bu
durumda kamunun yıllar boyunca gereksiz ve fazla ödeme yapmak zorunda
kalacağının ortaya çıktığı paylaşıldı. Bütün bunların ortaya çıkmasının ardından
Türk Tabipleri Birliği’nin hükümete çok daha pahalı bir yöntem olmasına karşın
neden böyle bir yöntemi tercih ettiğini sorduğu ama tatmin edici bir yanıt
alınamadığı aktarıldı.
Sağlık alanındaki kamu özel ortaklığı girişimi için
daha önce İngiltere’de kullanılan “Özelleştirmenin Truva Atı” betimlemesinin
Türkiye için de geçerli olduğunu düşündüğümüz iletildi. 2-3
gün bu görüşmede , sağlık alanında kamu özel
ortaklığı ya da İngiltere’de daha sık kullanılan deyimiyle özel finansman
girişimi (Private Finance Initiative, PFI) hakkında Bursa Tabip Odası Başkanı
Prof. Dr. Kayıhan Pala’nın sorularına verilen
cevapları sizlerle paylaşacağım. Türkiye tarihinin
en büyük kamusal
tasfiye hareketini anlamak
açısından bu sorular
ve cevaplar çok önemli diye
düşünüyorum:
KP: Birleşik Krallıkta 2002 yılında toplam olarak
en azından 400 büyük PPP/PFI projesinin bitmiş ya da bitirilmek üzere olduğu
biliniyordu. Şimdi bunların sayısının biraz daha fazla olduğu tahmin ediliyor.
Kuşkusuz bunların içerisinde başta hastaneler olmak üzere sağlık kuruluşları da
önemli bir yer tutuyor. Bu süreçte geçmişte ve şimdi sağlık alanında PPP/PFI
uygulamalarına ilişkin BMA’nın görüşü ve tutumu ne oldu? BMA bu yaklaşımı
hekimler açısından nasıl değerlendirdi?
JF: Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; sağlık
alanında PPP/PFI piyasa için yeni fırsatlar sağlayan yaklaşımdır, amacının kamu
yararı olmadığı açıktır. Birleşik Krallık’ta hükümet böyle bir tercih kullandı
ve başlangıçta bu tercih hem toplum hem de hekimler tarafından olumlu olarak
değerlendirildi.
Başlangıçta PPP/PFI uygulamalarında sermayenin özel
sektörden sağlanması, finansman sağlamanın içerdiği risk nedeniyle daha uygun
bir yaklaşım olarak algılandı. Son iki yıla kadar da bu algıda çok büyük bir
farklılık olmadığını söylemek gerekir. Ancak aradan geçen yıllar ve ortaya
konan bazı raporlar daha uygun ya da ucuz olacağı varsayılan özel sektör
finansmanının kamu finansmanına göre bu açıdan önemli bir farklılık
göstermediği konusunda bir tartışmayı gündeme getirdi.
Bu uygulamanın hekimler tarafından başlangıçta
kabul görmesinin en önemli nedeni ülkemizde yeni ve modern hastanelere duyulan
gereksinimdir. Eskimiş hastanelerde hizmet sunmanın zorluğu ve çok uzun zaman
beklemeden çok sayıda hastanenin yenilenmesi olasılığı hem hekimler hem de
toplum açısından PPP/PFI uygulamalarına olumsuz bakmamanın temel nedeni
olmuştur.
Ancak açıklıkla söylemek gerekir ki; sağlık
alanında PPP/PFI uygulamaları üç temel sorunu barındırmaktadır: İlk ve en
önemli sorun uygulamaların esnek olmamasıdır. Çok uzun zaman (25-30 yıl)
yürürlükte kalacak sözleşmeler imzalamak yüzünden, hastanelerin değişen
koşullara uyum sağlama olanağı bulunmamaktadır. Başlangıçta yeni ve modern
hastanelerde hizmet sunmanın olumlu yanları olsa da tıp çok kısa sürede hızla
değişebilen bir hizmet alanıdır. Uzun süreli sözleşmeler tıpta ortaya çıkan
yeni gelişmelere uyum sağlamak olanağından uzaktır. İkinci olarak bu
uygulamanın önemli bir sakıncası, işlerin kötüye gitmesi halinde sözleşme
süresi boyunca geriye dönüş olasılığının bulunmamasıdır. İşler ne kadar kötüye
giderse gitsin, sözleşmede yazan kira bedelini ödemek ve bu ödemeyi 25-30 yıl
boyunca yapmak zorundasınız. Süreci kesip atamazsınız. Elbette söz konusu hastanenin bu ödemeyi
yapamama olasılığına karşın verilmiş bir takım güvenceler olduğunu hepimiz
biliyoruz. Üçüncü olarak paranın değeri konusunda risk aslında özel sektörde
değil, kamu sektörünün sırtındadır.
-Devam
edeceğiz.-
/Cem ŞAHAN
01 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder