1926 yılında sigara fabrikaları ile başlayan
yatırımlar, 1944 yılında Gelemen Devlet Üretim Çiftliği, 1960 yılında Samsun
Limanı, 1958 yılında küçük sanayi sitesi 1970’li yıllarda Azot ve Bakır
İşletmeleri ile devam etmiştir.
Bugüne kadar yaşanan süreç içinde, ilk etapta
Tekelin özelleştirilmesi bu tesisler kapatılmış, ardından ise Azot ve Bakır
İşletmeleri de aynı kaderi yaşadığından, kentte önemli oranda istihdam darlığı
yaşanmıştır. İstihdamın artırılmasına yönelik atılan adımlar, küçük sanayi
sitelerinin kurulması ile sınırlı kalmıştır. Tarıma dayalı bir ekonominin ön
plana çıkarılması sonucunda büyük sanayi işletmelerinin saltanatı pek uzun
sürmemiştir. Sürekli göç alan yapısı ile, istihdam sorunu sürekli artan bir
grafik içinde hareket etmiştir. Kentin ekonomik lokomotifi olan kurumlar ise,
global ekonomi dünyasının içinde rol oynayabilecek yapıda bir politika
belirleyemediklerinden, ekonomik verilerde olumlu sonuçlar ortaya çıkmamıştır.
İlk kez STSO seçimlerinde ortaya çıkan adaylar
üretecekleri hizmet ve programlarını kamuoyu ile paylaşmaktadırlar. Mevcut
yönetim ise yaptıkları ve yapamadıkları ile tekrar seçilebilmek için geçmişten
farklı stratejiler uygulamaktadırlar. Bu çekişmenin sonucunda kazananın Samsun
kenti olması en önemli hedeftir. Hizmet
sektörüne yönelik üretilen projeler elbette sokaklarda katma değer yaratacak
bir ekonomik profil yaratılmasına engel
teşkil etmektedir. Vatandaşın istifade edebileceği üretime yönelik projelerin
gündeme alınmaması halinde, işsizliğin önlenebilmesi mümkün olamayacaktır. Türkiye’de
ekonomik sistem ne yazık ki, belirli sınıfların gelir düzeylerinin daha da
artmasını sağlayan seviyelere taşınmıştır. Örneğin son günlerde altın üzerinde
yaratılan spekülasyonların ardından, özellikle kuyumcuların mahareti ile
düşüşlerden vatandaşın yararlanması önlenmiştir.
“Darphaneden mal gelmiyor” bahaneleri ile öncelikle
çeyrek altının karaborsaya düşmesi sağlanmış ve ardından yine darphanenin
yaptığı 5,5 tonluk sevkiyat sonucunda altın yine ederinin üzerinde satılarak
bir nevi vatandaşa yine kazık atılmıştır. Kısaca sistemde yaratılan avantajlar
hiçbir şekilde vatandaşa direkt olarak yansımamaktadır. Son örneği ise altının
düşüşü aşamasında yaşanmış, kuyumcular zarar etmemek için altınlarını tezgaha
koymamışlar ve “yarım, çeyrek kalmadı” ifadeleri ile ellerindeki altınları
yüksek fiyattan satmayı tercih etmişlerdir. Altın örneği sadece aysbergin
yüzeyidir. Vatandaşın lehine olabilecek şartlara birileri müdahale ederek, yine
haksız kazançlar sağlamanın peşindedirler. Her iktidar döneminde olduğu gibi bu
iktidar döneminde de yeni iktidar zenginlerinin türemesi, elbette ekonomik
çarpıklıkların bir göstergesidir.
AB ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada kredi
faizleri düşerken, ülkemizde ise artış kaydetmektedir. Üstelik iç talebin
azalmasına rağmen kredi faizlerindeki yükseliş trendini anlayabilmek mümkün
değildir. Finans piyasalarını da dünya siyasetinde olduğu gibi ABD’nin oyuncağı
haline gelmiştir. Altını dolara rakip gören ABD, euro’ya karşı başlattığı
savaşı şimdi de altına yöneltmiştir. Doları ret eden ülkelere savaşı dahi göze
alan ABD’nin finans cephesinde başlatmış olduğu bu savaşın sonuçlarını
kestirmek mümkün değildir.
En fazla altın stoğuna sahip Almanya’nın altının
düşüşünden en fazla etkilenecek ülke olması kaçınılmazdır. Büyük şirketlerde
elbette bu savaştan karlı çıkacaklardır. Şimdi böylesine bir oyunun ortasında
kalan vatandaşın sağlıklı karar verebilmesi veya düşüşün avantajını
yaşayabilmesi mümkün mü dür? Altın konusunda dünya finans piyasalarını takip
eden bir kişi olarak genel kanaatimiz şudur. Vatandaş kesinlikle yastık
altındaki veya eşlerinin kızlarının kolundaki altınları çıkarıp satmamalıdır.
Çünkü altın üzerinde oynanan oyun uzun soluklu olmayacaktır. Alım konusunda ise
suların durulması beklenmelidir.
/Süleyman
SALUR
25 Nisan 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder