25 Nisan 2013 Perşembe

Samsun’un Yatırım Profili Ve Altın’daki Oyu

1926 yılında sigara fabrikaları ile başlayan yatırımlar, 1944 yılında Gelemen Devlet Üretim Çiftliği, 1960 yılında Samsun Limanı, 1958 yılında küçük sanayi sitesi 1970’li yıllarda Azot ve Bakır İşletmeleri  ile devam etmiştir.

Bugüne kadar yaşanan süreç içinde, ilk etapta Tekelin özelleştirilmesi bu tesisler kapatılmış, ardından ise Azot ve Bakır İşletmeleri de aynı kaderi yaşadığından, kentte önemli oranda istihdam darlığı yaşanmıştır. İstihdamın artırılmasına yönelik atılan adımlar, küçük sanayi sitelerinin kurulması ile sınırlı kalmıştır. Tarıma dayalı bir ekonominin ön plana çıkarılması sonucunda büyük sanayi işletmelerinin saltanatı pek uzun sürmemiştir. Sürekli göç alan yapısı ile, istihdam sorunu sürekli artan bir grafik içinde hareket etmiştir. Kentin ekonomik lokomotifi olan kurumlar ise, global ekonomi dünyasının içinde rol oynayabilecek yapıda bir politika belirleyemediklerinden, ekonomik verilerde olumlu sonuçlar ortaya çıkmamıştır.

İlk kez STSO seçimlerinde ortaya çıkan adaylar üretecekleri hizmet ve programlarını kamuoyu ile paylaşmaktadırlar. Mevcut yönetim ise yaptıkları ve yapamadıkları ile tekrar seçilebilmek için geçmişten farklı stratejiler uygulamaktadırlar. Bu çekişmenin sonucunda kazananın Samsun kenti olması en önemli hedeftir.  Hizmet sektörüne yönelik üretilen projeler elbette sokaklarda katma değer yaratacak bir ekonomik profil  yaratılmasına engel teşkil etmektedir. Vatandaşın istifade edebileceği üretime yönelik projelerin gündeme alınmaması halinde, işsizliğin önlenebilmesi mümkün olamayacaktır. Türkiye’de ekonomik sistem ne yazık ki, belirli sınıfların gelir düzeylerinin daha da artmasını sağlayan seviyelere taşınmıştır. Örneğin son günlerde altın üzerinde yaratılan spekülasyonların ardından, özellikle kuyumcuların mahareti ile düşüşlerden vatandaşın yararlanması önlenmiştir.

“Darphaneden mal gelmiyor” bahaneleri ile öncelikle çeyrek altının karaborsaya düşmesi sağlanmış ve ardından yine darphanenin yaptığı 5,5 tonluk sevkiyat sonucunda altın yine ederinin üzerinde satılarak bir nevi vatandaşa yine kazık atılmıştır. Kısaca sistemde yaratılan avantajlar hiçbir şekilde vatandaşa direkt olarak yansımamaktadır. Son örneği ise altının düşüşü aşamasında yaşanmış, kuyumcular zarar etmemek için altınlarını tezgaha koymamışlar ve “yarım, çeyrek kalmadı” ifadeleri ile ellerindeki altınları yüksek fiyattan satmayı tercih etmişlerdir. Altın örneği sadece aysbergin yüzeyidir. Vatandaşın lehine olabilecek şartlara birileri müdahale ederek, yine haksız kazançlar sağlamanın peşindedirler. Her iktidar döneminde olduğu gibi bu iktidar döneminde de yeni iktidar zenginlerinin türemesi, elbette ekonomik çarpıklıkların bir göstergesidir.

AB ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada kredi faizleri düşerken, ülkemizde ise artış kaydetmektedir. Üstelik iç talebin azalmasına rağmen kredi faizlerindeki yükseliş trendini anlayabilmek mümkün değildir. Finans piyasalarını da dünya siyasetinde olduğu gibi ABD’nin oyuncağı haline gelmiştir. Altını dolara rakip gören ABD, euro’ya karşı başlattığı savaşı şimdi de altına yöneltmiştir. Doları ret eden ülkelere savaşı dahi göze alan ABD’nin finans cephesinde başlatmış olduğu bu savaşın sonuçlarını kestirmek mümkün değildir.

En fazla altın stoğuna sahip Almanya’nın altının düşüşünden en fazla etkilenecek ülke olması kaçınılmazdır. Büyük şirketlerde elbette bu savaştan karlı çıkacaklardır. Şimdi böylesine bir oyunun ortasında kalan vatandaşın sağlıklı karar verebilmesi veya düşüşün avantajını yaşayabilmesi mümkün mü dür? Altın konusunda dünya finans piyasalarını takip eden bir kişi olarak genel kanaatimiz şudur. Vatandaş kesinlikle yastık altındaki veya eşlerinin kızlarının kolundaki altınları çıkarıp satmamalıdır. Çünkü altın üzerinde oynanan oyun uzun soluklu olmayacaktır. Alım konusunda ise suların durulması beklenmelidir.

/Süleyman SALUR
25 Nisan 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder