30 Nisan 2014 Çarşamba

Dursun Ali Tökel Neden Yazmıyor?

Mesleği insan davranışları olanlar insanı sınıflandırmayı sever. İlle de bir kategoriye girmeli ya da bir yerde tanımlanmalıdır insan. Bu insanın kendiliğini keşfinden sonra önemli bir haslet olup çıkmıştır. Her ne kadar bazı kusurları sayılsa, herkesi bir çerçevede toplamak mümkün olmasa da şimdi de bir kategorilerime işine de biz girişelim. Her sınıflama bir hatayı içerir düsturunu unutmadan…

İnsan kısım kısım… Kimi okur. Kimi yazar. Kimi konuşur. Kimi yapar.

Okur insan; kitapların peşindedir. Okudukça derinleşir. Detayların, estetiğin ve ruhun hasreti onda yeni okumalara neden olur. Dünyasını okumaları ile şekillendirir. En nihayetinde okuduğundan dünyaya,  dünyadan okuduklarına ulaşır. Kendine bir anlam yapar sayfaların arasından. Anlamında daralır, ya da anlamı açar onu yeni dünyalara.

Yazan insan; sözün ötelere ulaşmasının ancak yazıyla mümkün olduğu bilincini kavramıştır. Yazmak eyleminin derinliğine dair bir inanç taşır. Bilir ki söz uçar yazı kalır. Her kalem darbesi, klavye tıkırtısı ile eritir karanlığı. Kelimeleri seçerken bir dünya tercihinde bulunur.

Konuşan insan; sözün büyüsüne kapılmıştır. Söz, ki; başı eden yerinden, onun için eylemin merkezidir. Söz etmek, söze gelmek, söz edilmek, sözünü esirgememek için yaşar. Sözde olmak, var olmak gibidir. Sözü geçiyorsa eğer gücün başka bir delili aranmaz. Sözü edilmiyorsa heyhat… ne hüzün, ne hüsran.

Yapan insan; bir hareket merkezidir. Eylemin kalbini tavırlarında şekillenen davranışlarıyla bulur. Var olmak davranışlarında gizlidir. Varlığı duruşunun gücüyle şekillenir.  Kuru lafa, eyleme geçmeyen bilgiye, rotatiflerde solgun metinlere aşina değildir. Kimi davet edecekse, eylemin mekanında konuk eder. Var olma sancısına bir adım daha ileri giderek cevap verir.

Peki hepsi bu kadar mı? İnsanın kısımlığı meselesi bununla sınırlanamaz elbet. Bu hasletler birbirini içerse de çok az insanda her biri aynı anda beceri alanında vaki olur.  Her bir yan bir diğerinin ya besleyicisi, ya da daraltıcısı olur. Baktığınız yere, bakacağınız şeye göre ekleyebilir çıkarabilirsiniz. Bizim baktığımız yerden bir beşinciyi ekleyecek olursak; bütünü dengede tutan insanı konuşmak gerekir. Yani, yazan, konuşan, okuyan ve yapan insan…

Okumaları ile derinleşen, yazıları ile düşündüren, sözü ile davet eden, eylemi ile örnek teşkil eden insan… Şöyle bir bakındığınızda etrafta çok olmadıklarını görürsünüz. Daha geçenlerde internet mahfillerinde okuduğum bir soru var. “O söylediğinde doğrudur diyeceğiniz kaç insanımız var?” diye. Sahi kaç kişimiz var, sözüne hareket edeceğimiz, davranışına sözümüzü katacağımız, yazdığını gönlümüzce okuyacağımız, okuduğuna gıpta duyacağımız…

Tüm bunları değerli hocam Sn. Dursun Ali Tökel beyefendinin artık bu sitede yazmama kararından sonra yazdım. Bu sitenin genel yayın yönetmeni Recep Yazgan beyefendi her ne kadar uzun zamandır ısrar etse de bendeki yazma arzusu hocanın yazmama kararından sonra daha bir nüksetti.

Evvela haddimizi bilerek başlamak lazım. Hocanın yazmama kararını tartışmak, sözüne söz etmek gibi bir niyetimiz yoktur. Yazmadığında okurda doğacak boşluğun telafisi bizim kırık kalemimizle hiç mümkün değil. Fakat yazılarının müdavimi bir okur olarak onun yazma kararından caydıran sebeplere bir çift laf etme hakkımız bulunmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde Dursun Ali hoca Twitter da “İnsanlar otururlar, konuşurlar, çekişirler; ölümlerinden sonra kıymetlerini ahuvahla anacakları insanların ölmelerini beklerler.” deyince ben nihai kararımı verdim, karınca kararınca, elimden geldiğince yazacaktım. Ve en nihayetinde huzurunuzdayım.

Dedim ya, hocanın kalemi susunca daha bir depreşti yazma arzum. Hoca kuru bir yazıcı olmanın ötesinde bir eylem adamı olmaklığını yazmadığında da göstermiş oldu. Bazı yazarların yazması bir mühim olduğu gibi yazmaması da mühimdir.

Hoca artık bu sitede yazmıyor. Bu yazmama eylemini yazı ile ifşa etmekten dahi geri duracak kadar küskündür, ve dahi kızgındır.

Aynı mecraları kullanıp, benzer itikadi yönelişlere tanık olduğu yazarların duruşu nedeniyle bir tavır göstermektedir. Örtük biçimde ilerleyen, aslında gerçeği kavradığınızda tüm değerlerinize bir siyasi hırs nedeniyle olduğunuz keşfedeceğiniz öfke savuran yazılar nedeniyle yazmamaktadır.

Bir alt satır bir üst satır farketmez. Okurunun düşünce boyutuna hakaret eden, anlamları bir körleşmeden öteye geçemeyen yazarlar nedeniyle kendini cephe gerisine çekmiştir. Bir hafta boyunca sancısıyla kıvrandığı metinlerin karşılığını bulaşık suyu mesabesinde sunulan, sözde karşı fikirler nedeniyle küsmüştür. Oysa biliyorum ki asıl içinin yanması (ki; bu sızıyı vicdan taşıyan herkes yaşamaktadır) karşı karşıya olduğumuz bu insaf savrulmaları nedeniyledir. Bir Müslümanın yüreğine dokunduğunda acısını duyacağı gıybet-iftira karşısında, kendisini hırslarından yana konumlayanlardan, büyük düşlerin küçük siyasalarıyla başarı umanlardan uzak tutmaktadır.

Bir diğer kırılma, genel yayın yönetmenleri, editörler, site sahipleri mecrasındandır. Çoğulculuk adına vazgeçtikleri kalitenin, esteğin bedelini henüz ödememiş Anadolu basını henüz gerçekleştiremediği estetik devriminin bedelini ancak okur vicdanlarında ödemektedir. Bu bedelin henüz maddiyat bahsinde esamesi okunmamaktadır.  Şahsen biliyorum, hocanın üzerinde ısrarla durduğu, italik bölümler, satır dizaynları, kalın puntolar, editörler açısından görsel kalem cambazlığından ibarettir, anlam içermez.

Kendilerinin devlet dizaynındaki okullarda öğrencileri olmadığım ama rahle-i tedrislerinde lisans öğrenciliğimden bu yana ilk mektebi aşamamış, sınıf tekrarlarıyla okulu uzatan talebeleri olduğum, Şaban Sağlık, Şahin Köktürk, Dursun Ali Tökel üçlüsünün sonuncusu değerli hocam. Uzak durmak iyidir esasında. Malum; her temas bir iz bırakır. Aynı mecrada olmak çoğu zaman benzeştirir sizi. Tanınmaz hale geliversiniz ansızın. Oysa düşüncenin, yazının mecrası kendini bulur. Okuyan, yazan, konuşan ve yapan bir eylem adamı olarak kalbinizi korumak vicdanınızı rahatlatmak adına okuru öksüz bırakmamak lazımdır.

Söylediklerinize “O söylüyorsa” gözüyle baktığımız sayın hocam. Kaç kez yazılarınızı paylaştım. Kaç kez tavsiye edip, derslerimde konu ettim. Mesela;  “Menkıbelerle dersi süslerdik, ama menkıbelerle hakikat inşasına kalkmazdık!”, “Hazzını bütün erdemlerin ötesinde gören insan, kendi çıkarlarına dokunulduğunda nasıl da hayvanlaşır!”, “Duygularımızın esiri olursak, duygumuzun oyuncağı oluruz, onları kontrol edersek şerlerinden emin oluruz, amma eğer onları transfer edersek o zaman onların efendisi oluruz.” Her biri ayrı bir derinlik taşıyan estetikle bütünleşmiş yazılar. Şimdi okura eski metinleri dönüp dönüp okumak mı düşecektir.?

Sayın hocam, bütün editörlere, gücünü ancak kirli siyah boyalardan alan teknik adamlara, paragöz medya sahiplerine, emelleri müphem gölgeler içeren yazarlara rağmen bir kalem cephesi de ben açıyorum ardınızdan. “İnanıyorsan önce yap, sonra açıklarsın” demiş çünkü birisi.

/Cem GENÇOĞLU
30 Nisan 2014
http://www.akasyam.com/kose-yazisi/875/dursun-ali-tokel-neden-yazmiyor.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder