Yazmaktan
usanmayacağım. Sağlığın
piyasaya açıldığı süreçleri
10 yıldır yalından
izliyorum. Kamu
hastanelerinin nasıl kamu-özel
ortaklığı ile sermaye
birikimine aktarılacağı sürecini de
sizlerle paylaşacağım. Bunu bir
görev arz ediyorum. Kamusal Sağlığın
yok ediliş öyküsünü
yazacağım. Her gün
yüzlerce bilgi ulaşıyor
tarafıma. 60 yıllık Türk
Tabipleri Birliği’nin birikimlerini
yakından izliyorum. SES sendikasının
çalışmalarını, Özgürlükçü
üniversitelerden yükselen sesleri, Yakından takip
ediyorum..
Kamu
hastanelerin tasfiyesinin adı
Şehir Hastaneleri kuracağız
oldu. Politik söylem bu. Bu
köşede onlarca gün yazdım.. Şehir Efsanesine Dönen Şehir
Hastaneleri Çok Yüklü Kamu Zararına Neden Oluyor başlıklı bilgi notunu
paylaşıyorum sizlerle:
Şehir Hastaneleri konusu Başbakan’ın Konya’da
yaptığı konuşma ile gündeme tekrar taşınmıştır. Gündeme taşınma biçimini teşkil
eden “kuvvetler ayrılığı” kavramı, olmalı mıdır, Türkiye’de var mıdır,
demokrasi ile yönetildiği iddia edilen bir ülkede Başbakan yargıyı kendine ayak
bağı olarak görebilir mi başlıkları üzerinden kamuoyunda ve siyasetçiler
arasında tartışılmaktadır. Biz bu tartışmaların ötesinde Şehir Hastaneleri
hakkındaki gerçekleri yurttaşlarımızın dikkatine sunmakta büyük yarar
görmekteyiz. Zira bunun gerek Başbakan gerekse Sağlık Bakanlığı tarafından
yapılmadığını, konunun “vitrin” tarafıyla kamuoyu yaratılmaya çalışıldığını
tespit etmekteyiz.
Çok çarpıcı bir durumdur, bu süreçte şimdiye kadar
13 ihale yapılmıştır, ödenecek paralar, şirketlerle yapılan sözleşmelerin
esaslı unsurları hiçbir biçimde kamuoyuyla paylaşılmamakta, sürecin can alıcı
yönleri kamuoyundan gizlenmektedir. Bunun da ötesinde kimi zaman gerçeği
yansıtmayan açıklamalar yapılmaktadır. TTB’ de bu bilgilere ancak açtığı
davalarda gelen belgeler aracılığıyla ulaşabilmektedir.
Sağlık Bakanlığı’nın bugüne kadar yaptığı 13 ihale
ile belirlenebildiği kadarıyla önümüzdeki 25 yıl için 50 Milyar TL’nin üzerinde
bir kamu borcu oluşmuştur. Verilerine ulaştığımız sekiz ihalede bugünün
rakamlarıyla yaklaşık 3 milyar 880 milyon TL sabit yatırım öngörülmekte, buna
karşılık sadece “kira” adı altında 25 yılda ihaleyi alan şirketlere yaklaşık 26
milyar 500 milyon TL sabit yatırım
bedelinin üzerinde fazladan paralar ödeneceği görülmektedir! Yapılan yatırımın
sekiz katı sadece “kira” ödemesinden söz ediyoruz. Bir fikir vermesi bakımından
çok yeni bir ihaleyi hatırlamakta yarar var. İki boğaz köprüsü ve tüm
otoyolları kapsayan bir özelleştirme için elde edilecek gelir 5 milyar 720
milyon dolardır. Sadece sekiz ihalenin kamu zararı köprü ve otoyol özelleştirmesinden
elde edilecek gelirin 2,6 katıdır!
Şirketlere ödenecek para sadece kira bedeli
değildir. Hastanelerde görüntüleme, laboratuar, bilgi işlem, güvenlik,
temizlik, yemekhane gibi aklınıza gelen tüm hizmetler yine bu şirketlere
bırakılmakta, bunlar için de bu şirketlere “hizmet bedeli” adı altında yüksek
paralar ödenmesi karara bağlanmaktadır. Üstelik yeni bir yasa tasarısıyla
sağlık hizmetlerinin tümünün de bu şirketlere bırakılması söz konusudur.
Ancak bununla bitmemektedir, şirketler ayrıca hastanelerin
çevresine kurdukları ticari alanları işleterek kar elde edecek, üstelik bu
gelirleri KDV, Damga Vergisi ve Harçlardan muaf olacaktır. Bununla da
bitmemektedir! Mevcut köklü devlet hastaneleri de “kampus dışı ticari alan” adı
altında bu şirketlerin kullanımına verilebilmekte, bu alanlara otel, alışveriş
merkezi gibi ticari yapıların kurulmasının önü açılmaktadır.
Başbakanımız neden bunlardan hiç söz etmemektedir? Peki, bu yatırımları daha ucuza mal etmek
mümkün müdür? Şüphesiz ki evet. Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire
Başkanlığı da yatırım yapmaktadır. Bir örneği hatırlatalım. Erzurum’da klasik
ihale yöntemiyle yaptırılan 1200 yataklı hastane 193 milyon TL’ye mal olmuştur.
Şehir Hastanesi olarak kamu özel ortaklığı modeliyle yaptırılan Kayseri’deki
1500 yataklı hastane için 3 milyar 443 milyon lira “kira” ödenecektir. Bu
hastanenin sabit yatırım tutarı ise 427 milyon TL’dir! Sabit yatırımın sekiz
katı, benzer yatak kapasitesindeki bir hastaneye ödenenin17 katı para
ödenecektir. Burada bir kamu yararı olmadığı beş yıldızlı konforun yurttaşlar
açısından beş yıldızlı soyguna döndüğü ortadadır.
Burada hekimlere ve sağlık çalışanlarına düşen
kurulan düzenin çarkları altında ezilmekten başka bir şey değildir.
Yurttaşların ise bu beş yıldızlı konfordan yüksek paralar ödeyerek
yararlanacaklarını yapılan düzenlemeler ortaya koymaktadır. Mevcut hastanelerin
kapatılmasından, tüm hastanelerin kentlerin belli bölgelerinde toplanmasından
doğacak problemler, kimi illerde seçilen yerlerden kaynaklı sorunlar da vardır.
Bursa’da planlanan şehir hastanesi yer seçimindeki problemler nedeniyle yargı
tarafından iptal edilmiştir, Kayseri’deki alanın bataklık olmasından dolayı
sorunlar yaşandığı bilinmektedir.
Çok önemli bir yanlış bilgilendirme daha ortaya
atılmıştır. 25 ilde kurulacak Şehir Hastaneleri sayesinde yatak sayısının 43
bin 200 adet artacağı söylenmektedir ki hiçbir biçimde gerçeği
yansıtmamaktadır. Şehir Hastanesi ihaleleri Yüksek Planlama Kurulu Kararı ile
yapılmaktadır. Başbakan da bu kurulun üyesidir. Yüksek Planlama Kurulu,
yapılacak şehir hastanelerine “ancak mevcut hastanelerin yatak sayısından,
yapılacak hastanenin yatak sayısı kadar indirim yapılması” ya da “mevcut
hastanelerin kapatılması” yoluyla izin vermektedir. Yani bu projelerle hastane
ya da yatak sayısı artmamakta, karşılığında mevcut hastaneler kapatılmaktadır.
Şehir Hastaneleri’nin yapıldığı model İngiltere ve Kanada’da yıllarca
kullanılmış, yarattığı kamu zararı nedeniyle ciddi eleştirilere neden olmuş,
pek çok hastaneyi iflasa sürüklemiş bir modeldir. Bu ülkeler işin içinden
çıkmanın yollarını aramaktadırlar.
Peki, TTB’nin açtığı davalarda yargı neden
yürütmeyi durdurma kararları vermiştir? Başbakan’ın “bir kelime yüzünden
engelleme” olarak yorumladığı Danıştay kararlarında ihaleyi alan şirketlere
mevcut hastanelerin ticari amaçla kullanılmak üzere verilmesi temel hukuka
aykırılık olarak değerlendirilmiştir. Zaten devlete hizmet satacak, yaptığı
binayı Sağlık Bakanlığı’na kiraya verecek şirketlere bir de kamuya ait mevcut
hastane binalarının otel, alış veriş merkezi vb. yapmak ve işletmek üzere
verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur. Danıştay kararlarının dayanağı 2005
yılında iktidar partisi milletvekillerinin verdiği teklifle yasalaşan 3359
sayılı Yasanın Ek/7. Maddesi ve Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe giren
Yönetmelik hükümleridir. Danıştay, Sağlık Bakanlığı’nın mevcut düzenlemelere
aykırı olarak ihale yapmasını hukuka aykırı bulmaktadır. Hal böyleyken yargı
üzerinde siyasi güç ve medya gücü kullanılarak baskı oluşturulduğu görülmektedir
ki ülkemizdeki demokrasinin ileriliğinin açık bir göstergesidir.
Başbakanımızın önce “9 yıllık hayalim” sonra da “bu fakirin 6 yıldır üzerinde
ısrarla durduğu şehir hastaneleri” diye tanıttığı projelerden söz ediyoruz.
Başbakanımızın “fakir” olduğuna kimse inanmamaktadır, ancak bu projelerin
yarısı dahi bitmeden bu ülkenin gerçek fakirlerine en az 50 Milyar TL’ye mal
olduğu görülmektedir. Gerçek rakamlarsa sır gibi saklanmaktadır.
Türk Tabipleri Birliği yeni, modern hastaneler
yapılmasına karşı değildir. Bizim istediğimiz bilimin gereklerine uygun
biçimde, kente ve çevreye saygılı, kamu yararı gözetilecek biçimde ve mevcut
hastaneler korunarak yeni yatırımların yapılmasıdır. Tüm bunların tersine
uygulamalara karşı çıkmamız “ayak bağı” olmaya çalışmamızdan değil,
insanlığımızın, hekimliğimizin, kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü
olmamızın, kamu yararını gözetiyor olmamızın gereğidir.
/Cem ŞAHAN
22 Aralık 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder