18 Aralık 2014 Perşembe

Millî Duruş Ve Sağduyu

1980 öncesi Samsun-Ordu bölgesindeki sağ-sol çatışmalarını ele aldığım Vebal  romanımda, “Fikir ayrılığı yüzünden girmiyor insanlar bu korkunç çatışmaların içine, devletin içine sızmış görünmez eller var.” fikrini sunmuştum milletimin sağduyusuna. Tarihin bu acı sayfası içinde rol alanlar, bugün pişmanlıklarını dile getiriyor. Pekiyi bugün neler oluyor? Bakalım:

Gazeteciliğine hayran olduğum değerli dostum Necdet Uzun’un şu tespitine dikkat(!) “Samast, jandarma bölgesinde yakalandığı halde, neden Samsun Emniyet Müdürlüğü'ne götürülmüştü? Ogün Samast'ın, Atatürk imzalı ve Türk Bayrağı zeminli "Mevzubahis vatansa   gerisi teferruattır." sözlerinin yazılı bulunduğu takvimin önünde çekilen fotoğrafı, Ergenekon kurgusunda mı kullanılacaktı? Ne tesadüftür ki Dink Cinayeti Davası'nın Cumhuriyet Savcısı da Muammer Akkaş'tır. Cinayeti, "Darbe davaları" ile ilişkilendirmek kolaydı. İşin içine "Derin ilişkiler" ile gündeme gelen Veli Küçük de yerleştirilince cinayetin milliyetçiler-ulusalcılar tarafından işlendiği algısı tutacaktı. Olayın görünen azmettiricisi Yasin Hayal’ in, Samast'a yanına "Türk Bayrağı al" demesi ve Samsun'da yakalanacağını önceden söylemesi çok şeyi anlatıyor aslında.”  Bu yazıyı okuyunca ürperdim adeta. Devlet içinden çatışma üretme planları yapıldığının net açıklaması sanki. Buna karşı çözüm ne? İktidarıyla muhalefetiyle millî duruş sergilemek ve tartışma konusu edilemeyecek yargı ve kolluk gücüyle geçmişteki karanlık senaryoların benzerlerinin sahnelenmesini engellemek.

Çatışma körükleyici tartışmalara da dikkatli bakmak lazım. Okullarımızda eğitim, bilgi kullandıran müfredatlarla yapılmıyor. Kullandırılmayan bilgiler unutulduğu için boşa zaman harcanmış oluyor. Uluslararası sınavlarda başarısızlığımız bunun açık göstergesi. Bu temel sorunu çözmeden  sürekli ders koymak, tepki getiriyor. Çatışma üreticiler de bundan yararlanıyor. Örneğin Osmanlıca tartışmaları… Bunu ortaya atanlar, sözünü ettiğim temel sorunla ilgili neden hiçbir öneri getirmedi. Acaba amaç, çatışma körüklemek miydi?  Bunu da düşünmeden edemiyorum doğrusu.  Biz halk, tasavvuf edebiyatı ürünlerini olduğu gibi yüksek zümre(divan) edebiyatı ürünlerini de Latin harfleriyle işledik edebiyat derslerinde.  Eski alfabeyle işleseydik bir şey fark etmezdi hatta daha iyi olurdu. Sorun bu değildi.  Neydi? Çocuklarımızı etkinlik içinde eğitmeyip bilgi bombardımanına tuttuğumuz için eski edebiyatımıza ne gerek var gibi tepkilerle karşı karşıya geldik. Sorun eski dilimiz, alfabemiz,  kültürümüz değil sistem sorunuydu yani.

Değerli hemşehrim Başbakan Yardımcısı Sayın Numan Kurtulmuş,  Cemil Meriç Hocanın     “Uzun yıllar uğraştığımız halde Fransızca öğretemedik, kendi dilimizin başka bir harfte yazılma şekli olan Osmanlıcayı öğretseydik bugün herhalde herkes Osmanlıcayı öğrenmiş olurdu.”  sözüne dikkat çekiyor  ve  şunları ekliyor:  “Osmanlıca dediğimiz, Japonca, Fransızca ya da Rusça değildir. Bu milletin yıllarca konuştuğu bir lisandır. Türkçemizin, başka bir alfabeyle yazılmasıdır. Yunus Emre'nin dilidir, Namık Kemal'in dilidir, Atatürk'ün kullandığı ve yazdığı dildir, eğitim gördüğü dildir. Dolayısıyla, bunu bir polemik meselesi haline getirmeyelim.”  

İşte size millî duruş(!) Polemik üretmeyelim,  iktidarıyla muhalefetiyle ortak akılla hareket edelim.  Sorunun temeline inelim: Yani sistemi sınıf ortamından iş ortamlarına sokalım ve bilgileri zevkle kullandıra kullandıra verelim ki çatışmacılar fırsat bulamasın.  Olan iktidarlara değil, millete oluyor sonunda; sağduyuyla millî duruşlar sahnelemek gerek.   Halk tarih boyunca sahip çıktı  millî duruşa, yine sahip çıkacaktır. Ders alalım tarihten.

Allah, yüce milletimizi karanlık zihniyetlerin şerrinden korusun!

/Zati ÜRER
18.12.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder