Geçen haftanın gündemi Atakum’da yapılması
düşünülen ‘Protokol Camii’ydi. Anadolu Tarım Lisesi’nin bulunduğu eğitim için
ayrılmış alan, meclis kararıyla bir çırpıda dini ibadet alanı olarak
değiştirildi. Eğer yeni bir değişiklik olmazsa sanırım önümüzdeki aylarda oraya
gündem konusu olan Protokol Camii yapılmaya başlanacak. Her fırsatta ;
“Atakum’un çevre ve doğal güzellikleri bakımından değer taşıyan, önem arz eden
alanlarına ilişkin değerlendirmelerde; doğa, insan faktörünün ve çağdaş bir
kent yaşamıyla ilgili gereksinimlerin tartışmasız en öncelikli olması
gerektiğini” vurguluyorum.
Çünkü yaşadığımız kentlerde elimizde “en az kalan
şey” eski fotoğraflarda özlemle andığımız doğal güzelliklerimiz, kentin eski
sakinliği, huzur veren gezinti ve dinlenme alanları. Protokol camiinin
yapılacağı yer Atakum’un Atatürk Bulvarı ile deniz arasında kalan son iki yeşil
alanı. Hızla büyüyen Atakum’un bundan sonraki tek ihtiyacı da düzlükte denizle
kucaklaşabilen böylesi alanlar. Büyükşehir Belediye Meclisi’ndeki oylamadan
önce meclis üyelerine bir mektup ilettim. Protokol Camii’nin yeriyle ilgili
tespitleri ve önerileri de orada sundum. Ve mektubun son paragrafında
ibadethane kavramıyla ilgili ne düşündüğümü şu cümlelerle anlatmaya çalıştım.
“Allahın yarattığı doğa ve onun üzerinde yer alan
gök kubbe, dünya ve insan var olduğundan beri ibadet için en muhteşem mekân
olmuştur. Bugün en büyük ve en güzel ibadet mekânlarını inşa etsek bile bunun o
güzelim doğal yapıya, o muhteşem ibadet mekânına eşdeğer ya da bundan daha
üstün olduğunu söyleyebilir miyiz?” Pek çok kişi mektuba ve bu değerlendirmeye
karşılık tebriklerini iletti. Ben de onlara buradan yeniden teşekkürlerimi
iletiyorum.
Aynı dünyanın, aynı kıtanın, aynı ülkenin, aynı
kentin hatta aynı mahallenin çocuklarıyız. Bir çocuğun saflığında bir aradayız,
Büyüdükçe üzerimize kalanlardan ya da yapışanlardan ötürü kendimiz olmaktan
çıkıyorsak eğer, ondan da bir an önce arınmalıyız. Ve bizi birbirimize
yakınlaştıran aslında çok da iyi bildiğimiz cümleleri daha fazla kurmalıyız. Bunun
için birlikte yaşayacağımız dünyayı şekillendirirken doğaya ve orada
yaşayanların hakkına saygı göstererek işe koyulmalı. Yaşadığımız sürece
yapabileceğimiz yegâne güzel şey de zaten bu değil midir? Belki uzunca süredir
böyle bir yaklaşım göremiyoruz. Hele de yıllarca askeri ve bürokratik
vesayetten şikâyet edenlerin, gücü ele geçirdikleri zaman neler yaptığını
gördüğümüzde; adalet, demokrasi, hak ve özgürlük gibi kavramların bir kez daha
anlamını yitirdiğini düşünüyoruz.
Yapılan uygulamalardan ötürü, eğer aynı tabela
altındakilerin bile “kendinden utandığı” bir şekle büründüyse siyaset, buna
neden olanların artık topluma ve ülkeye vereceği bir şey kalmamış demektir. Ama
bunlar umudu yok etmesin. Bizi birbirimize yakınlaştıran cümleleri daha çok
söyleyebildiğimiz ve geleceğimizi hep birlikte şekillendirebileceğimizi
düşünebildiğimiz sürece; zafer her zaman umudun olacaktır.
/Dr. Murat
ERKAN
15.07.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder