İstanbul’da Taksim’in göbeğine ve Çamlıca
tepesine, İzmir’de içki kirliliği
yaratan Kordon boyuna (restoranları istimlak edip yıkıp boş alan yaratarak),
Ankara’da Kızılay Caddesi üzerine, Antalya’nın sahil bandında yer alan en güzel
bölgesine camii minarelerinin yükselmesi artık yadırganmayacaktır. Bu nedenle
Atakum’da yapılması planlanan protokol camii için muhalif seslerin yükselmesi
kesinlikle nazarı itibara alınmayacaktır. İktidar partisini temsilen belediye
meclislerinde yer olan üyeler bu konuda kendi iradeleri ile karar vermek gibi
bir lükse sahip olamadıklarından, söylenebilecek tek söz yoktur.
Türkiye gibi Müslüman dünyasının en önemli bir
ülkesinde hiç kimsenin cami yapılmasına karşı çıkması elbette söz konusu
değildir. Bu hassasiyet hükümet özellikle başbakan R.Tayyip Erdoğan tarafından
da çok iyi bilinmektedir. Ancak bu hassasiyet farklı boyutlara taşımaya
çalışmanın mantalitesini anlamak güçtür. Örneğin, başbakan, İsmet İnönü ve açıkça ismini
zikredemese de Atatürk döneminde camilerin depolara döndürüldüğünü ifade
etmektedir.
Başbakan’ın ifade ettiği gibi o dönemlerde bazı
camiler depo olarak kullanılmıştır doğrudur. Ancak tarih sayfaları biraz
karıştırıldığında bu depolarda hırka-i saadet, Peygamber efendimizin kılıcı,
Hz.Osman’ın kanlı kuranı kerimi gibi kutsal emanetlerin koruma altına
alındığını anlaşılacaktır. Yani bu iki büyük devlet adamının başbakan’ın ifade
ettiği gibi camileri depo haline getirmeleri din düşmanlığı adına değil, kutsal
emanetleri korumak adına yapılmıştır. Hz.Peygamberimiz “insanlar bir tarağın
dişleri gibi eşittir” der. Yani Allah’ın evi kesinlikle protokol şeklinde bir
sınıflamaya tabi tutulamaz.
Ülkemizde ne yazık ki örneğin başbakan veya bakanlarımız
bir camiye namaz kılmaya girdiğinde, cemaatin arkasında sıra halinde korumalar
güvenlik maksadı ile ayakta beklerler. Geçen yılda da TBMM camisinde bulunan
seccadelerin üzerinde “protokol seccadesi” ifadesi üzerine meclis oturumlarında
önemli tartışmalar yaşanmıştır. Allahın evinde ibadet görevi yerine
getirilirken zengini fakiri, cumhuru, başbakanı ve bakanları aynı mekanda ve
omuz omuza namaz kıldıkları için protokol camii diye bir kavramın literatürlere
kazınmasının hangi İslami kriterlere göre belirlendiği ve gerekçelerini
birilerinin vatandaşlara anlatması gerekir.
Diğer önemli konu, Türkiye’de camilerin sayısı,
sağlık kuruluşlarının 4 ve okulların iki katıdır. Bu camiler ise sadece 59 gün
ve sadece bir namaz vaktinde dolar taşar. Bu günler bilindiği üzere Cuma
namazları, iki bayram namazı ve 5 mübarek gecedir. Bazı bölgelerde
gecekondulaşmaları meşrulaştırmak adına önce cami yapılır ve etrafına kondular
yerleştirilir. Çünkü toplumumuzda inşa edilen camilerin yıkılamayacağı gibi bir
görüş hakimdir. Ayrıca Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin 3’te 1’i cami
yaptırma dernekleridir. Yani yaklaşık 88000 STÖ’nün 32.000 adedinin görevi
camiler yapmak ve yaşatmak dernekleridir.
Türkiye’deki cami sayısı 88.000 sınırlarında iken,
bu rakamlar Arabistan’da 67.000, 75 milyon nüfusa sahip İran’da ise 48.000
civarındadır. Bu bilgilerin ışığında,
elbette Atakum’da veya bir başka bölgede camilerin inşa edilmesine
kesinlikle hiçbir Müslüman karşı çıkmaz. Ama ayırımcılık veya ötekileştirme
gibi zaten sıkıntı yaratan sendromlar Allahın evine taşındığında ve protokol
camii gibi bir sınıflama getirildiğinde doğal olarak tepkiler ortaya
çıkacaktır. Atakum’da yaşayanlar ise yüzme havuzu polemiğinin ardından farklı
bir gündem ile odak noktası haline gelen belde olmuştur. Samsun’un gelişen yüzü
olan bu beldemizin muhteşem sahil bandı ile turizm yatırımları ile anılması
gerekmektedir.
/Süleyman
SALUR
19 Temmuz 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder