8 Haziran 2013 Cumartesi

Üreten Değil Tüketen Toplum Olduk

Samsun’da işsizlikten, gelir dağılımı adaletsizliğinden, üretime yönelik projelere ağırlık verilmediğinden bahsederken, son bir yıl içinde Türkiye’de zenginlerin sayısının hızla artış kaydettiği gerçeği de unutulmamalıdır. Örneğin son bir yıl içinde milyonerler sınıfına yaklaşık 11.000 kişi dahil olmuştur. Ayrıca milyarderlerimizin servet artışlarındaki oran  ise % 25 seviyelerindedir.

Milli gelirin dağılımındaki eşitsizlik anlamında dünya liderliğimizi bugüne kadar hiçbir ülke eline geçirememiştir. Bütçe açıkları ise bilindiği üzere ülkemizde ise sürekli olarak özelleştirmeler ile kapatılmaya çalışılmış ve halen bu gelenek sürdürülmektedir. Bir örnek vererek açıklayacak olur isek; ev reisi başbakanımızın da ifade ettiği gibi ayyaş takımından olsa, bir işe girip çalışmak yerine evindeki yatağı yorganı ve tüm eşyalarını satsa, ve sonuçta satabileceği hiçbir şey kalmasa ne yapabilir.  Siz neyi satıyorsunuz? Halkın malını. Ne zamana kadar satacaksınız? Tüketene kadar. Satılacak malınız kalmaz ise ne yapacaksınız? İşte size ekonomisi çöken AB ülkelerine bir aday daha. Yani mirasyedi misali elinizdeki değerleri satar iseniz, üstelik bunları yabancılara veya bir şekilde size ve yandaşlarınıza kenarından köşesinden ulaşacak şekilde peşkeş çekerseniz, bu savurganlığın hesabını vermek pek o kadar kolay olmayacaktır.

24 Ocak 1980 tarihinde bir gecede dışarıya açıldığımız günden itibaren gelişen ekonomik süreçte, yabancı sermayenin egemenliği hemen her alanda hissedilmektedir. Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşlarının kredi notumuzu artırması ile yabancı sermaye girişinin hız kazanması beklenmektedir. Bu arada yerli sermayenin de akıbeti sorgulanmalıdır. IMF’ye olan borçlarımızın bitmesi ile ülkede adeta bir bayram havası yaratılmıştır. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde özel sektörün dış borç rakamları 43 milyar dolardı. 2006 yılında 121 milyardan başlayarak bugün 200 milyar dolarları aşmıştır.

Tezgah şöyle işliyor. İşadamlarımız yurtdışından düşük faizle kredi alıyor. Sağladığı dövizi TL.ye çevirerek devlete yüksek faizle borç veriyor. Böylece dış krediden aldığı faizle, vatandaşımızın sırtından aldığı faiz farkını Gandi yapıyor, yani cebine indiriyor. İşadamlarımızın düşük kur politikasının uygulanması taleplerinin altında yatan gerçekler bunlar.

Dövizle aldığınızı dövizle ödemek durumundasınız. Üstelik borçlarınızdan sadece siz değil devletimiz de sorumlu bulunmaktadır. Çarklar tersine işlediğinde olabilecekleri tahmin etmek zor değildir. Ülkemizde şu anda en önemli tehlikelerden birisi de, breysel borçlanmadaki artıştır. Faizlerin düşmesi ile birlikte otomobil, konut, beyaz eşya ve tüm ürünlerde taksitli satışlar furyası başlamış ve böylece ülke adeta bir harcama makinesine döndürülmüştür.

Üreten değil tüketen bir toplum haline gelmiş bulunmaktayız. Bankalar çeşitli promosyonlar ile tüketime özendirici kampanyalar düzenlemekte ve ayrıca bir cep telefonu çılgınlığı yaşanmaktadır. Evin 6 yaşındaki çocuğunda dahi çok fonksiyonlu pahalı cep telefonu bulunmaktadır. Kamu dış borçları ile özel sektör borçlanmaları alt başı gidiyorlar. Kredi kartları kullanım miktarlarını ise telafuz etmek anlamsız. Borç yiğidin kamçısı diye uyutulduk durduk. Ancak bu kamçının sırtımızda şaklaması ile olabilecekler malum.Bu nedenle öncelikle üretmeli ve ürettiğimizi tüketmeliyiz.

/Süleyman SALUR
08 Haziran 2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder