Samsun’da işsizlikten, gelir dağılımı
adaletsizliğinden, üretime yönelik projelere ağırlık verilmediğinden
bahsederken, son bir yıl içinde Türkiye’de zenginlerin sayısının hızla artış
kaydettiği gerçeği de unutulmamalıdır. Örneğin son bir yıl içinde milyonerler
sınıfına yaklaşık 11.000 kişi dahil olmuştur. Ayrıca milyarderlerimizin servet
artışlarındaki oran ise % 25 seviyelerindedir.
Milli gelirin dağılımındaki eşitsizlik anlamında
dünya liderliğimizi bugüne kadar hiçbir ülke eline geçirememiştir. Bütçe
açıkları ise bilindiği üzere ülkemizde ise sürekli olarak özelleştirmeler ile
kapatılmaya çalışılmış ve halen bu gelenek sürdürülmektedir. Bir örnek vererek
açıklayacak olur isek; ev reisi başbakanımızın da ifade ettiği gibi ayyaş
takımından olsa, bir işe girip çalışmak yerine evindeki yatağı yorganı ve tüm
eşyalarını satsa, ve sonuçta satabileceği hiçbir şey kalmasa ne yapabilir. Siz neyi satıyorsunuz? Halkın malını. Ne
zamana kadar satacaksınız? Tüketene kadar. Satılacak malınız kalmaz ise ne
yapacaksınız? İşte size ekonomisi çöken AB ülkelerine bir aday daha. Yani
mirasyedi misali elinizdeki değerleri satar iseniz, üstelik bunları yabancılara
veya bir şekilde size ve yandaşlarınıza kenarından köşesinden ulaşacak şekilde
peşkeş çekerseniz, bu savurganlığın hesabını vermek pek o kadar kolay
olmayacaktır.
24 Ocak 1980 tarihinde bir gecede dışarıya
açıldığımız günden itibaren gelişen ekonomik süreçte, yabancı sermayenin
egemenliği hemen her alanda hissedilmektedir. Uluslar arası kredi
derecelendirme kuruluşlarının kredi notumuzu artırması ile yabancı sermaye
girişinin hız kazanması beklenmektedir. Bu arada yerli sermayenin de akıbeti
sorgulanmalıdır. IMF’ye olan borçlarımızın bitmesi ile ülkede adeta bir bayram
havası yaratılmıştır. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde özel sektörün dış
borç rakamları 43 milyar dolardı. 2006 yılında 121 milyardan başlayarak bugün
200 milyar dolarları aşmıştır.
Tezgah şöyle işliyor. İşadamlarımız yurtdışından
düşük faizle kredi alıyor. Sağladığı dövizi TL.ye çevirerek devlete yüksek
faizle borç veriyor. Böylece dış krediden aldığı faizle, vatandaşımızın
sırtından aldığı faiz farkını Gandi yapıyor, yani cebine indiriyor.
İşadamlarımızın düşük kur politikasının uygulanması taleplerinin altında yatan
gerçekler bunlar.
Dövizle aldığınızı dövizle ödemek durumundasınız.
Üstelik borçlarınızdan sadece siz değil devletimiz de sorumlu bulunmaktadır.
Çarklar tersine işlediğinde olabilecekleri tahmin etmek zor değildir. Ülkemizde
şu anda en önemli tehlikelerden birisi de, breysel borçlanmadaki artıştır.
Faizlerin düşmesi ile birlikte otomobil, konut, beyaz eşya ve tüm ürünlerde
taksitli satışlar furyası başlamış ve böylece ülke adeta bir harcama makinesine
döndürülmüştür.
Üreten değil tüketen bir toplum haline gelmiş
bulunmaktayız. Bankalar çeşitli promosyonlar ile tüketime özendirici
kampanyalar düzenlemekte ve ayrıca bir cep telefonu çılgınlığı yaşanmaktadır.
Evin 6 yaşındaki çocuğunda dahi çok fonksiyonlu pahalı cep telefonu
bulunmaktadır. Kamu dış borçları ile özel sektör borçlanmaları alt başı
gidiyorlar. Kredi kartları kullanım miktarlarını ise telafuz etmek anlamsız.
Borç yiğidin kamçısı diye uyutulduk durduk. Ancak bu kamçının sırtımızda
şaklaması ile olabilecekler malum.Bu nedenle öncelikle üretmeli ve ürettiğimizi
tüketmeliyiz.
/Süleyman
SALUR
08 Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder