Mesleğinde 45 yılı tamamlamış bir eczane eczacısı
olarak mesleğimiz üzerinde uygulamaya konulan değiştirme ve dönüştürme
projesini kaygıyla izliyorum. Kaygım, meslek yaşamımın sonuna gelmiş olmam
nedeniyle kendimden çok geleceğini bu mesleğe bağlamış olan genç meslektaşlarım
içindir. Eczacılık Fakültelerin de çok ciddi bir ilaç eğitimi alarak mezun olan
eczacılardan ülkemizde yeterince yararlanılmadığı bir gerçek. 25.000 civarında
ki eczane ile yurdumuzun en uzak köşelerinde dahi sağlık ve danışmanlık hizmeti
veren eczacılar, en azından benim de tanık olduğum son 45 yıldır bir yığın
sorunla uğraşmak zorunda bırakılmıştır.
Eczacılığın
Dünü;
Sağlık giderleri içersinde ilaç ödemelerinin önemli
yer tutması nedeniyle, hemen hemen tüm iktidarlar döneminde sağlık
giderlerinden bunalan hükümetlerin yaptığı ilk iş, eczacıların kar oranları ile
oynamak olmuştur. 1956 yılında yürürlüğe giren eczacılık yasaları ile
yönetilmeye çalışılan eczacılık mesleğinin ciddi bir değişim ve düzenlemeye
ihtiyacı olduğu bir gerçekti. Özelikle de yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü
dönemlerde ilaç fiyatlarının sürekli artması engellenememiştir.
İlaç fiyatlarını kontrol altında tutan, ilaç
fiyatlarının belirlenmesini ve eşdeğer ilaçların tek fiyatla satılmasını
sağlayan “İlaç Fiyat Kararnamesi’nin” Turgut Özal döneminde kaldırılarak, ilaç
fiyatlarını belirleme yetkisinin ilaç firmalarının insafına terk edilmesi ile
ilaç fiyatlarının artışının ve farklı fiyatlarla satışının da önü açılmıştır. Bu
nedenlerle eczacılar Devletle ilaç fiyatları arasında sıkışmış ve asli
sorunları yerine, ilaç fiyat değişimleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır.
Eczacılar ve onun temsilcisi olan Eczacı Odaları ile üst kuruluş olan Türk
Eczacılar Birliği sürekli olarak ülkemizde ilaç fiyatlarının yüksekliğini
gündeme taşımıştır.
Ne var ki, Eczacı Odaları ülkemizin çıkarları adına
kendi meslektaşlarının çıkarlarına aykırı olan bu tavrı sergilerken, tüm
dönemlerin Sağlık Bakanları, alıp başını giden ilaç fiyatlarını düşürmenin
gerçek yöntemlerini aramak yerine, her defasında çözümü depocu ve eczacı kar
oranlarını düşürmekte bulmuştur. O yıllarda her ilaç fiyatı artışında elinde ki
ilacı eski fiyattan satmak zorunda kalan eczacıların rafında ki ilacı değer
yitiriyordu. Sermayesi eriyen eczacılar ilaç alabilmek için ek sermaye bulmak
zorunda kalıyor ve çoğu kez de bankalara mahkûm oluyordu. Türk Eczacılar
Birliği büyük uğraşılardan sonra bu sorunu Sağlık Bakanlığına anlatabiliyor ve
eczacılara bu dönemde nefes aldıracak bir düzenleme ile elindeki ilaçları yeni
fiyattan satma yetkisi tanınıyordu.
Ancak, uluslar arası ilaç tekellerinin dayatmaları
ve bakanlık kademeleri ile kurulan akıl almaz ilişkiler sonucu, ilaç fiyatları
sürekli artıyordu. Onun da ötesinde kamu kurumlarının ilaç alım ihalelerinde
yaşananlar akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Örneğin, eczanelerde 20.00 TL.
Satılan bir ilaç, ihalelerde kamu hastanelerine 2.00 TL. verilebiliyordu. Bu
dahi, ilaç tekellerinin karlılıklarının boyutlarını göstermeye yetiyordu. Benim
de görev aldığım Eczacı Odaları ve Türk Eczacıları Birliği bu çarpıcı fiyat
farklılıklarını fatura örnekleri ile Sağlık Bakanlıklarına vererek uyarılarda
bulunuyor ama kurulan çark bir türlü bozulamıyordu. “İlaç Fiyat Kararnamesinin”
kaldırılması sonrası oluşan yüksek fiyatlı ilaçlarla hem devlet, hem de halk
sömürülüyordu.
Eczacılığın bugünü;
Buraya kadar anlattıklarımın eksiği var, fazlası
yoktur. Peki, sonra neler oldu? İşte böyle bir dönemin sonunda iktidara gelen
AKP Hükümeti, sağlık alanında büyük bir dönüşümü gerçekleştirdi. Yıllardır
konuşulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen SKK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur SGK
adı altında birleştirilerek, toplumun tüm kesimleri Genel Sağlık Sigortası
altında sağlık güvencesine kavuşturuldu. Ardından da ilaç fiyatları büyük çapta
ucuzlatıldı. Sonunda, eczacı odalarının
yıllardır iddia ettiği tez doğrulanıyordu. Sağlık alanında yapılan bu
düzenlemeler 2007 Genel Seçimlerinde meyvesini veriyor ve AKP’nin oylarını %
50’lere taşıyordu. Ne var ki, çark bu dönemde de eczacıların aleyhine dönmeye
devam ediyordu.
Eczacılar bu kez de sürekli düşürülen ilaç
fiyatları nedeniyle ellerinde ki pahalı aldığı ilaçları düşük fiyattan satmak
zorunda kaldığı için büyük zararlara uğruyordu. İlaç satışını eczane dışında
marketlere taşıyacak reçetesiz ilaç (OTC) kavramı ve Türkiye’de yer bulmaya
çalışan zincir eczaneler korkusu yaşanmaya başlamıştı. İlaç fiyatlarının alt
sınırlara düşürülmesi ve kamu reçete ödemelerini azaltmak için ilaç
firmalarından sağlanan özel ıskontolar ( Kamu ıskontoları) nedeniyle, ilaç
sanayicisi ecza depoları üzerinden eczanelere aktardığı özel ıskontoları da
kaldırmıştı. İlaç fiyatlarının düşürülmesi ile eczanelerin satış rakamları da
(cirolar) düşmüş ve buna bağlı olarak eczanelerin karlılığı da yarı yarıya
azalmıştı. Bu gelişmeler sonrası hastane ve aile hekimlerinin civarında bulunan
eczaneler şimdilik edebiliyor olsalar da, diğer eczaneler büyük miktarda azalan
gelirleri ile giderlerini karşılayamaz hale gelmiştir.
Eczanelere son darbe de, eczacılık yasalarında
yıllardır yer alan “İlaç reçetesiz satılamaz” kuralının işletilmeye başlaması
ile vurulmuştur. İlacın reçetesiz satılmaması kuralı son derece doğrudur.
Ancak, karlılıkları giderlerini karşılayamaz hale gelen eczacılara meslek hakkı
verilmeden, eczanelere yaşayabilecekleri kar oranları tanınmadan, bu uygulamada
ısrarlı olmak ve reçetesiz satılacak her ilaç için ceza uygulamasının
başlatılması, eczanelerin kapanmaya zorlanması demektir.
Sonuç;
1-Türkiye’nin en uzak yerlerine kadar yaygınlaşarak
topluma sağlık ve danışma hizmeti veren 25.000 eczanenin en az yarısı kapanma
noktasına gelmiştir.
2-“Reçetesiz ilaç satımını” Yasaklayan kanun
maddesinin uygulamaya geçirilmesi ile yaşam kavgası veren eczaneler yasağı
delerek suç işlemek zorunda bırakılmıştır.
3-Birçok ilacın sırf tüketimleri artsın ve uluslar
arası ilaç tekelleri daha çok kazansın diye marketlere satılmasına zemin
hazırlanırken, halkın en kolay ve güvenilir ilaca ulaştığı eczane müessesesi
yok edilmek üzeredir.
4-İlaç fiyatlarının büyük çapta ucuzlatılması
sonucunda, ilaç tekelleri karlılıkları azalan ama çok önemli hastalıkların
tedavisinde kullanılan çok sayıda ilacı üretmemekte veya Türkiye pazarına
sokmamaktadır.
5-Gerekli süre tanınmadan çıkartılan patent yasası
nedeniyle, 2000’li yılların ilk çeyreğinde önemli bir orana yükselen yerli ilaç
üretimi de uluslar arası ilaç firmaları karşısında yok edildiği için ilaç da
dışa bağımlı hale gelinmiştir.
6-Halkımız en basit ağrı kesici veya sürekli
kullandığı tansiyon ilacını dahi alamama durumuna düşmüştür.
7-Yıllarca yüksek fiyatla ilaç satmasına göz
yumulan uluslararası ilaç tekelleri, yerli ilaç sanayisinin de çökertilmesi
nedeniyle ilaç fiyatları düşürülen son derece önemli çok sayıda ilacı piyasaya
vermeyerek hasta insanları umutsuzluğa itmiştir.
8-Geçtiğimiz dönemlerde eczacının en zor anlarında
güvendiği, arkasında dik durduğunu ve örgütsel desteğini vereceğini bildiği
meslek örgütleri de artık eskisi kadar güçlü gözükmemektedir.
Son söz:
Amaç, ülkemizi dışa bağımlı olmaktan kurtaracak
seviyeye gelmekte olan yerli ilaç sanayisini yok etmek ve uluslararası ilaç
tekellerinin 70 milyonluk Türkiye ilaç pazarını ellerine geçirmesi idiyse, bu
başarılmıştır. Dışa bağımlı hale gelen Türkiye, muhtemelen önümüzde ki
dönemlerde ucuz ilaç elde etmek bir yana, çok pahalı ilaç almak zorunda
kalacaktır. Evet! Eczacılık da değişim ve dönüşüm yapılmıştır. Ama bu ne
eczacıların, ne de ülkemizin çıkarına olmamıştır. Sonuçlarına katlanmak ise, ne
yazık ki her zaman ki gibi halkımıza düşecektir. Uzun vadeli getiri ve götürü
hesapları yapılmadan uygulamaya konulan değişimler, eczacılık mesleğini
önemsizleştirmeye başlamıştır.
Genç meslektaşlarımızın günlük hesaplardan
sıyrılarak gelecek dönemlerin hesabını yapmasında ve meslek örgütlerine her
zamankinden daha fazla ilgi göstermesinde yarar olduğuna inanıyorum. Umarım
benim düşündüklerim gerçekleşmez ve eczacılık mesleği saygınlığını ve
geçerliliğini koruyarak halkımıza sağlık hizmeti vermeyi sürdürür. İyi haftalar…
/Sadi SUBAŞI
24 Haziran 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder