21 Ocak 2013 Pazartesi

Samsun’u Sevmek

Ben bu kenti seviyorum, herkes gibi ve herkes kadar. Herkesten çok sevdiğimi iddia etme küstahlığı da herkesten geri kalma talihsizliği de benden uzak olsun. Bu kent güzel, gerçekten güzel, dün de güzeldi, bugün de güzel, yarın da güzel olacak. Zira Allah güzel yaratmış. Kula düşen Allah vergisi bu güzelliğe layık olmak, Allah eseri güzelliği insan eliyle çirkinleştirmemek!

Yeterince layık olduğumuzu gönül rahatlığıyla söyleyebilir miyiz? Sanmıyorum. En iyimserlerimizin, hatta en palavracılarımızın bile içinde eminim ki bir ukde vardır. Olması da doğaldır, mükemmele erişmek kimseye nasip olmamıştır ve olmayacaktır da. Sorulması gereken asıl soru; mükemmele ne kadar yaklaştığımızdır, önemli olan da en fazla yaklaşabilmemizdir.

Ne yazık ki, bazı eyyamperest ve şakşakçıların ya da hayatlarını efendilerini yıkamak ve yağlamakla kazanan reklam ve bahşiş toplayıcıların dışında kimse Samsun’un hak ettiği yerde olduğunu söyleyemez. Hatta görevi Samsun’u hak ettiği yere taşımak olan atanmışlar ve seçilmişler dahil. Hatta onların en başarılıları veya kendisini öyle lanse edenleri bile.

Samsun’u sevmek, Samsunluya yalan söylemek değildir, tam tersine gerçeğimiz ne kadar acı olursa olsun halkı gerçeklerle yüz yüze getirmektir. Ama salt birilerini suçlamak ve sırf siyasi hırsları tatmin etmek adına değil, doğru tedaviye giden yolun doğru teşhisten geçtiğini ve gerçekleri hastayla paylaşmanın çağdaş tıbbın kabul ettiği bir yaklaşım olduğunu bilmek adına. Birilerini yargılamak ve mahkum etmek nadanlığına düşmeden gerçeklerle yüzleşebilmenin yürekliliğidir Samsun’u sevmek.

Bir haftadır beden olarak Samsun dışındaydım ama kafa ve yürek olarak buradaydım. İletişim teknolojisi artık kilometrelerce uzakta bile kenti oradaymışçasına izleme imkanı sunuyor insana. Ben de öyle yaptım, her gün bir sabah, bir akşam Samsun'la ilgili tüm haberleri aldım İnternet üzerinden. Sadece iki haber üzerinde duracağım.

Birincisi Samsun Valisi Sayın Hüseyin Aksoy’un ‘Eğitimde olmamız gereken yerde değiliz’ açıklaması. Hem eğitimin önemine yaptığı vurgu adına hem de gerçeklerle yiğitçe yüzleşmesi ve gerçeği eğip bükmeden, saklamaya kalkmadan yine yiğitçe halkıyla paylaşması adına kendilerine teşekkür ediyorum. Özlenen, en azından benim özlediğim idareci tipi budur: Halkına yalan söylemeyen, halkını kandırmayan ve gerçekleri halkıyla paylaşmaktan korkmayan idareci tipi. 

İkincisi da Tekkeköy Belediye Başkanı Sayın Hayati Tekin’in ‘Samsun Tersanesi’nin acıklı durumu’ ile ilgili olarak yaptığı açıklama. Bir büyük yalanın yıllar sonra resmi ağızdan dramatik teşhiri! 28 Mart 2004 Yerel Yönetim Seçimleri'nden önce ortaya atılan ve bir seçim kazanma uğruna bu kent insanının ‘iş ve aş’ umutlarını insafsızca ve sorumsuzca sömürenlerin ağızlarındaki çürük sakız! Tek suçlusu sömüren siyaset değil, susarak o ahlaksızlığa ortak olan gazetecisinden meslek odası mensubuna, sivil toplum yöneticilerinden ‘belki benim tarlama damlar’ hayaliyle olmayacak duaya amin deme yarışındaki her kesime mensup insan!

Sayın Tekin, herkesin bildiği ama kimsenin dillendirmediği bir gerçeği geç de olsa nihayet dillendirmekle önemli bir hizmet yapmıştır. Halkın oyuna talip olanların da, bu hayal projelere son bir umut diye sarılıp onların sandığına oy taşıyan safderun vatandaşlarımızın da Samsun tarihinin bu en büyük siyasi yalanından ve istismarından gerekli dersi çıkardıklarını görmek değil, çıkaracaklarını ummak bile hayali cihan değer bir duygudur.

Olmayacağını ortaya atanların bile pekala bildikleri o hayal proje uğruna bin dönümlük bir çam ormanı kesildi, devletin altmış trilyon lirası Karadeniz’in hırçın dalgalarına kurban edildi. Ama daha da önemlisi ‘devlete duyulması ve devlette olması gereken güvenilirlik’ darbe aldı.

Sevdiğim kente gelmenin sevincini böylesine hüzün dolu bir yazıyla sizlerle paylaşmak ne talihsizlik. Suçlu ben miyim, yoksa bu talihsizliği yaşamaya bizi mahkum edenler mi?

21.01.2013
/Osman KARA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder