Ben bu kenti seviyorum, herkes gibi ve herkes
kadar. Herkesten çok sevdiğimi iddia etme küstahlığı da herkesten geri kalma
talihsizliği de benden uzak olsun. Bu kent güzel, gerçekten güzel, dün de
güzeldi, bugün de güzel, yarın da güzel olacak. Zira Allah güzel yaratmış. Kula
düşen Allah vergisi bu güzelliğe layık olmak, Allah eseri güzelliği insan
eliyle çirkinleştirmemek!
Yeterince layık olduğumuzu gönül rahatlığıyla
söyleyebilir miyiz? Sanmıyorum. En iyimserlerimizin, hatta en
palavracılarımızın bile içinde eminim ki bir ukde vardır. Olması da doğaldır,
mükemmele erişmek kimseye nasip olmamıştır ve olmayacaktır da. Sorulması
gereken asıl soru; mükemmele ne kadar yaklaştığımızdır, önemli olan da en fazla
yaklaşabilmemizdir.
Ne yazık ki, bazı eyyamperest ve şakşakçıların ya
da hayatlarını efendilerini yıkamak ve yağlamakla kazanan reklam ve bahşiş
toplayıcıların dışında kimse Samsun’un hak ettiği yerde olduğunu söyleyemez.
Hatta görevi Samsun’u hak ettiği yere taşımak olan atanmışlar ve seçilmişler
dahil. Hatta onların en başarılıları veya kendisini öyle lanse edenleri bile.
Samsun’u sevmek, Samsunluya yalan söylemek
değildir, tam tersine gerçeğimiz ne kadar acı olursa olsun halkı gerçeklerle
yüz yüze getirmektir. Ama salt birilerini suçlamak ve sırf siyasi hırsları
tatmin etmek adına değil, doğru tedaviye giden yolun doğru teşhisten geçtiğini
ve gerçekleri hastayla paylaşmanın çağdaş tıbbın kabul ettiği bir yaklaşım
olduğunu bilmek adına. Birilerini yargılamak ve mahkum etmek nadanlığına
düşmeden gerçeklerle yüzleşebilmenin yürekliliğidir Samsun’u sevmek.
Bir haftadır beden olarak Samsun dışındaydım ama
kafa ve yürek olarak buradaydım. İletişim teknolojisi artık kilometrelerce
uzakta bile kenti oradaymışçasına izleme imkanı sunuyor insana. Ben de öyle
yaptım, her gün bir sabah, bir akşam Samsun'la ilgili tüm haberleri aldım
İnternet üzerinden. Sadece iki haber üzerinde duracağım.
Birincisi Samsun Valisi Sayın Hüseyin Aksoy’un
‘Eğitimde olmamız gereken yerde değiliz’ açıklaması. Hem eğitimin önemine
yaptığı vurgu adına hem de gerçeklerle yiğitçe yüzleşmesi ve gerçeği eğip
bükmeden, saklamaya kalkmadan yine yiğitçe halkıyla paylaşması adına
kendilerine teşekkür ediyorum. Özlenen, en azından benim özlediğim idareci tipi
budur: Halkına yalan söylemeyen, halkını kandırmayan ve gerçekleri halkıyla
paylaşmaktan korkmayan idareci tipi.
İkincisi da Tekkeköy Belediye Başkanı Sayın Hayati
Tekin’in ‘Samsun Tersanesi’nin acıklı durumu’ ile ilgili olarak yaptığı
açıklama. Bir büyük yalanın yıllar sonra resmi ağızdan dramatik teşhiri! 28
Mart 2004 Yerel Yönetim Seçimleri'nden önce ortaya atılan ve bir seçim kazanma
uğruna bu kent insanının ‘iş ve aş’ umutlarını insafsızca ve sorumsuzca
sömürenlerin ağızlarındaki çürük sakız! Tek suçlusu sömüren siyaset değil,
susarak o ahlaksızlığa ortak olan gazetecisinden meslek odası mensubuna, sivil
toplum yöneticilerinden ‘belki benim tarlama damlar’ hayaliyle olmayacak duaya
amin deme yarışındaki her kesime mensup insan!
Sayın Tekin, herkesin bildiği ama kimsenin
dillendirmediği bir gerçeği geç de olsa nihayet dillendirmekle önemli bir
hizmet yapmıştır. Halkın oyuna talip olanların da, bu hayal projelere son bir
umut diye sarılıp onların sandığına oy taşıyan safderun vatandaşlarımızın da
Samsun tarihinin bu en büyük siyasi yalanından ve istismarından gerekli dersi
çıkardıklarını görmek değil, çıkaracaklarını ummak bile hayali cihan değer bir
duygudur.
Olmayacağını ortaya atanların bile pekala
bildikleri o hayal proje uğruna bin dönümlük bir çam ormanı kesildi, devletin
altmış trilyon lirası Karadeniz’in hırçın dalgalarına kurban edildi. Ama daha
da önemlisi ‘devlete duyulması ve devlette olması gereken güvenilirlik’ darbe
aldı.
Sevdiğim kente gelmenin sevincini böylesine hüzün
dolu bir yazıyla sizlerle paylaşmak ne talihsizlik. Suçlu ben miyim, yoksa bu
talihsizliği yaşamaya bizi mahkum edenler mi?
21.01.2013
/Osman KARA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder