1 Şubat 2016 Pazartesi

Islak Kentin “Aşk” Çığlığı

Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli’nin ölümünden sonra bir Japon haikusunu anar ve bu haikuyu, Orhan Veli’nin ölümüne uyarlar. Haiku şöyledir:

Şair anju öldü
Şimdi o
Yaz denizi gibidir.

Bu sözleri okuduğumda (Belleğin Kuytularına-syf:54 Hilmi Yavuz) yaşayan şairlerimizden Cemal Safi geldi nedense aklıma. Söylemesi bile biraz burukluk veriyor insana fakat Samsunun yetiştirdiği, halen yaşayan bir şaire, kendi insanı tarafından yabancı muamelesi yapılması belki de etkiledi beni. Şiir defterinden bir sayfa daha kopmadan değerini bilmek gerek diye düşündüm.

“Aşkın şairi” sahneye çıkarken, bunları geçirdim aklımdan. Cemal Safi’ye gidiyorum dediğimde O kim? diyen Samsunlu dostumun ahde vefasızlığına kızarak.
.....

“İlahimle Mevlanayı döndürdüm
Yunus’umla öfkeleri dindirdim
Günahımla çok ocaklar söndürdüm
Mevla’danım hayır benim şer benim...
Benim adım “Aşk”

Cemal Safi’yi bu dizelerle tanıdım. Hayatı, insanı, duyguları, ilahi olanı, dünyevi olanı “Tek kelime Aşk’ın” içine sığdırmayı başaran gönül adamı.

Cemal Safi kim?

Islak kentin şairi! Divan şiirinin postmodern zaman şairi benzetmesi nasılda yakışmış üzerine. Gazel ruhuyla şiir yazan adam. Eski Türk edebiyatının o engin duygu denizinde insanı kah çöllere vuran, kah denizlerin dibine inci avına çıkartan kah oradan sevgilinin kapısını aydınlatan ay yapıveren şair. Aşkın hissiyatını yakalayıp bunu hece hece dökmek kağıda öyle her benim diyen şairin başarabileceği bir hüner değildir.

Geçmişin ruhuyla zamane insanının dünyevi hislerinin birleşmesi sarıverir sizi şiirlerinin her satırında. İçmeden sarhoş eden Aşkı, ne kadar da benzer Mecnunun Leyla’ya aşkına.

38 ‘de açar gözlerini Kuzeyde bir sahil şehrinde. “Rüyalarım Olmasa”yla 90’da rüyalarının pembe düşleri gerçek olur.91 de “Vurgun”la şairliği iki yıl üst üste tescillenir söz yazarı olarak.

Müzikli bir şiir kasedi çıkarır ardından. 74 yıllık ömre, beş yüzden fazla şiiriyle anlam yükler. Şiirlerinin yüz ellisi bestelenir. Şarkı olur akar gönüllere kelime kelime.

Türk Dil Kurumu tarafından, Türkçeyi en iyi kullanan şair olarak ödüllendirilir. Eminescu madalyası (Moldovanın en büyük nişanı), Altın Kelebek ödülleri ve TRT nin defalarca “Yılın Şairi” ödüllerine layık görülür. Şiirleri; İtalyanca, Rumence ve Arnavutçaya çevrilir.(Vikipedi)

Amacım Biyografi tarzında yazı yazmak değil. Fakat bunları özellikle yazmak istedim. Bilmemek kusur değil elbet. Fakat! Tony ödüllü James Lapinin aynı isimli müzikalinden uyarlanan ‘İnto The Woods’un’ Başrol oyuncularından; Merly Streepin, James Corde’ninin, hayat semeresini bülbül gibi şakıyabilenlere göz aşinalığı olması amacım.

Bülbül deyince İzzet Mollanın bir beyti geldi hatrıma.

Berg_i gülle andelib_i zarı tekfin ettiler,
Bir gülistan beytini üstünde telkin ettiler.

Bülbülü gül yaprağıyla kefenleyen halet_i ruhiyeye sahip insanları, iki kalemde anlatabilmek o kadar da kolay değilmiş. Şiir der Beşir Ayvazoğlu; Musa ile Fravunun sulha erdikleri beyaz alandır. Şair, bu bütün zıtlıkların buluştuğu alana ‘Cihanın Canına’ulaşmaya çalışır. Sınırlı bir alanda, sınırlı bir malzemeyle ‘Sonsuzluğu’ arama eylemidir onların ki. Şair sıfatını taşıyabilmek öyle kolay değildir. Şair ki ,koca bir hayatı,koca bir hikayeyi iki beyte sığdırır.

Küba şairi; “Ayva çicek açmış kimin neyine” demiş ya, işte o çiçek açan ayva bir tek şairlerin umrundadır. Duyarlılıkları, onları tüm diğer insanlardan ayıran en önemli özellikleridir. Şair görmezden gelemez. Gelmez!

Gönül Adamlarını da görmemekten gelmek olmaz. Onların ki emeğe karışan yürek terleri. Gönül yaralarına merhem niyetine kelimeleri, nefesleri. Onlar ki vahyi toplumların manevi mimarları. Maddi dünya ile uhrevi dünya arasındaki ebabil kuşları. Ruhlarını,heyecanlarını üflerler görünene de görünmeyene de.

Kelam işçileri! Hayal ile hayat gerçekliği arasında “Mecazdan” köprüler kurup o köprülerden geçirirler çaresiz yürekleri. Onlar ki tüm insanlığın çilesini çeken ruhlardır.Tıpkı Peygamberler gibi!Anlayacağınız öyle kolay iş değildir sorumlulukları.Yüreklerdeki sonsuz ateşi körükleyenler de onlardır,ateşe su serpip söndürenlerde.Sudan mededsiz gönül yangınlarına çareler arayanlarda şairlerdir.

Ne diyordu, Su Kasidesinde Fuzuli:
Saçma ey göz, eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çare su...

Kim okurda hislenmez bu satırları. İşte bu yüzden Cemal Safiyi layıkıyla tanımak önemli. Kelimeleriyle hayat bulan bir gönül adamı, aşk adamı. Satır satır dizdiği mısralarıyla “aşk” onda bir kimlik oluşturmuş vaziyette. Trival Literatür tarzı “Aşklar” yok satarken gerçek kalemlere yeterince hayat hakkı tanınmıyor yazık ki.

Kelimelerin çığlık attığını gördünüz mü siz hiç? Bakın benimkiler atıyor. Ya göz yaşı akıttıklarını, acı içinde kıvrandıklarını? Benimkiler çoktan ıslattı kağıdı. Ya korkuyu gördünüz mü yüzlerinde? “Ya evde yoksan” diye seslenen mısraların iç titreten korkusunu yaşadınız mı hiç? Cevabınız hayırsa açın bir Orhan Gencebay dinleyin. Cemal Safi orada.

Aşkın, sevginin kısaca hayatın ta kendisinin gürül gürül aktığı mısraları gönül pınarımıza akıtalım ki, yalın, kat insanlardan olmaktan kurtulabilelim... Dünyalık cehennem ateşlerinde yanan, bağrı yanık insanlara su serpen, bu mübarek insanlara saygı ve hürmetle...

Git’in bir Candan Erçetinden(Git) dinle(yin) şimdi !Cemal Safi orada!

Ayrılık Nikahları kıyılmadan gidelim sevdiklerimizin yüreklerine. Ve onun sözleriyle bitirelim yine.

Tiryaki gönlümde olmasın kuşkun
Tek sana müptela tek sana düşkün
Ardından bir ağıt yakalım aşkın
Adını elveda koyalım gitsin!

/Ali KORKMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder