25 Ağustos 2015 Salı

Samsun'u Bir İngiliz Mimardan Öğrendim

Londra'da yaşayan bir mimar dostum telefon etti "bir İngiliz mimar meslektaşım Türkiye'de gelişen kentler ile ilgili bir araştırma için geliyor,lütfen Samsun'a geldiğinde ilgilenirmisin" diye peşinden de hınzırca bir kahkaha attı "kafa dengidir her yola uyar" diye buna sevindim zira İngiliz gavurunu bilirim soğuk nevale gibidirler aç karnına hiç çekilmezler ama dostumun ricası başım gözüm üzredir,Hava alanında konuğu karşılamaya gittim dış hatlar peronunun önünde elimde Micchella Cowrand yazılı dövizle bekliyorum tüm yolcular çıkıp gitti bizimkinden ses soluk yok " arkadaşıma mahcup olacağım küçücük hava alanında bir "gavura" sahip çıkamadım" diye hayıflanırken elinde kocaman bir çanta ile bir afet-i devran cins-ü latif gülümseyerek bana doğru geliyor ki sanırsınız Holwood platolarından bir start,buz mavisi gözlerini kırparak elini uzattı "Hello mıster Biçer,"hayatımda çok güzel kadın gördüm bir çokları ile halvet oldum ama bu yaşta böylesi bir cins-ü latif ile karşılaşmadım desem inanın"Tezgahtar düzeyi İngilizcemile kafa göz yararak hoş beş ettikten sonra konuğumu "gezi planını yarın uygularız önerisi ile otele dinlenin ve yerleşsin diyerek Şehrimizin bende çok güzel anıları olan güzide oteli VİDİNLİ oteline yerleştirdim.

Ertesi sabah birlikte kahvaltı yapıp şehri gezmeye çıktık ben doğma büyüme Samsunlu olmakla övünürüm ama o andan itibaren öğrendim ki Samsun'u hiç bilmiyormuşum Güzeller güzeli mimarımın mihmandarlığında bunu utanarak öğrenmiş oldum. Bu utanç bana yeter.

Konuğum öyle hazırlıklı öyle planlı gelmiş ki iki gün içinde Samsunu yeniden keşfettim, benim bildiğim Samsun "Çiftlik caddesi, mecidiye, Gazi parkı bir iki kıytırık müze müsveddesi, bir kaç tanede ilgisiz ve bilgisiz eller tarafından restore edilmekte aslını unutmuş cami bir de meşhur kilise..."

Ama ben hep misafirimi yeni açılan medarı iftiharımız AVM’ lere ve Toki sitelerine, Atakum sahiline doğu ve batı parka yönlendiriyorum ki İngiliz gavurları(!) görsün bizim de şehir planlamacılığında hiç te kendilerinden aşağı kalmadığımızı. Hele batı parkta ki balık lokantalarında raki-balık muhabbeti yapıp üstüne birde Amazon heykelinde Törkiş kahve içirebilsem akşam kandili Vidinli'de söndürürüz planları yapmaktayım.

İlk gün misafirimin mihmandarlığında Samsun şehir merkezinde ki Rum ve Ermeni hemşehrilerimizin apartmanlaştıramadığımız konakları inceledik, misafirimizin kaldığı otelin neredeyse karşısına düşen Mcdonalds binası meğer cumhuriyet döneminden önce Avusturya Macaristan konsolosluğuymuş, az ilerisi ise yıllarca annelerimizin, teyze ve komşularımızın çalıştığı eskiden Fransızlara ait olan Reji tütün fabrikası var, belki de yapılabilecek en kötü şey yapılmış alışveriş merkezine dönüştürülmüş, reji kompleksine aitmiş gibi duran bizim zamanlarımızın askeri hastanesinin şimdi ayakkabı satılan binasına bakarak iç geçiren misafirim ahhh, polihron oteli ahhh sende kalmak vardı ya bu gece diyerek bana bilmediğim bir şeyi daha öğretecekti, polihron oteli zamanın en iyi otellerinden,resepsiyondakileri,n 5 -6 yabancı dil bildiği söyleniyor polihronun anlamı yunanca iyi yıllar demek, otelde yüz yıl önce bile olsa kahve altı alabiliyor, banyo yapabiliyorsunuz, üzgün gözlerle binayı süzüp, istiklal caddesinin girişine doğru yönleniyoruz, misafirim yine rahat durmuyor geçmişe ait bir haritayı inceleyip duruyor şehir kütüphanesinin önünde durarak burası Osmanlı döneminde mükemmel eğitim veren Fransız kolejiydi diyor, aman Allah’ım daha neler duyacağız diyorum içimden, yan yana beton yığınlarının inşa edildiği, yeşilin neredeyse hiç olmadığı istiklal caddesine giriyoruz, evet kilise caddesine geldik diyor bizimkisi, her adımda bir yaş daha alıyordum sanki, kilise caddesi de nereden çıkmıştı, yavaş yavaş ilerlerken eskiden cumhuriyet ilkokulu olan günümüzün sosyal bilimler lisesinin önünde durmuştuk, anlaşılan yine yeni bir şeyler öğrenecektim, burası dedi bir zamanlar Cineklion Rum kolejiydi, sağında bulunan 23 nisan ilköğretim okulunun olduğu yerde de Karadeniz’in en büyük kilisesi olan Aya Triada vardı, şimdi dursaydı samsun turistten geçilmezdi, o turistlerin kalabileceği yer sorunu da yıkılan tarihi evlere sahip çıkılarak butik otellerle çözülür, şehrin tarihi yapısı hiç bozulmazdı, maalesef şehircilik ve tarih konusunda çok kötüsünüz bunun zararını ileride daha iyi anlayacaksınız diyordu, misafirimin kalacağı günler çok sınırlı olduğu için gezimizde hiç vakit kaybetmek istemiyorduk, Aya triadayı geçtikten sonra az ilerideki muhteşem konağı gördüğünde sevinmişti, hah işte keşke bütün tarihi konakları böyle koruyabilseydiniz,, gerçektende bir zamanlar samsunun en ünlü bankeri Borluoğlunun konağı göz dolduruyordu, eliyle işaret ederek karşıdaki binayı görüyor musun işte bu bine 1922 yılına kadar Rum işadamlarına ait şehir kulübü , sanırım şimdilerde de aynı işlevi görüyor, büyük bir yangın geçirdiğini öğrendim aslına göre restorasyon yapılmamış, tarihi bir yapı gibi durmuyor, az ileride geçmişte yine bir Rum aileye ait olup mübadele sonrası yıldız sinemasının sahibi olan Tarhanlarında oturduğu elmas hanım konağını görüyoruz, Burger king olarak tarihi bilgilerle değil yiyecekle doyuran bir yer olmuş,öğlen olmak üzere misafirim yani mihmandarım acıkmıştır, yemek yiyeceğimiz yeri dikkatli seçmeliyim diye düşünüyorum, çarşambalılar derneğine ait restoran bize uyar, tarihi bir mekan, bulunduğu yer geçmişteki samsunu azda olsa yansıtıyor çevrede hatırı sayılır eski konaklar var, sokağa sanat sokağı diyorlar, misafirim burayı çok seviyor, dikkatli bir çalışmaya burası çok daha iyi hale getirilebilir, gelenler tarihe bir yolculuğa çıkarılabilir diyor, sohbete yemekte devam ederiz diyorum, hayatımda bu kadar fotoğraf çeken birini hiç görmedim ona yemekte fotoğraf çekmeyi yasaklıyorum gezerken çok acıkmışız yemekte öğleden sonrası için planını anlatıyor, yeni rotamızın Tekkeköy olduğunu öğreniyor, ve çok şaşırıyorum, küçücük bir yer orada ne göreceğiz ki?

Çaresiz yola koyuluyoruz, eskiden adının Ökse olduğunu söyledİği Kutlukent’e varıyoruz, orada Kelkaya köyünün yolunu soruyoruz adını beğenmediklerinden olsa gerek asimilasyon kokan bir isim vermişler Altınkaya olmuş yeni adı, gerek ökse, gerek Altınkaya, gerekse Tekkeköy’ün çoğu köyü yerinden yurdundan edilmiş insanlarla dolu, 30 ocak 1923 te onlara sormadan atılan imzalarla yurtlarından çıkarılmışlar, çevre halkı onlara muhacir diyor, bu adı hiç sevmiyorlar, kendi adlandırmaları ise mübadil, neyse Kelkaya köyünde mihmandarımın aradığı kilise yolun hemen kenarında, dışarıdan bakıldığında çatısı hariç çok zarar görmüş gibi görünmese de, içeri girdiğimizde oh mu god ve aman aynı anlama gelen aman tanrım sesleri birbirine karışıyor, sanki kilisenin ortasına bir meteor düşmüş o derecede bir çukur var, anlamamak için kör olmak lazım , hayalperest defineciler kilisenin içinde define aramışlar, perşembedeki Yason kilisesinin küçük bir benzeri olan kiliseyi daha önce hiç görmemiştim ülkem ve halkım için ilk kez bu kadar utandığımı hissediyorum, bu bir barbarlık ve tarih katliamıydı, buruk bir şekilde oradan ayrılarak Tekkeköy’ün Antyeri köyüne doğru yola çıktık, serde merak yeni yeni başlıyordu. burada ne antı yapılmıştı acaba onu bari öğrenebilirdim halkımdan, mübadil milleti meraklı nede olsa Tekkeköy’ün içinde hemen bir tanesini bularak soruma cevap aradım ne antı be agam, bizimkiler buraya geldiğinde köyün adı Andırya imiş, ona benzesin diye adını yaptılar Antyeri, en doğrusunu yine bizim meraklı hatundan öğrenecektim, köyün adı Andreandon, Andrea, Yunanca yiğit, kahraman , er kişi anlamına geliyormuş Andon eki ise Türkçedeki ler lar ekinin karşılığı, aynı zamanda Andrea, İsa’nın havarilerinden birinin adı, köyde kilisenin halen durduğunu elindeki notlara bakarak söyleyen yol arkadaşımla birlikte köye doğru hareket ediyoruz yaklaşık beş dakika sonra çok güzel bir köyün içindeyiz, kiliseyi hemen tarif ediyorlar elimizle koymuş gibi buluyoruz, az önceki hüsran yerini büyük bir sevince bırakıyor, çan kuleleri de dahil olmak üzere aya Andrea kilisesi sapasağlam duruyor iyi bir restorasyonla turizme kazandırılabilir durumda, bahçesi çiçekler yerine diken ve ısırganlarla dolu çevresini gezerken çok zorlanıyoruz, buraya yerleşen mübadiller burayı yakın zamanlara kadar cami olarak kullanmışlar, içinde bazı değişiklikler yapsalar da özgün hali halen duruyor, yine bol bol fotoğraflar alıyoruz, vaktimiz gittikçe daralıyor civarda gideceğimiz bir yer daha varmış, adını ancak tabelalardan biliyorum, Tekkeköy mağaralarını çok duysam da çoğu Samsunlu gibi bende gidip görmedim, Tekkeköy’ün merkezine tekrar inerek yalnızca bir iki dakika içinde mağaraların olduğu bölgeye varıyoruz, bir anda Kapadokya da olduğumuz hissine kapılıyorum bu bir şakamı yoksa rüyamı, onlarca mağara bir anda karşımıza çıkıyor, biraz ilerledikten sonra antik merdivenlerin bulunduğu kale kalıntılarına varıyoruz, bu güzelim tarihi alanda orada yaşayanlardan ve bizden başka kimse olmaması beni şaşırtıyor, oyun oynayan çocuklardan ileride bir müze olduğunu öğreniyoruz, Chp’nin meraklı belediye başkanı Hayati Tekin hiç bOş durmamış, müzedeki eserlerin çoğu imitasyonda olsa oradaki bilgilerden bölgede palelitik çağlardan itibaren 14.000 yıldır yaşam olduğunu öğreniyoruz, o devirlere ait insan figürleri bahçenin her yanında var, adeta canlıymış görüntüsü verilmiş, buraya daha önce nasıl gelmemişim bilmiyorum, ya yeterince tanıtılmamış yada merak yok, mağaralar zarar görmesin diye girmek tehlikeli ve yasaktır tabelasına riayet ediyor, misafirimin dinlenebilmesi için kalacağı otele doğru hareket ediyoruz , gece için çok düşünmeme rağmen tarihi mekana sahip bir restoran bulamıyorum, Karadeniz’in lezzetli balıklarını tattırıp milli içkimizi ikram edebileceğim bir mekan yok, çaresiz, Baruthane sahilindeki, balıkçı restoranlarından birine gideceğiz, 3 saat sonra mihmandarımı kaldığı otelden alıp Baruthane sahiline doğru yollanıyorum, yemekteki konumuz belli oluyor, Amisos antik kenti bu geceki konumuz.

1-ENETE, 2-AMİSENE, 3-AMİSSA, 4-SİNUWA, 5-AMİSOS, 6-PİRE, 7-POMPEİPOLİS, 8-SİMİSSO, 9-CANİK, 10-İSAMİSUS, 11-SAMSOUN, 12-SAMSOUNTA, gibi Samsunun tarihte taşıdığı isimlerden başlıyorum öğrenmeye, aslında diyor Amisos kentini hiç bilmiyorsunuz diyor, başta tütün olmak üzere, kereste, kendir ve siyah havyar gibi ürünlerin bölgeden alınıp kendi ülkeleri ve başka ülkelere satılabilmesi ve konjoktürel siyasi hesaplardan dolayı 1850’li yıllardan itibaren açılan konsolosluklar ticari ve siyasi çalışmalarının dışında Amisos antik kenti buluntularını da kendi ülkelerinin müzelerine göndermişler, bu konsoloslukların sayısı çoğu kaynakta 13 tanedir, ABD, Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, İspanya, ve İngiltere gibi ülkelerin müzelerinde Amisos antik kentine ait tarihi eserler sergilenmektedir, Amisos antik kenti en büyük zararı, kentin kendi idarecilerinden gördüğü gibi, devlet politikası gereği, ABD emrine verilen Amisos kentinin bulunduğu alan ABD askerleri tarafından talan edilmiş bilinçsiz yapılan kazılarda şehrin muhteşem sayılabilecek mozaikleri, sütunları, nekropol gibi yapıları parçalanmış neredeyse, ayrıca binlerce Amisos sikkesi ABD askerleri tarafından kaçırılmış, epey bir kısmı da internetteki, mezat firmalarında satılmakta, ben bu topraklara yabancı bile olsam önce insanım , bunlar insanlık mirasıdır, yazık olmuş Samsuna ve gelecek nesillere, neler söylüyordu mihmandarım, içtiğim içki değil anlattıkları beni sarhoş etmişti, yarın Amisos antik kenti olarak götürebileceğim tek yer Amisos kral mezarlarıydı , her nasılsa iki tanesini kurtarabilmiştik, diğerleri yerli ve yabancı defineciler tarafından soyulmuştu,

Sabah Amisos kral mezarlarını ve Fransızlar tarafından yapılan bir zamanların Ceneviz limanında bulunan Baruthanedeki Feneri ziyaret edeceğiz bakalım sevgili mihmandarım fener için neler söyleyecek

/Recep YILMAZ - Cemil BİÇER
25.08.2015
http://www.carsambatv.com/koseyazilari/cemil-bicer/samsunu-bir-ingiliz-mimardan-ogrendim

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder