26 Haziran 2011 Pazar

Kesriye Fotoğrafçısı Papazoğlu

Hemen hiç Türk nüfus barındırmadığı halde bugün dünyanın hala Osmanlı kalabilmiş tek şehridir, belki de Kastorya... Osmanlılar'ın Kesriye dedikleri bu dünyalar güzeli kent, yemyeşil ormanlar ile billur gibi bir göl manzarası arasında sıkışmış tarihi binalardan müteşekkil küçük bir cennettir adeta.

Balkan Harbi sonrası bölgenin elimizden çıkmasıyla beraber Yunan topraklarına katılan bu kent, altı yüzyıl boyunca çeşitli etnik ve dini toplulukların kardeşçe yaşadıkları bir vaha gibiymiş. Müslüman, Ortodoks ve Musevi cemaatlerinin özgürce ibadet ettikleri, Türk, Rum, Arnavut, Makedon, Bulgar, Yahudi ve diğer etnik gurupların bir kültür mozayiği oluşturdukları Kesriye kenti, Osmanlı'nın Balkanlar'daki bir sayfiye yeri olarak tanınırmış.

Bugün Yunanistan'ın kuzey batısında, Arnavutluk sınırına yakın bir yerde kalan Kastorya, coğrafyası bakımından bizim Sinop'u bir hayli andıyor. Sinop nasıl Karadeniz'e açılan bir yarım adaya kurulmuşsa, Kesriye'nin merkezi de göle doğru uç vermiş bir yarımadaya yerleşmiş... Zaten tesadüf mü bilinmez, mübadele ile Sinop'tan ayrılan Ortodoksların çoğu da bu kentin civarında iskan edilmişler...

 Yunanlılar, Osmanlı'dan kalma bilhassa dini yapıların en önemlilerini perişan etmişler. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamseinde sözü edilen ve muhtemelen beşyüz yaşında olan Gazi Evrenos Camii, mübadeleden sonra 1927'de yıkılmış, yerine bir bazilika inşaa edilmiş. İki büyük Bektaşi dergahı, Kasım Baba ve Aydın Baba Tekkeleri ise 1950'lerde yıkılmış... Buna karşın kent merkezindeki Kurşunlu Camii, Medrese, Hamam ve pek çok tarihi konak hala ayakta duruyor.

Bu kentin Osmanlı'dan çıkmadan önceki son yılları hakkında Türk ve Yunan kayıtlarında müthiş bilgiler var... Sosyal hayat, siyasal yapı, mimari durum, ekonomi ve Makedonya sorunu hakkında araştırılsa gün yüzüne çıkmamış bir bilgi deryasına girilir. Lakin onca kayıt kuyudatın içinden en vurucu olanları, talihsiz bir Kesriyeli fotoğrafçı olan Leonidas Papazoğlu'ndan kalan eserler olsa gerek...

1872'de Kesriye'de dünyaya gelen Papazoğlu, ailesi ile birlikte İstanbul'a yerleştikten sonra fotoğrafçılığa merak sarıyor. İstanbul'da öğrendiği bu sanatını, daha sonra memleketine taşıyıp kentin tek fotoğrafçısı olarak hizmet veriyor. Doğal olarak bölgenin tüm dinamiklerini fotoğraflama olanağı buluyor.

1918'de Dünya Savaşı başlarında dünyayı adeta perişan eden İspanyol Gribine kurban olarak genç yaşta vefat eden Papazoğlu devasa arşivi, evinde sahipsiz kaldı. Zamanın yıpratıcılığı bir tarafa, bölgede cama ihtiyaç duyan her kes talihsiz fotoğrafçının arşivindeki cam negatiflere dadandı. Hatta kilisenin fenerleri kırıldığında bu cam negatifler kullanılıyordu.

Bu şekilde çok sayıda kıymetli eseri kaybolan Papazoğlu'na bir darbe de 1993'te evini restore etmek isteyen kızından gelmiş. Bir kamyon dolusu negatifi çöpe atılan Papazoğlu'ndan yaklaşık 2500 tanesini son anda Yunanlı fotoğraf bilimci Yorgo Golombias kurtarmayı başardı.

Papazoğlu'nun fotoğrafları incelendiğinde, o dönem birbiriyle kanlı bıçaklı olan kişilere hizmet ettiğini görüyoruz. Misal, kentin Papazı olan ve daha sonra Makedonya'daki Bulgar – Rum nüfuz mücadelesinde Rum çetelerini gizlice yönlendirdiği için Ruslar'ın baskısıyla uzaklaştırılarak Amasya metropolitliğine atanan Germanyos'a ait fotoğrafları çektiği kadar onun düşmanı Bulgar çetecilerin de fotoğraflarını çektiğini görüyoruz. Çektiği fotoğraflar arasında Bulgar çetecilerin öldürdüğü bir Rum öğretmenin dehşet verici görüntüsü de var üstelik!

Kentteki tüm dini cemaat liderlerine ait resimler çeken Papazoğlu'nun Kesriye Müftüsü ve küçük kızını gösteren bir hayli ilginç bir fotoğrafı da bulunuyor.

HELALLEŞME

Sayın Başbakanın meşhur balkon konuşmasından sonra helalleşme modası başladı. Gerçi bazıları "hesaplaşmadan helalleşme olmaz" diyorlar ama benim mizacım buna pek müsait değil... Savaş baltalarını gömen tüm kavgadaşlarımla helalleşip yeni beyaz sayfa açmayı her daim tercih ederim. Bu vesile ile ben de:

BİR: Derneklerimizi kişisel siyasi amaçlarına basamak yapmak isteyen genç ve yaşlı tüm dinazorlara,

İKİ: Kültürümüze hizmet etmekten başka hiçbir derdimiz olmadığı halde önümüzü kesmek için ellerinden geleni yapan İrlandalı Mübadillere,

ÜÇ: Türk Milliyetçiliği ve Atatürk ilkeleri konusunda yazdıklarımız ortadayken makasladıkları iki satırı çarpıtan ve bunları üşenmeden her tarafa kusan zat-ı Ali'lere,

DÖRT: Bu camiaya tek kuruşluk maddi ve manevi hayrı dokunmadıkları halde akıl vermeye bayılan çok bilmişlere,

BEŞ: Kendi aile tarihlerinden bihaber tatlı su mübadillerine,

ALTI: Asla mikro milliyetçilik yapmadığımız halde bizi kendileri gibi ırkçı zannederek önümüze engeller çıkartan gizli kafatasçılara olan birikmiş haklarımı helal ediyorum.

OLDU DA BİTTİ MAAŞALLAH!
Geçen hafta Tekkeköy Belediye reisimiz Hayati TEKİN evlatlarını sünnet ettirdi. Düğün salonundaki sünnet töreninde yok yoktu: Mevlüt okundu, ikramlar yapıldı, eğlence de eksik bırakılmadı. Başkan TEKİN ve eşinin mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Her siyasi görüşten binlerce seveni de başkanı yalnız bırakmadı.

Bizler de vazifemizi yapalım ve TEKİN çiftinin evlatları Cantuğ ile Özgür'ü tebrik edelim. Başka mürrüvetlerini de görürüz inşallah!

ALAÇAM MÜBADELE MÜZESİ 24 TEMMUZ'DA AÇILACAK MI?
Alaçam Mübadele Müzesi bir iki rötuş dışında hizmete hazır. İki yüzün üzerinde özgün parça müzeye yerleştirildi. Müzenin açılışı için Lozan Anlaşmasının yıldönümü olan 24 temmuz tarihi düşünülüyor. Elbette karar alınması için hükümetin kurulması, yeni kültür bakanının belli olması ve öngörülen tarihi uygun bulması gerekiyor; ama düşünülen tarih 24 Temmuz...

Bu tarihin mübadelenin onaylandığı bir anlaşmanın yıldönümü ile örtüşmesi elbette güzel; lakin benim minik bir endişem var. Malum bu sene yazın yarısı ağustosta Ramazanla çakışıyor. Ahali de tatil için temmuz ayını seçecek. Dolayısıyla açılış bir sönük kalabilir. Oysa eminim ki eylül ayının ikinci yarısına ya da ekim başlarına bırakılırsa açılışa binlerce kişi katılmak isteyecektir.

Bize düşen sadece hatırlatmak...

26.06.2011
/Mümin BOZKURT

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder