6 Ocak 2011 Perşembe

Samsun'un Değil Samsunlunun Ayıbıdır!


Eğer bu kentin caddeleri, sokakları ve meydanları pisse ve bu pislik çağdaş bir kente yakışmıyorsa; bu Samsun'un değil Samsunlunun ayıbıdır. Bizim ayıbımızdır. Kent durup dururken kendi başına kirlenmez, onu çöpleriyle, balgamlarıyla kısacası her türlü atıklarıyla o kentin insanları kirletir, yani biz kirletiriz.

Bu şehir bizim henüz sokak, cadde ve meydanlara çıkmadığımız saatlerde temizdir. Kirlilik bizimle başlar. Sigaramızın izmaritini sokağa biz atarız, arabamızın kül tablasını caddeye biz boca ederiz. İçtiğimiz suyun şişesini biraz ilerdeki çöp kutusuna atacak kadar taşıyamayız elimizde, atıveririz yolun kenarına. Yediğimiz çikolatanın ambalajını, dondurmanın külahını, sigaramızın paketini attığımız gibi. Bununla da yetinmeyiz, balgamımızı da boşaltırız caddelere, kaldırımlara, parklara büyük bir rahatlıkla, en ufak bir sorumluluk duymadan. Kim basar üstüne kim hangi mikrobu hangi eve taşır diye düşünmeden. Ve bir başkasının balgamına basa basa.

Yaşlımızla gencimizin, okumuşla okumamışımızın, köylüyle kentlimizin, zenginle fakirimizin farkı yoktur birbirinden. Sadece atıkları farklıdır o kadar. Zengin fakirden daha çok kirletir. Fakirin çöpü mü vardır ki atsın sokaklara, otomobili mi vardır ki kül tablasını boşaltsın insanların ne düşündüğüne aldırmadan. Kaldırımların balgam adacıklarını ya da kentimin insanının o çirkinliğe verdiği katkıları gördükçe aklıma hep Fatih Sultan Mehmet'in meşhur vakfiyesi gelir: "Ben ki İstanbul fatihi aciz kul ‘Sultan Mehmet Han'ım! Bizatihi alnumun teriyle kazanmış olduğum paramla satun alduğum İstanbul'un taşluk mevkiinde bulunan ve sınırları belli yüz otuz altı bap dükkanımı aşağıdaki şartlar muvacehesinde vakf-ı sahih eyledum. İş bu gayr-i menkulatumdan gelecek gelirlerden İstanbul'un her sokağına ikişer kişi tayin eyledum. Bunlar, ellerine bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü karışımı olduğu halde günün müteaddit saatlerunde sokakları gezeler. Tükrüklerin üzerine bu tozu dökeler ki, yirmişer akçe alalar…

"Ayrıyeten, on cerrah, on tabip ve üç de yara sarıcı tayin eyledum. Bunlar dahi, ayın belli günlerinde İstanbul'a çıkalar, istisnasız her kapuyu vuralar ve şifası mümkin ise tedavi edeler; değilse kendulerunden hiçbir karşıluk beklemeksizin darülacezeye kaldırarak orada iyileştirsinler."
            
Her sokağa iki kişi verip kendini bilmezlerin balgamlarını kireç tozu ve kömür külü ile kapattıran ferasete hayran olmamak ve o muhteşem medeniyetin ona layık olamayan evlatları olarak da bugünkü halimizden utanç duymamak mümkün mü?

Bazı vitrinlerde "Veremle Savaş Kampanyası"nın afişlerini görüyorum. Dünyada artık hiç anılmayan ve bizde de yıllar önce ülkeden kovulan verem mikrobunun geri dönmesinde ve sağlığımızı tehdit etmesinde acaba kenti özel çöplüğümüz gibi görme ve sorumsuzca kirletme alışkanlığımızın payı yok mudur? Eğer, bu çağda bu kent veya bir başka kentte hala vereme karşı tedbirler gündeme geliyorsa, bunda bizim payımız en az verem mikrobunun payına denktir sanırım. Mikrobun suçu üremekse bizim suçumuz da üretmektir!
            
Ve son söz: Eğer bu kent pisse, kirliyse, bu Samsun'un değil Samsunlunun ayıbıdır.
/Osman KARA
06.01.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder