20 Temmuz 2011 Çarşamba

Hadi Oradan

Zaman zaman yazacağım konuya girmekte ve acımasız gündemin karamsarlığından, kendimi kurtarmakta hayli zorlanıyorum. Açıyorum gazeteleri; okudukça ve karıştırdıkça içimi bir karamsarlık bir bedbinlik sarıyor ki, sormayın gitsin! Bu halet-i ruhiye içinde okuduğum gazetenin iç sayfaları da karıştırdıkça daha bir kötümser oluyorum ki, dayanılır gibi değil.

Aslında hep söylenir durur, ilmi bir tarafı var mıdır? Bilmem. İnsan psikolojisi ne kadar etkilenirse, ne kadar bunalırsa bunalsın 21 veya 23 günden sonra, her şey insana daha normal gelir, daha bir olumlu bakar hayata diyerek, ironik bir tanım getirilir karamsarlığa. Ama öyle olamıyor ki, öyle 21 gün beklemeden bir yeni olumsuzluğa duçar oluyoruz, yeni bir karabasan oturuyor günün tam da ortasına, kurtarabilirsen kurtar kendini.

Bu ülkede yaşayanların kaderi midir yoksa bu ülkenin çok gelişmişlik kriterlerine oturtulduğu veya ufkumuzun çok parlak olduğu söylenirken çok mu abartılıyor durumumuz bilmiyorum bilemiyorum. Ya da gerçek gündeme bakmamız gerektiği gibi bakamıyoruz mu acaba?

Benim duygularım sadece bana da ait değil aslında. Gördüğüm kadarıyla birçok kişi yerinden hop oturup hop kalkıyor. Çoluk çocuğuna bağırıp çağırıyor, etrafındakilere kızıyor, okuduğu gazetedeki yazarçizerlere, televizyon veya radyoda dinlediği sunucuya, velhasıl ülkeyi idare edenlerden tutunda yerelde en yakın olduğu mahalle ve köy muhtarına kadar herkese ama herkese kızıyor ama elinden bir şey gelmeyince de kendine kızmaya başlıyor. Neden bir çare bulunamıyor bu olumsuzluklara diyerek kendi kendine dövünmeye başlıyor. Acizliğine çaresizliğine, basiretsizliğine neden olanlara; ağzına ne gelirse sövüp sayıyor. Şayet yaşı genç ise tecrübesizliğine, yaşı kemale ermişse; kollarında kalmayan dermansızlığına, gözlerinde kalmayan ışığa, başındaki dökülen, ağaran saçlarına, o anda neresi geliyorsa aklına, kendi uzuvlarından çıkarıyor boşuna geçirdiği yılların acısını.

Bu kadar çaresizliğin üzerine ne yazılabilir ki makale olarak. Şimdi hamaset ve de cesaret türünde bir şeyler yazmak pek bir mana da ifade etmez ki. Hatta kimseyi de ilgilendirmez, ilgilendirmemesi de çok da normaldir.

Adamın oğlu, gelecek garantisi, gözünün nuru, askere vatan bekçiliğine gönderdiği biricik yavrusu kahpe kurşunlarla hain pusularda yok olmuş, getirip koymuşlar kapısının önüne ölüsünü. Zavallı bağırıp çağıra götürmüş koymuş toprağın kara bağrına, sen bu acıyı hissedemezsen yüreğin titremezse kelimeler boğazına düğümlenmezse nerede kaldı insanlık, nerede kaldı babalık.

İşte bu yüzdendir ki sevgili dostlar bu gün yazı muhteviyatına girmekte zorlanıyorum. Bu gün, her zaman içinde duymaya alıştıklarınızı okuduklarınızı duyamayacaksınız benden. Sizin sitemkâr, sizin alışılan bir yazı sonrasında dudaklarınızdan çıkacak her ne şekilde olursa olsun diyeceklerinizi, ben kendi kendime ağır bir biçimde söylüyor ve eleştirmek istiyorum kendimi. Çünkü bugün ne kentin, ne aracın, ne de toplu yaşamın kritik edileceği, yazılacağı gün değil, bu gün ölümün, bugün acının, bu gün karalar bağlamanın günü. Beni başkaca hiçbir olay ilgilendirmiyor şimdi. Benim, kendi kendime bile “Hadi Oradan” demek geliyor içimden.

İyi Haftalar.
20.07.2011
/Sacit ACAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder