7 Temmuz 2011 Perşembe

Alaçam’da Bir Tiyatro Gurubu


Alaçam’da Bir Tiyatro Gurubu ya da 
“Bizden Adam Çıkmaz Hemşerim!


İnsandaki güzeli sevmek ve ondan zevk almak duygusundan hareketle ortaya çıkan sanatı kısaca “hoşa giden biçimler yaratma gayreti” olarak tanımlayabiliriz. Halk dilinde sanat “insan ihtiyaçlarının karşılanması için “öğrenilen ve yapılan iş” olarak bir hüner, beceri, ustalık ya da marifeti içeriyor olsa da (ki bunun aslı zenaattır) bizim burada değinmek istediğimiz konu şüphesiz maddi fayda gözetmeyen, daha ziyada insanların gözüne, kulağına ve gönlüne hitap eden, duygu ve düşüncelerini okşayan sanat yani güzel sanatlardır; Edebiyat, resim, heykel, mimarlık, musiki, tiyatro, dans… Asıl konumuz olan tiyatro ise bir hikâyenin, sahnede, oyuncular tarafından canlandırılarak, temsil edilmesi sanatıdır. Bugün tiyatro eserleri, sinemalarda, radyolarda, televizyonlarda yer almaktadır.

Küçüklüğümden beridir “Bir Alaçamlı olarak neden bizim de bir sanatçımız yok?” diye hep kendi kendime sorar dururum. (Cümle biraz da “püskevüt” hikâyesine benzedi ama bu vesileyle Sayın Hocam Dr. Devlet Bahçeli’yi de burada saygı ve sevgiyle anıyorum.) En azından neden bizden de bir “türkücü” çıkmıyor diye hayıflanmışımdır. Alaçamlı bir halk ozanımız var mı? Alaçamlı hiç ağlamaz mı? Ağlayıp ağıt yakmaz mı? Alaçamlı bir heykeltıraşımız var mı? Ya da bir hikâyecimiz, bir romancımız, ne bileyim Alaçamın adını duyuracak bir ses sanatçımız…Eli kalem tutan bir yazarımız-çizerimiz... Bu işler nasıl oluyor? Bunu becerenler bu işi parayla mı beceriyor? Yoksa bizim sanata ayıracak vaktimiz mi yok? Araştırıp baktığımda gördüm ki, aslında bu işin ne zenginlikle ne de fakirlikle, ne inançla ve ne de kültürle ilgisi vardı. Bu işler gönül işiydi. Cefa çekmeyi, fedakârlık göstermeyi, cesaret etmeyi gerektirmekteydi ve buna tek engel de bizim bitmek tükenmek bilmeyen “ihtiras”larımızdı.

Nereden bulmuşsa para verip aldığı kırık bir sazla köye gelirken yolda karşılaştığı arkadaşlarının ısrarlı istekleri üzerine, köy meydanında (ki bu meydanlar hep ya okul ya da cami yanlarıdır) sazın tellerini tıngırdatınca, “Caminin yanında saz çaldı” diye neredeyse köyden kovulacak kadar bir suç işlemiş gibi “azarlanan” hatta muhtar tarafından dövülmekten son anda kurtulan Metin KOŞAR’ın hikâyesinden ve karşıma çıkan bu TÜTÜN adlı tiyatro oyunu ve bunu sergilemek için bir araya gelmeye “cüret eden” insanların maruz kaldıkları güçlükleri gördükten sonra insanın pes edip hemen “biz adam olmayız” diyesi geliyor.

Çuvallayıp tavan arasına tıkıştırdığım arşivimi karıştırırken elime geçen bir belge bu yaramı deşti. Bunlar, 1997 yılı baskısı ANKARA DENEME SAHNESİ yayınları arasında çıkan ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Tiyatro Bölümü öğrencileri tarafından tez olarak alınıp belgelenmesiyle oluşan kitap tezlerin tıpkıbasımıydı. Metin şöyle başlıyordu:

“Bizler Alaçam Halkevi oyuncularıyız. Buraya “Tütün” adlı oyunumuzu oynamaya geldik. Oyunumuzun konusu tütünle, tütün ekicisiyle ilgili. Tütün üreticilerinin yaşantılarını, karşılaştıkları zorlukları, geçmişten günümüze kadar anlatmaya çalışacağız sizlere ve bazı problemlere birlikte çözüm arayacağız…”

Yıl 1975. Bundan tam 36 yıl evveli. Yerli senaryo ve yerli oyuncularla Alaçam’da tiyatro mu? Bir an şaşırdım. Bu Alaçam “başka bir Alaçam olmasın!” diye satır aralarına saldırdım ve gördüm ki sahnelenen mekânlar itibariyle “bu Alaçam bizim Alaçam” olduğunu anladım. Evet, Alaçam gibi bir yerde bir takım insanlar bir araya gelmişler, bir şeyler yapmaya, üretmeye ve Alaçam’ın sesini dünyaya duyurmaya vesile olacak çabalar içine girmişler. Onca imkânsızlıklara rağmen zoru başaran bu insanların karşısına çıkan tek engel aslında kendisini bugün başka bir yüzle sergileyen o günkü “sağ-sol” dediğimiz “kör siyasî çekişmeler” olmuş. Bu zor mücadelelerinde onların “ellerinden tutacak” olan “devlet baba” maalesef “destek” yerine “köstek” olmuş ve tabiri caizse çocuk doğmadan kürtaja zorlanmış. Daha oyun sahneye konmadan prova aşamasındayken, oynayacak olan gençlerin bir kısmına aileleri aracılığıyla el çektirilmiş, sahneleme izni konusunda kaymakamlık ve emniyetten engeller çıkarılmış daha kötüsü “bir toplumun hayat damarı” olan bir sanat konusunda insanlar “tehdit, tahkir, tazir hatta darp” edilmişler.

Alaçam Tütün Üreticileri Birleşme ve Dayanışma Derneği (ATÜB-DER) ve Alaçam Halkevi’nin ortak ürünü olan “TÜTÜN” oyunu, ilk kez Bafra’nın Gazibeyli köyünde bir öğle vakti, Evrenuşağı köyünde ise akşamüzeri bir traktör karisörü üzerinde sahnelenir. Ertesi hafta yine Mardar Köyü ve Bafra merkezde “Üreticiler Birliği” yararına oynanır. Daha sonra Bafra Kolay ‘da da sergilenen oyun Alaçam’da da sahneye konularak yaklaşık 500 kişilik bir üretici gurubuna sergilenir. Tabi bu arada oyun idari makamların sansüründen geçe geçe kuşa döner. Sonuç itibariyle Bafra ilçesinde 6 ve Alaçam’da 3 kez sahnelenen oyun toplamda 4 bine yakın izleyici kitlesine ulaşmış. Satır aralarında isimlerine rastlayamadığım bu destanı yaratan isimsiz kahramanları; bu yürekli insanları tebrik ederim.

Gelelim bu güne… O gün, Alaçamlı tütün üreticilerinin yaşantılarını, karşılaştıkları zorlukları anlatmayı amaçlayan, Alaçam’ın öz evlatlarının bir eseri ve hüneri olan “TÜTÜN” adlı tiyatro oyununda bahsi geçen “zorluklar” ve gurubunun engellenmesine sebep olan “Saikler” bugün ortadan kalktı mı? Hayır!... Her ne kadar sahnelenen oyunda geçen olaylar Sayın İsmail YEŞİLYURT beyin ifadesiyle “1950’lerden önce varmış ancak bankacılığın ve kooperatifçiliğin (kapitalizmin) gelişmesiyle bu zümre ortadan kalkmış” olsa da TEKEL’in özelleştirilmesiyle o günkü adıyla “Çorbacı”ların düzeni bugün yeniden inşa edilmektedir. Türkiye’nin hatta Dünya’nın en yumuşak içimli tütünlerinin üretildiği Samsun bölgesinin tütün üreticileri çeşitli vesilelerle bu işten el çektirilmektedirler. Birer ikişer kapanan sigara fabrikalarımızın ardından piyasayı yabancı menşeli tütünler işgal etmiştir. (Ülkeyi bir başka ülke ordusunun işgal etmesine lüzum yok!) Günümüzün yaşayan çorbacıları bir kelimeyle koca bir köye “seneye tütün üretmeyeceksiniz. Sizin köyünüzden tütün almayacağız” diyerek ambargo koyabiliyorsa durup düşünmekte fayda olacağı kanısındayım.

Uzun sözün kısası, Y. K. Karaosmanoğlu’nun ifadesiyle o gün "Gözlerini siyasi ihtiraslar bürüyen kimselere meram anlatmak mümkün olmamıştı." Tutunabilselerdi, bugün küçük ama şirin ilçemiz Alaçam adını kim bilir nerelere taşıyacak olan Alaçam’da ortaya çıkan yüreği büyük insanların bu güzel girişimlerini kendi ellerimizle akamete mahkûm etmişiz. Şimdi durup “ah vah” etmek ne çare ki? Çağa ayak uydurmanın ve kendini geliştirmenin yolu önce sanattan geçer. Sinan AKSOY'un deyimiyle "Sanat, insanları yaratıcılığa ve üretkenliğe teşvik eder. Ortaya çıkan sanat yapıtları bir yandan o ulusun yaratıcılığını temsil ederken; bir yandan da ulusal gurur vesilesi olurlar. Ayrıca sanat, toplumsal olayları yorumlamak için farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Bu açı çok daha toleranslı ve özgürlükçüdür. Sanat katı kurallar tanımadığı için değişime ve gelişime hep açık olmuştur. Dolayısıyla milletlerin tarih içinde geçirdikleri evrim, büyük ölçüde sanat sayesinde olmuştur."

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK; "Sanatsız kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş demektir." diyor. Bugün bir "emekliler kasabası" görünümünde olan Alaçam'ımızın açmazlarından biri de bu olsa gerek.
/Çetin KOŞAR
07 Temmuz 2011





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder