20 Ekim 2010 Çarşamba

Uyarı...

Rasathane köprüsünün altından geçerken görürsünüz; en az üç-beş adam köprünün altında beklemektedir. Çoğunluğu köyünden geçim sıkıntısı nedeni ile kente gelen, varoşlarda yaşamaya çalışan evine ekmek götürmek için gündelik ne iş olursa yapan yurttaşlarımızdır. Bazen öğle saatlerinde oradan geçtiğimde onları yemek yerken görürüm; Menü; soğan ekmek'tir...

Bir otomobil yanlarında durduğunda sanki birisi arkadan itiyormuşçasına çöktükleri yerden kalkarlar ve otomobilin etrafına doluşurlar. Ardından sessiz ve umutsuz bir itişme ile işi birbirlerinden kapmaya çalışır yaşlısı, genci... Bu yoksulluk tablosunda gözümüz ister istemez yaşlılara daha fazla takılır. Çünkü vicdan onları oralarda görmekten rahatsızdır... İnsanın yaşlılığında geçinebileceği, bu şekilde sokaklara düşmeyeceği düzenli bir geliri olması gerektiği düşüncesi bir kez daha belleğimizde canlanır.
             
Yapılması gerekenleri düşünmekten öte bir şey yapamadığımız içimize dert olur. Sonra gözden uzaklaşınca unutulur; Yaşlılar... Yoksullar... Ama ne kadar görmezden gelinse de, unutulsa da yaşam kendisini hatırlatır...

Bir gün küçük kızım sordu: "Baba, neden yaşlı amcalar ağır yük taşıyorlar?" Etrafında o kadar ilgisini çekecek şey varken neden buna takıldığını düşünürken ısrarla aynı soruyu yineledi... Nasıl bir yanıt vermem gerektiği üzerine düşünmeme bile fırsat olmayan o talihsiz anlardan birine yakalanmıştım. Çaresiz yanıtladım: Para kazanmak için...
            
Bir an duraksayıp hüzünlü bir sesle karşılık verdi: Yazık değil mi! Yoksulluğun, sosyal adaletsizliğin, eşitsizliğin iyice belirginleştiği yaşamımız için bambaşka bir uyarıdır bu; Apaçık... Yüzümüze karşı... Kaygısızca...

20.10.2010
/Dr Murat ERKAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder