2019 Millî Mücadele’nin yüzüncü yılı.
Bu tarih Samsun için çok önemli ve 100 yılda bir gelen fırsat aynı zamanda.
Samsun Kültür Sanat Platformu Derneği olarak (Prof. Dr Metin Eker
başkanlığında) Samsun Valiliği ve Samsun Büyükşehir Belediyesi nezdinde (destek
isteme anlamında), bir yıldan az bir süre kala bu önemli tarihte neler yapmamız
gerektiğini anlatmaya çalıştık. Misal; gelecek yıl Samsun Türk Dünyası Başkenti
olmaya aday olabilir, böylece Türk Dünyası nezdinde Türkiye’nin kurtuluşa giden
yolda Samsun’un önemi ve önderliği pekiştirilmiş olur, Samsun’u Türk dünyası
nezdinde tanıtırız gibi hayaller kurduk, girişimlerde bulunduk. Lakin netice
alamadık derken bir şans doğdu ve Cumhurbaşkanımız himayelerinde bir taahhüt
alındığını medyadan öğrendik. Sonucunu bekleyip göreceğiz.
Dost uyur, düşman uyumazmış. Biz Millî
Mücadelenin 100. yılı derken (yine medyadan öğrendiğimize göre) Yunanlılar da
meğer o günü bekliyorlar, gizli gizli hazırlık yapıyorlarmış. Onların iddiası
ve hazırlığı da “Pontus Soykırımı”nın 100. yılıymış. Soykırım masalını tüm
dünyaya yutturan Ermenilerden cesaret alan Rumlar nasıl olsa Türkler balık
hafızalı, eskiyi çoktan unutmuşlardır diyerek harekete geçmişler bile.
Yöneticilerimiz sağ olsunlar bir huzursuzluk çıkmasın, duyulana kadar canımız
gereksiz sıkılmasın diye Fener Rum Patriği’nin 16 Ekim 2018’deki Samsun ve
Bafra ziyaretini gizli tutsalar da, mızrak çuvala sığmadı ve patriğin
ziyaretinden haberdar olduk. Patrik Samsun’a gelmiş, Bafra’ya gitmiş, yıkık bir
kilisede ayin yapmış / dua etmiş. Samsun’da ve tam 100. yılın arifesinde bu ne
tesadüftür, nasıl bir iştir diye elbette işkillendik. Bafra’nın Çağşur
(Esençay) köyünde katliama uğrayanlar Türkler, Türkleri katledenler de Rumlar
(bkz. https://www.youtube.com/watch?v=MgQqAfX9ais
). Patrik o kadar yolu bizim şehitlerimize dua etmek için gelmeyeceğine göre
(öyle olsa köyün camisinde mevlit okutur, bizim din görevlimizi de yanına
çağırır gazetecilere dönüp çekin bir
Ramazan ayı iftar pozu derdi, biz de ezelden kandırılmaya alışık olduğumuz
için yaşasın dostluk derdik!). Lakin, güzide basınımız da atlatılmış olmalı ki
hangi niyetle oraya gitti, ajandası neydi anlamadık. Anladığımız bir şey varsa
o da (girişte belirttiğim gibi) biz 100. yılı kültür - sanat etkinlikleri ile
(sazlı-sözlü) kutlamayı düşünürken, Rumların farklı bir hazırlık içinde
olduğunu görmüş olduk.
Şimdi konu başlığına gelelim.
Mübadeleden önce Rumlar nerelerde yaşıyordu? Şehirleri biliyoruz, bir miktar
nüfus (Samsun’da olduğu gibi) şehirde belli mahallelerde yaşıyordu. Misal
Kadıköy’de. Fakat köylerdeki durum neydi?
Bu soru çok önemli. Şimdi coğrafyacı gözüyle meseleyi açalım;
Samsun’dan başlayarak Sinop,
Kastamonu, Bolu, Sakarya ekseninde köyler mahallelerden meydana gelir. Bir
muhtarlık en az 3, bazen 5, bazen 7-8 mahallenin birleşimiyle oluşur.
Mahalleler arasında da 1-2 km mesafe vardır. Böylece muhtarlık anlamında bir
köyün dış sınırları 5-6 km çapında olabilir ve mahalleler bu daire içinde
gelişigüzel dağılmıştır.
Diğer yandan Türkiye’de ve Türkçede
“köy” kavramı çok geniştir. İstanbul’dan Samsun’a gelen birisi ‘nereye
gidiyorsun’ sorusuna ‘köye gidiyorum’ der. Samsun’dan ilçesi Ayvacık’a gidene
sorarsanız yine köye gidiyorum, ilçe merkezinden A köyüne gidiyorsa yine köye
gidiyorum, A köyünün herhangi bir mahallesine gittiğinde yine köye gidiyorum.
Nihayet köy içinde 7-8 haneden; yukarıda olan aşağıdakine giderse aşağı köye,
aşağıdaki yukarı giderse yukarı köye gidiyorum der. (İstanbul’daki milyon
nüfuslu Kadıköy’ü, Bakırköy’ü, Samsun’da Tekkeköy’deki Lojistik köyü, Antalya’daki
tatil köylerini saymıyoruz bile). Bizde köy kavramı böyle bir şey.
Sözün kısası bölgemizde ve ilimizde
muhtarlık anlamında 1 köy 5-6 mahalleden meydana gelir ve biz mahallelere,
hatta mahalleden de uzakta tek başına bir meskene bile köy diyoruz. Mübadele
öncesine gidersek, 5 mahalleli bir köyün 1 veya 2 mahallesi Rum olabilir. Misal
A köyü 5 mahalle, 100 hane ve yaklaşık 500 nüfusa sahiptir. A köyünün 1
mahallesi Rum’dur ve 20 hanede 100 kişi yaşamaktadır. Şimdi dikkat; içten
bakıldığında A köyünün bir mahallesi Rum’dur, dıştan / uzaktan bakıldığında ise
Rumlar A köyünde yaşamaktadır. Lütfen bu nüansa dikkat edin, çünkü konunun özü
burası.
Bu şekilde misal, Bafra’nın 20 köyünde
Rumlar yaşamaktadır. İçten bakıldığında bu 20 köyün her biri birkaç mahalleden
meydana gelmekte ve bunların bir ya da iki mahallesinde Rum nüfus varken,
dıştan bakıldığında ise (idari açıdan diyelim) Bafra’nın 20 köyünde Rum vardır.
Sonra zaman geçti, mübadele oldu,
Rumlar gitti, Türkler geldi. Geçmişe dönüp baktığımızda Bafra’nın A, B, C
köylerinin birer mahallesinde Rumlar yaşarken, biz birden bire, sırf
bilgisizliğimizden ve gafletimizden dolayı toptancı oluverdik ve “Bafra’nın A,
B, C köyleri Rum köyleriydi” demeye başladık. Kendi kendimize tekrar ederek
zihnimize de böyle yerleştirdik. Dahası Ermeniler köyleri terk etmiş, şehirlere
yerleşmiş, aradan 100 yıl geçmiş, biz şimdi dönüp o köyler için de (tıpkı Rum
köyüydü der gibi) Ermeni köyüydü, Süryani köyüydü diyoruz. Yaşamışlar,
gitmişler demeyi bilmiyoruz, lafın nereye gittiğinden de haberimiz yok.
(Yakında dedesini unutan, -babaları geçim sıkıntısından dolayı köyü bırakıp
İstanbul’a göç ettiği için İstanbul’da doğup büyüyen- torunlar bir zaman sonra
kendi köylerine dönüp “dedem bu köyde yaşıyormuş, dedeme ne yaptınız?” derse
şaşırmayın, çünkü bu kafa bizi oraya doğru götürüyor).
Bafra’da olduğu gibi Sinop’ta da, daha
batıdaki illerde de bir kısım köylerde Rumlar yaşamıştır, bu doğrudur. Bu
köylerin çok azında, belki birkaç tanesinde köyün tamamı (mahalleleri ile birlikte)
Rum nüfus olabilir bu da doğrudur. Fakat diğerlerinde, yani 5 mahalleli bir
köyün bir mahallesi Rum olabilir ve 500 nüfus içinde 100 nüfus Rum’dur. Şimdi
biz aynı toptancı yaklaşımla ve aradan geçen zaman içinde toplumsal hafızamız
zayıfladığı, hainlerin yazılarını da referans almaya başladığımız için, 5
mahallesinden 1 tanesi Rum olan köyler için; “şu şu köylerde Rumlar yaşıyordu”
yerine, “şu şu köyler Rum köyüydü” demeye başladık. Durup dururken, hiç te
gereği yokken hepsini silme Rum köyü yaptık. Ve zaman geçti bu günlere geldik,
şimdi (arkalarına dünyayı alıp) bize soruyorlar (ve demedi demeyin) soracaklar;
A köyünde 500 nüfus vardı. Siz de kabul ediyorsunuz ki o köy Rum köyüdür,
eee, 100 kişi mübadeleyle gitti
(kayıtları var), peki geri kalan 400 Rum ne oldu? İşin püf noktası işte burası…
Gaflete bakın ki (şayet kasten böyle
yönlendirildiysek, ihanete bakın ki) biz
bu köylerdeki geri kalan ve çoğunluğu oluşturanların Türk olduğunu unuttuk. O
köylerin karma nüfusa sahip olduğunu görmezden geldik, bir mahallesinde Rumlar
yaşıyor diye (zaman içinde) köyün tamamını Rum köyü yaptık, sonuç? “Geri kalan
Rumlar ne oldu? Bu Rumlara ne yaptınız?”
Görünen o ki soykırım iddialarının bir
kısmını bu teze dayandıracaklar ve bizden hesap sormaya kalkacaklar. Çünkü
mübadele ile gidenler gitti, asiler/suçlular cezasını buldu, bu takdirde
soykırım kime yapıldı? Ya da (bildiğimiz kadarıyla ellerinde başka malzeme
olmadığına göre) soykırım iddiasının altını neyle dolduracaklar? Bu adamlar
100. Yılı festival yapmak için beklemiyorlar, mutlaka bir niyetleri var, peki
ne? Ne yapacaklar? Naçizane benim görüşüme göre saldıracakları alanlardan biri
bu, diğerlerini zaman içinde göreceğiz.
Değerli okuyucular, herkesten alim
olmasını bekleyemezsiniz. Fakat arif olmak için alim olmaya gerek yoktur.
Tehlike kapıdadır. Haklıyken haksız duruma düşebiliriz. (Ermeni soykırım masalı
buna güzel bir örnektir. Ne kadar mesafe alındığı da malumdur. Neredeyse
tazminat isteme safhasına geçmek üzereler).
Biz bize bakalım. Diyoruz ki;
yöneticilerimiz yönettikleri ilin, ilçenin, şehrin, kasabanın, köyün
özelliklerini, hassasiyetlerini bilmek zorundadır. Sayın cumhurbaşkanımızın
talimatıyla 81 il’e en az 1 üniversite kurulurken bu üniversitelerin bir görevi
de yerel özellikleri araştırmaları ve yöneticilere ve ilgililere bilgi
altyapısını hazırlamalarıdır. Maalesef üniversitelerimiz bu duyarlılıkta
olmadıkları gibi, “bilim fendir, sosyal bilimler bilim değildir” diyecek kadar
cahil üniversite hocalarının, projelere destek verirken Fen Bilimlerini kayırıp
Sosyal Bilimleri yok farz eden, projelerine destek olmayan, onların bu tür
çalışmalarına destek olmadıkları gibi bunları fasa fiso gören rektörlerin
olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
Üniversite böyle de, ya şehir ve
toplum? Her şeyi en iyi bilen idarecilerimizin de yönettikleri yerlerin
özelliklerinden çoğu zaman haberdar olmadıklarını görüyoruz. Dil sürçmesi
olmuştur diye geçiştirdiğimiz nice saçmalıklarına şahit oluyoruz.
Araştırmazlar, gerek de duymazlar, istisnalar hariç yapılan araştırmalara
destek vermezler, kısaca (bölgesi ile ilgili kültür yayınları yoktur, destek de
olmazlar anlamında) çoğu kitapsızdır ve kültür deyince bilgi değil festival
akıllarına gelir. Burada, iki üç yıl gibi kısa aralıklarla yer değiştiren,
gelir gelmez ne zaman tayini çıkacağı belli olmayan mülkî amirleri fazla
suçlayamayız, fakat (en az 4 yıl görevde kalan ve hayatı o yerde geçen)
belediye başkanlarının, o bölgenin vekillerinin ve diğer yerel idarecilerin bu
şuurda olmalarını beklemek en doğal hakkımızdır.
Samsun için soralım, gelmiş-geçmiş
idarecilerimizin, vekillerimizin, iş adamları, sanatçı ve akademisyenlerimizin,
çocuklarımızı yetiştiren bilinç kazandırmalarını ümit ettiğimiz öğretmenlerimizin
ne kadarı Samsun’u yeterince tanıyor? Yakın geçmişte bu topraklarda neler
yaşandı? Burası nasıl vatanlaştırıldı? Dostumuz kim, düşmanımız kim? Ne kadarı
bu şuura sahip? Bugüne gelirsek; Patriği kim davet etti, kim rehberlik etti,
niyetini soran oldu mu, onları daha konuşmadık bile. Bu arada çok şükür
ülkemizde seyahat özgürlüğü var, Patrik de vatandaşımız sayılır ve istediği
yere gider. Biz işin orasında değiliz. Bizim yöneticilerimiz bu işin neresinde?
Yaklaşan tehlikenin farkındalar mı? Böyle bir tehdit ve tehlikeye karşı bilim
insanlarından yardım almayı düşünürler mi? Sempozyum ve diğer bilimsel
etkinliklerle şehirde farkındalık yaratacak, ilgili yönetici ve bürokratlara
bilinç kazandıracak faaliyetlere ön ayak olurlar mı? “Şu kadar köyde Rum nüfus
vardı” ile “Şu kadar köy Rum köyüydü” söylemi arasındaki farkı fark edebilecek
kadar konuya eğilirler mi?
Dahası, Rum’un (kelime anlamının)
Roma’dan geldiğini, eski Roma İmparatorluğu topraklarında yaşayanlara Rum (Rûm)
dendiğini, Mevlana Celaleddin Rumî adının ve Rumî takvimin aynı kökten geldiği,
Anadolu’nun eski adının Rumeli olduğu, Sivas Vilayetinin eski adının bu yüzden
Vilayet-i Rum olduğu, (ilimiz Samsun’un merkezi olduğu Canik Sancağı’nın da bir
zamanlar bu Vilayet-i Rûm’a bağlı olduğunu), Balkanlar ele geçirilince
Anadolu’ya Rumeli dendiğini, hasılı kelam Samsun’daki Rumların Yunan (Helen)
anlamındaki Rumlarla bir ilişkisi olmadığını, Roma İmparatorluğu zamanından
beri bu topraklarda olduklarını, adamların bizim gafletimiz ve bilgisizliğimizden
yararlanarak, sanki mübadeleyle giden Rumlar Yunan vatandaşıymış, sözde
soykırıma uğrattığımızı iddia ettikleri de Yunanmış gibi tamamen tarihi
gerçeklere aykırı olan daha birçok hususu bu toprakların idarecileri ve bu
topraklarda doğup büyüyen, bu bölgenin ekmeğini yiyen kaç kişi farkında?
19 Mayıs 2019’a az kaldı,
idarecilerimizin Amazonlarla ilgili mitlere ayırdıkları zamanın ne kadarını bu
gerçek gündem için ayırdıklarını hep birlikte göreceğiz. Bu konuda bizi haksız
çıkarır, mahcup ederlerse kendilerine ayrıca teşekkür de ederiz. Neyse, biz
tarihe not düşmüş olalım. Bu kadar sözden sonra üniversitedeki hocalar bizi
uyarmadı demesinler de!
/Cevdet
YILMAZ
22 Ekim 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder