Doğurganlık Üzerinde Rol Oynayan
Faktörler
Malum olduğu üzere Türkiye’de medyan
(ortalama) yaş yükselmekte, mevcut nüfus içinde yaşlı nüfus oranı artmakta,
bunlara paralel olarak doğurganlık oranı hızla gerilemekte, kadın başına çocuk
sayısı azalmaktadır. Sonuçta toplam nüfus şimdilik (yılda 1 milyon kadar)
artmaya devam etse de nüfus artış hızı gerilemekte, Türkiye’nin gelecek
yıllarda 100 milyon olma ihtimali sona ermekte, önce durağan ardından gerileyen
nüfus tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. (Tabi bu öngörüleri,
Suriyelilerin Türkiye’de kalma ihtimali örneğinde olduğu gibi, ileride karşı
karşıya kalacağımız benzer büyük nüfus hareketlerini göz ardı ederek
yaptığımızı da belirtelim).
Türkiye 1955-1960 yılları arasında
nüfus artış hızında binde 28 ile rekor kırmış, o tarihten bu yana nüfus artış
hızı gerileyerek günümüzde binde 10’lar seviyesine yaklaşmış bulunmaktadır.
Gerileme negatif yönde olup azalma devam etmektedir Yakın bir gelecekte nüfus
artış hızı önce binde sıfır seviyesine inecek, ardından toplam nüfusta gerileme
başlayacaktır.
Türkiye halihazırda gelişmiş batılı
ülkelerin seviyesinde olmasa da onların yolundan gitmekte, onların son yüz
yılda yaşadığı tecrübeyi biz son 50 yılda yaşamaktayız.
Yine bilindiği gibi yöneticilerimiz bu
kötüye gidişi durdurmak için her aileye üç çocuk tavsiye etmektedir.
Peki bu tavsiyenin gerçekleşme imkânı
var mıdır? Bize göre yoktur. Nedenini açıklayalım;
-Türkiye hızla kentleşmektedir.
Kentlerin sayısı çoğalmakta, mevcut kentler daha da büyümekte, kentlerde
yaşayan nüfus kırların aleyhine giderek artmaktadır. Kentleşme, diğer adıyla
şehirleşme doğurganlık oranlarını düşüren çok önemli bir faktördür.
-Şehirlerde yaşam maliyeti yüksektir.
Büyük aile büyük ev, büyük ev daha fazla kira demektir. Az çocuk küçük ev,
küçük ev az kira, az kira daha kolay geçim demektir. Böylece evler küçülürken,
aile küçülmekte, çocuk sayısı da buna paralel olarak azalmaktadır.
-Türkiye hızla çekirdek aileye
geçmektedir. Yıllarca zorunlu olarak uygulanan iki çocuk politikası günümüzde
gerçekleşmiş görünmektedir. Farkındaysanız üç çocuk söylemlerine rağmen
anayasanın ilgili maddeleri ve buna bağlı mevzuat değişmediği için devlet halâ
iki çocuktan fazlasına çocuk parası vermemektedir. Verdiği çocuk parası da para
olsa, yaklaşık 50 lira, bozdur bozdur harca (!).
-Eğitim seviyesi yükselmiş, eğitim
süreci uzamıştır. Liseden sonra üniversiteye giden nüfusun artması, üniversite
sonrasında iş bulma, kendi ayakları üzerinde durma, sonra evliliği düşünme gibi
nedenlerle evlilik yaşı otomatik olarak 8-10 yıl ötelenmiştir. Yeni evlilerin
çocuk istekleri de bu ötelenmeyle yarı yarıya azalmaktadır.
-Zorunlu eğitim kız çocukların erken
yaşta evlenmesini önlemekte, genç yaştaki yüksek doğurganlık ihtimali geç yaşta
düşük doğurganlıkla yer değiştirmektedir. 18 yaşına kadar okuduktan sonra
üniversiteye gitme isteği, sınavı kazanana kadar geçen süreç, kazandıktan sonra
geçen süre hepsi birlikte evliliği geciktirmekte, ileri yaşlar ise doğurganlığı
düşürmektedir.
-Kadınların çalışma hayatına girmesi
başlı başına doğurganlığı engelleyen bir faktördür. İşyerlerinin anne adayları
ya da annelere karşı tutumları bellidir. Özel sektör devlet gibi değildir,
doğum izni, süt izni gibi konularda personeline hoşgörülü davranmamaktadır.
İşini kaybetmek istemeyen kadınlar, ya da çalışmak isteyen kadınlar bu
hususları göz önüne almak durumundadır.
-Hayat pahalılığı çok çocuğu
engelleyen bir unsurdur. Günümüzde iki tane küçük çocuğu olan bir memurun çocuk
bezi parası maaşının dörtte birine karşılık gelmektedir. Daha bunun maması,
kreşi, vesairesi gibi pratikte yaygın olarak dile getirilen bu tür şikayetler
yeni evlilerin çocuk isteği üzerinde olumsuz etki yapmaktadır.
-İstihdam sorunları ve genç işsizlik
oranlarının yüksekliği, mezun olunca iş garantisi veren üniversite bölümlerinin
tercih edilmesine neden olmaktadır. Buralara girmek için daha iyi eğitim alma
zorunluluğu, önce dershane veya etüt merkezlerine ardından özel okullara
yönelme ihtiyacı, bütün bunlar çocuk başına eğitim maliyetlerini arttırmıştır.
Orta gelirli bir ailenin birden fazla çocuğunu özel okulda okutması, ya da
nitelikle eğitim aldırması neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Bu durum tek
çocukla yetinmeyi beraberinde getirmiştir.
-Geçim sıkıntısı, işsizlik ve diğer
sosyo ekonomik nedenler aile içi şiddeti ve boşanma sayılarını arttırmıştır. Bu
durum aile güvenliğini tehdit etmekte, boşanma ya da şiddet görme ihtimaline
karşı daha az çocuğun mağdur olması düşüncesiyle birden fazla çocuk
istenmemektedir.
-Feminist hareketlerin de etkisi ile
serbest yaşam popüler hale gelmiş, normal evlilikler yük olarak lanse edilmeye
başlanmıştır. Televizyon ve internet ortamında bu durum ve çağdaş hayat olarak
sunulan tarz daha normalmiş gibi gösterilmektedir. Bu tür örnekler evlilikleri
engellemekte, bu da doğurganlığı düşürmektedir.
-Erkek çocuk olana kadar çocuk yapma
gibi durumlar toplum içinde artık kabul görmemektedir. Kız çocuklara karşı
önyargı bitmek üzeredir. Hattâ kız çocuklarının ailelerine bağlılığı (özellikle
Batı bölgelerimizde) erkek çocuktan ziyade kız çocuk isteğini öne çıkaran
durumlar yaratmıştır.
-Sosyal güvencenin artması ve ülke
nüfusunun büyük kısmının sosyal güvenlik sistemine dahil edilmesiyle
“hastalığımda, yaşlılığımda bana kim bakacak?” sorusunun cevabı artık
“çocuklarım bakacak” değildir. Bunun yerini “devlet bakacak, sigortam bakacak”
almıştır. Bu durumda fazla çocuğa gerek yoktur. Çekirdek aileye geçiş ve
gurbetçilikle birlikte zaten çocuklar uzaktadır ve aileler yalnızdır. Çok çocuk
olduğunda bunların anne babaya bakma ve onların yanında olma ihtimalleri
giderek azalmaktadır. Huzurevi benzeri yerlere talep artmakta, bunların reklamı
yapıldıkça da çocuk sahibi olma isteği (zaten yaşlılığımda yanımda olmayacaklar
düşüncesiyle) törpülenmektedir.
-Çekirdek aileye geçiş ile birlikte
aile baskısı azalmış, şehirleşme ve apartman hayatıyla da mahalle baskısını
sona ermiştir. Bütün bu gelişmeler aynı zamanda evlilik yaşına gelen kişiler
üzerinde eş, dost ve akrabalar tarafından yürütülen evlilik baskısını ortadan
kaldırmıştır. Evlilik dışı çocukların
halihazırda toplum nazarında kabul görmemesi ise evliliklerin azalmasına bağlı
olarak çocuk sayısını da azaltmaktadır.
Yukarıda bir kısmını dile getirdiğimiz
bütün bu ve benzeri hususlar Türkiye’de doğurganlık üzerinde etkili olmaktadır.
Artış isteği yönündeki bütün siyasî söylem ve teşvik vaatlerine karşılık
Türkiye’de doğurganlık oranları düşmeye, nüfus artış hızı da gerilemeye devam
etmektedir.
Bahsettiğimiz bu sorunlar çözülmedikçe
nüfus artış hızı pozitif yönde seyretmeyecektir. Sadece artış yönündeki
teşvikler yeterli olsaydı Batı Avrupa ülkeleri bunu çoktan başarmış
olurdu. Bu durumda Türkiye bir yandan
bahsedilen sorunların üstesinden gelmek için yoğun çaba sarf etmeli, diğer
yandan da yakın gelecekte karşı karşıya kalacağı yaşlı nüfus problemine
hazırlıklı olmalıdır.
/Cevdet
YILMAZ
16 Ocak 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder