Mesut Taner GENÇ her vatansever evladının söylediği
sözler yüzünden görevden alındı. Birkaç günümü Genç ile alakalı yazılarla
yazmaya karar verdim. İlkyazımda ise Hürriyet gazetesi köşe yazarı Yılmaz
Özdil’in Mesut Taner Genç için yazmış olduğu köşe yazısını sizlere bir kere
daha hatırlatarak başlamak istedim. Buyurun işte Yılmaz Özdil’in köşesine
taşıdığı o Beytüşşebap;
“Beytüşşebap’a atandım... Önce Diyarbakır’a geldim.
Şırnak’a gidebilmem için Cizre’ye, oradan başka bir araçla Şırnak’a gitmem gerektiğini
öğrendim. Karayoluyla gitmekten vazgeçtim. Diyarbakır kolordu’da üç-dört gün
helikopter bekledim. Sonunda Sikorsky’yle hareket ettim. 1.5 saat uçup,
tümen’in pistine indim. Valilik binasına gittim. Vali beni kabul etti. Asla
normal kaymakam gibi davranmamam gerektiğini, köy ziyaretleri yapmamamı, çünkü
devletin kırsalı tamamen terk ettiğini, il ve ilçe merkezinde tutunmaya
çalışıldığını söyledi. Kısacası, dost bilinen aşiretlerin dışındaki köyler,
yollar PKK’nın hâkimiyetine bırakılmıştı. Beytüşşebap’a giden helikoptere
bindim. 50 dakikalık uçuştan sonra, yüksek dağlarla çevrili askeri birliğe
indim. Komutan beni karşıladı, çay kahve ikramından sonra, bugünlerde ilçeye
baskın yapılacağını, duyum aldıklarını söyledi. Merak ediyorsam, dürbünle görebileceğimi
anlattı.
Gerçekten de, baktım, karşımızdaki dağlarda
hareketli insan grupları görülüyordu. Komutan da, Vali gibi, ilçe’den
kesinlikle ayrılmamamı, köylere gitmememi salık verdi. Şırnak’tan gelirken,
Besta denilen bölgeyi geçip, 30 kilometre sonra hayli bozuk asfalttan
Uludere’ye varılır, asfalt biter, ham toprak yol başlar. Beytüşşebap’a kadar 60
kilometrenin bir tarafı sarp ve dik yamaçlı, öbür tarafı derin uçurumdur.
Sürekli mayın döşeniyor. Aslında, bu yolu en az birkaç noktada her gün kesip, kimlik
kontrolü yapıyorlar. Bu durum bilindiği için, hiçbir kamu görevlisi karayolunu
kullanmıyor. Erzak kamyonları talan ediliyor. Terör örgütü, korku salmış,
halkın nazarında itibar kazanmış...
Tanıştığım insanlar, aman kaymakam bey sakın şurdan
aşağı inme, şurayı geçeyim deme gibi uyarılarda bulunuyor. Bunların bir kısmı
samimi, bir kısmı kamu görevlilerinde korku, yılgınlık yaratmak için
söyleniyor. Buralarda ticaret yapmak isteyen, örgütten icazet almak zorunda...
Vergi adı altında para toplanıyor. Eylemler, vatandaşa bire beş katılarak
anlatıyor. Örgütün, istemediği adamı derhal görevden aldıracağına, istediği
adamı vali, hatta bakan bile yapabileceğine, psikolojik olarak inandırılıyor.
İlçede, asaleten atanmış neredeyse bir memur bile yok. Buraya atananların
hepsi, ya kurumları tarafından cezalandırılmak maksadıyla gönderilmiş ya da
torpilleri olmayan sahipsiz insanlar...
Kırgınlık, küskünlük, bezginliklerinden ötürü, yöre
halkına verebilecekleri hiçbir şey yok. Bazı kamu görevlileri ise buralara hiç
uğramazlar, onlar imtiyazlıdır. Geçici köy korucularının mücadeleye büyük
katkısı var. Ancak, devlet istemeden de olsa, feodal sistemi, aşiretleri
güçlendirdi. Korucular, kendi meslekleri olan hayvancılığı tamamen bırakmış
vaziyette...
Unvanlarının önündeki ‘geçici’ kelimesinden
rahatsız oluyorlar, durumumuz, geleceğimiz belirsiz diyorlar. Korucu
yapılanların özenle seçilmesi gerekiyor. PKK, küçük çocukları kaçırarak veya
ikna ederek, intikam duygusu aşılayan, araziyi avucunun içi gibi bilen
kişilerden oluşuyor. Örgüte katılan, çaresiz bırakılıyor, ne aile, ne arkadaş
ilişkisi kalıyor, geri dönüş yolları kapatılıyor. Dağdaki ağır şartlarda
yıllarca yaşamaktansa, çılgınca emirlere itaat edip, ölümün kurtuluş olduğunun
farkındalar. Bizimkiler ise sivil yaşamlarında iş veya meslek sahibiyken,
zorunlu olarak askere alınan 18-20 yaşındaki gençler...
Henüz askere alınmadan önce, televizyondaki şehit
haberleriyle psikolojileri sarsılan, üstelik ailelerinin endişelerini hisseden
gencecik delikanlılar. PKK, yıllardır aynı noktalarda üsleniyor. Operasyon
yapacağımız zaman, birliklerimizde hareketlilik yaşanıyor, korucular
toplanıyor. Sağır sultan bile duyuyor! Zirvelerden seyrediyorlar. Bizimkiler
hedef bölgeye vardığında, orda kimse kalmıyor. Bizimkiler geri dönüp, daha
birliğin kapısından bile girmeden, onlar eski mevzilerine yerleşiyor. Bir
seferinde, ele geçirilen örgüt mensubunun üstünden çıkan not defterinde
okumuştum. Karakolumuz bir ay boyunca, 24 saat izlenmiş, giren çıkan araçların
plakası, nöbetçi-devriye saatleri en ince ayrıntılarına kadar yazılmış, ne
yaptığımızı, ne yapacağımızı ezbere biliyorlar.
Halbuki, PKK’nın dağ kadrosu 3 bini geçmez, farz
edelim 4 bin olsun, 11 bölgeye dağılmış durumdalar, kabaca her şehre 350
terörist düşer... Bunlara karşı, 22-25 yaşında, 5 bin veya 7 bin kişilik özel
birlik oluşturulmalıdır. Gerilla harbi’yle eğitilmelidir. Eşlerine her türlü
ekonomik güvence, çocuklarına en üst seviyede eğitim sağlanmalıdır. Operasyon
yetkisine sahip, tek bir komutana bağlanmalıdır. Emirlerinde, helikopter, uçak
olmalıdır. Her mangada doktor bulunmalıdır. Asla sabit durmayıp, gece gündüz
hareket halinde olmalıdır. Ne zaman, nerede oldukları asla bilinmemelidir...
Av durumundan çıkıp, avcı konumuna geçmelidir. Şehit
cenazelerinde atılan nutukların, kanları yerde kalmayacak türünden anlamsız
lafların, herhangi bir etkisi yok artık... Ne şehit sayısında azalma var, ne
atılan nutuklarda! * Derken... Saat 21 sularında, yoğun silah sesleriyle
irkildim. Eşimi ve kızımı arka odalardan birine, mermi isabet etmeyecek şekilde
yatırdım. Kapım çalındı... Elinde fener tutan polis, ilçeye saldırıldığını, en
alt kattaki kalorifer dairesine inmemiz gerektiğini söyledi. Eşim sığınakta
bulunanları teskin etmeye çalışırken, şahsıma verilen Kalaşnikof’la dışarı
çıktım. Lojman duvarında siper almış polislerin yanına gittim. Gecenin
karanlığında kimin kime ateş ettiği belli değildi. Ben dahil herkes,
bilinçsizce, içgüdüyle hareket ediyordu. Her insan korkar. İnsani duygudur.
Ancak, yüreğimde hissettiğim korku değildi, derin bir sızıydı... Taa Çin
sınırlarından Avrupa’nın içlerine ilerleyen millet, çapulcu karşısında acze mi
düşmüştü?
/Mahmut
ERDOĞAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder