Bir mekân; ârif, âlim, şâir ve ediplerinin yanında,
estetik bakımdan üstün vasfa sâhip târihî eserlerinin varlığı ile kıymet bulur.
Bunlarsız her toprak aynıdır. Zîrâ her mekân, yaşadığımız coğrafyanın birer
parçasıdır; birbirinden farkı yoktur. Tabiî ki, haklı olarak, Sadi Tekkesi ile
Mevlevîhâne arasında ne irtibat vardır, denecektir. Söyleyeceğiz!.. Şu ânki
tespitlere göre, Samsun’da iki tekke olduğu bilinmektedir: Biri Sadi Tekkesi,
diğeri de târihîliği üzerinde hiçbir doğru kayıt bulunmayan ve fakat buna
rağmen ihyâ edilen Acem Tekkesi’dir.
Çünkü; Acem Tekkesi hakkında, târih sanılan ve
bilgi olarak ileri sürülen şu cümlelerin hangi hakikati söylediği belli değildir
ve bunlarda hakikat adına hakkında
hiçbir - vesîkalı- bilgi de mevcut değildir.
Bu noktaya gelmişken, Acem Tekkesi hakkında
söylenenleri, ilgili kaynak(lar)dan noktasına
virgülüne kadar sâdık kalarak birlikte okuyalım: “ Tekke,Hançerli
mahallesi 100.Yıl Bulvarı üzerinde.Cephesi bulvara bakıyor. Bodrum kat hariç,
tek katlı, kareye yakın planlı, kırma çatılı ve kargir bir yapının birinci
katına bulvar yolundan çift taraflı taş merdivenle çıkılıyor. Bu katta bir hol
ve bu hole açılan mutfak, oda ve büyük bir âyin salonu var.
Ayin salonundan bir merdivenle inilen bodrum kat
boş ve birinci katın ahşap döşemesini taşıyan ahşap direkler göze çarpıyor.
Bodrum kat pencereleri basık kemerli ve duvarları oldukça kalın.
Bina İranlı bir şahsın imiş, sonradan hazineye
geçmiş. Tekkede her yıl âyinler yapılırdı. Burada bir yatır olduğu ve dini
yönden kutsal sayıldığı ifade ediliyor. ( Bknz: T.C. Samsun Valiliği Samsun İl
Rehberi, Şubat 2008, sy. 63-64; T.C. Samsun Valiliği, Türkiye Samsun Rehberi,
2011, Sy.68-69)
Bu yazının ilk iki bölümü - tasviri bile
becerilemeyen- bir hikâyedir. Son bölüm ise; “ imiş” ve “ miş”li bir târih!).. Hem “ imiş, miş”, hem
de ardından “ yapılırdı” diye kesin bir hüküm veriliyor. Ardından; “yatır olduğu..”
, “ dini yönden kutsal sayıldığı..” ifadesi var. “Sayıldığı..” ile tarih
yazılır mı? Peki sonra... Bu din, hangi dindir? “ Yatır”, İslâmî’dir. “Âyin”,
kime aittir? “Yatır” varsa, bu, böyle geçirtirilecek bir mevzû olabilir mi?
Nerede mes’uller ve nerede salâhiyet sâhipleri?
Kaldı ki; bu mekânı, kim, ne zaman, hangi şartlarda ve kimlerin eliyle
yâni hangi ustalarla yaptı’nın cevabı nerededir? Târih şuûru bu mudur?
Gelelim asıl mes’elemize: Olay Gazetesi Genel Yayın
Müdürü Azîz Dostum Mehmet Hazinedar Bey, Olay Gazetesi’ndeki 12 Nisan 2013 târihli yazısında “ Sadi
Tekkesi Bulundu” başlıklı yazısında, sağolsunlar, benim, “ Sadi Tekkesi” nin
ortaya çıkarılması, tamiri ve tezyîni için sarfettiğim gayreti dile
getirmiştir. Kendisine, hasseten teşekkür ediyorum. Hiçbir müsbet emeğin zâyi olmayacağı
kanaatimi her zaman muhafaza ederek, Türk millî kültürü uğruna harcanacak zerre
kadar gayretin de mutlaka yerini bulacağı kanaatimi taşıyorum.
Şanlı ecdâdımızın canı pahasına yaptıkları ve bu
vatanı bizlere bahşetmeleri yanında, bizim gayretlerimizin ne kadar bir değeri
olabilir, onu da takdirlere arz ediyorum. Hemen şunu da ifade etmeliyim ki;
sun’î/yapma/uydurma târih inşâsına ne kadar karşı isem; kimden intikal etmiş olursa olsun, hakikî târihin
keşfine, himâyesine ve geliştirilip gelecek nesillere ulaştırılmasının da o
kadar taraftarıyım, yanındayım.
Bu sebeple; 1997’den beri hakkında pek çok yazı
yazdığım “ Taşhan”da, çok şükür mutlu sona yaklaşılmaktadır. Şu ânda, Mehmet
Hazinedar Bey’in haberinden öğrendiğime göre, yine pek mesut oldum ki, hakkında pek çok makale yazdığım “ Sadi
Tekkesi”nde de bu yola girilmiştir. İnanıyorum ki, bunda, Samsun Büyükşehir
Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz Bey ile,Büyük Şehir Sosyal İşler Dâiresi Başkanı Necmi Çamaş Bey’in de
çok katkıları olmuştur. “Sadi Tekkesi Nerededir?” ( Bknz: Gürses Gazetesi, 21
Nisan 2008,sy.2)diye sorduğum günlerden, “ Sadi Tekkesi Bulundu “ ve ihyâ
edilecek, diye yazılıp-söylenen günlere gelmişiz. Ne saadet! Gerek Gürses
Gazetesi’nde, gerek Halk Gazetesi’nde ve gerekse Olay Gazetesi’nde yazdığım
yazılarda sarfettiğim emek, demek ki,
hedefine ulaşmıştır. Helâl olsun!..
En son yazdığım “ Taşhan’dan Sadi Tekkesi’ne “
başlıklı yazımda ( Bknz: M.Halistin Kukul, Olay Gazetesi, 23 Ekim 2011, sy. 8);
“ Sadi Tekkesi, Millî Mücâdele yıllarında, Mustafa Kemal Paşa ile, Samsun
Müdafaayı Hukuk Cemiyeti üyelerinin irtibat sağladıkları “ ilk ve tek
mekân”dır: “ dedikten sonra; Hasan Umur ve Âdil Pasin tarafından yazılan
“Samsun’da Müdafaayı Hukuk” adlı kitabın 7.ve 8. sayfalarından şu bölümü nakletmiştim:
“ İlk içtimalar, aralarında reis yaptıkları, Boşnakzâde Süleyman Beyin evinde
yapılıyor, nizamname dediğimiz mukarreratın beşinci maddesine göre Samsun
şubesinin on âzadan ibaret olması icap etmekte olduğundan heyetin on kişiye
ikmali, isimlerinin bildirilmesi hakkında Ankara’da Anadolu ve Rumeli Müdafaayı
Hukuk Cemiyeti Kongre Reisi bulunan Mustafa Kemal Paşadan gelen bir emirde
bildiriliyordu.
(.) Anadolu ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Cemiyeti
Samsun Şubesi bu surette teşekkül ettikten sonra bir de mühür kazdırılarak
evlerde toplantılar yapmağa ve Ankara ile muhabere etmeye başlandı. Halkın
tenviri için Millî Mücâdeleye ait gelen merkez telgrafları itimat ve emniyete
lâyık görülen zevatı Sadi tekkesine toplayıp onlara okunuyor, bir taraftan da
Cemiyete gizli gizli aza kaydediliyordu.”
Ve bu hususta bir teklifte daha bulunmuşum: “
Yukarıdaki ifadelere göre, sâdece “ Sadi Tekkesi”nin değil, Boşnakzâde Süleyman
Bey’in “evi”nin yerinin de tespit edilmesi gerekmez mi?” Bu hususta, bugün de aynı kanaati taşıyorum:
Boşnakzâde Süleyman Bey’in evinin de bulunarak, tezyîn edilmesi gerekir.
Ayrıca; hem Sadi Tekkesi’nin ve hem de Acem
Tekkesi’nin gerçek hüviyetlerinin ortaya çıkarılması hususunda
târihçileri-mizi güzel ve faydalı bir vazîfeye dâvet ediyorum. Bu “ tekkeler” ne zaman, kimin döneminde,
kimler tarafından ve hangi maksatlar için yapılmışlardır ve hangi maksatlarla
kullanılmışlardır?..
/M.Halistin
KUKUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder