31 Temmuz 2014 Perşembe

Ayvacık’da Adres Bulmak

Samsun’un gelecekte özellikle doğa gezginleri ve Arap Turistler için en önemli destinasyonlarından birisidir Ayvacık ilçesi… Şehre girişte sizi “Saklı Cennete Hoş Geldiniz” diye bir tabela karşılar… Gerçekten de Cennet gibi bir doğaya sahip Ayvacık… Ancak gelin görün ki, eğer ilk defa gidiyorsanız ve yanınızda oraları bilen bir rehber yoksa işiniz çok zor… Hatta, “Lanet olsun” deyip geri dönebilirsiniz… Neden mi? Çünkü gitmek istediğiniz yere sizi yönlendirecek bir tane tabela yok…

Örneğin Doğa Evlerine gideceksiniz… Manzara muhteşem… Soruyorsunuz birisine nasıl giderim diye… “Köprüyü geç devam et” diyor vatandaş… Köprüyü geçiyorsunuz (Eynel Köprüsü) karşınıza iki yol çıkıyor… Sağa mı, sola mı? Tabela yok… Yazı-Tura atıyorsunuz… Şansınız varsa doğru yoldasınız… Yoksa bir süre sonra geri dönüyorsunuz… Sonra bir yol ayırımı daha… At bakalım bir yazı tura daha…
Bu nedenle yanınızda mutlaka bir madeni para bulunsun… Birisine soruyorsunuz… Aldığınız cevap doğru mu değil mi bilmiyorsunuz… Velhasıl geriliyorsunuz ve lanet olsun diyorsunuz…

Ama siz yine de Ayvacığa gidin… Özellikle mangalda soslu Yayın Balığı yemek için değer… Altı kişiye sorup güç bela bulduğumuz Nazif’in yeri Dereiçi tesislerinde mutlaka Yayın Balığı yiyin… Lezzetse lezzet… Temizlikse temizlik… Manzaraysa manzara… Ucuzluksa ucuzluk… Dört kişi Yayın Balığı, salata, turşu ve içecekler aldık, ödediğimiz sadece 56 TL… Sözün kısası, Ayvacık Kaymakamlığı ve Belediyesi’nden rica ediyorum; Ayvacıkta gezilecek görülecek yerleri gösteren yönlendirme levhaları koyun… Gelen pişman olmasın…

/Şenol KOCATEPE
31 Temmuz 2014

26 Temmuz 2014 Cumartesi

Samsun'u Bu Kadar Ezdirmeyin..

Önceki akşam duydum, dün de Necdet Uzun yazmış.. Samsun Anadolu Ajansı'nın, Trabzon'a bağlanması olayı basite indirgenecek bir olay değil.. 'Üzüldüm demekte hafif kalır. Gazeteci olarak kahreden bir durum'.. İlin bürokratları açısından da 'temsil ve ilişkiler anlamında oldukça büyük bir kayıp'.. Samsun adına 'küçümsenme, önemsenmeme.. Samsun'un siyasileri adına da oldukça büyük bir kayıp, hiç yerine konulmama veya güçsü kalmak gibi bir şey..

Samsun'a bakış açısından 'aldım gitti, kim dur diyebilecek ki, durumu var ortada'.. Evet bu öyle kolay yenilir, yutulur bir olay değildir.. Burada görev yapan arkadaşların da 'başarısızlığı ya da başarısı da değildir'.. Zaten haber ajansları arasında ister devlet, ister özel olsun artık bir yarışta yok.. Hepsi bir arada bile çalışabiliyor.. Sorun yok. Zaten bu teknolojik ortamda bir yarışta mümkün değil.. Nedir o zaman; Bu bakış açısı..

Neden kaybediyor Samsun.. Samsun'un siyasilerinden kaynaklanıyor bana göre.. 4 Milletvekili artık 'tası tarağı toplamış evine dönüyor'.. Bir vekilimizin çok etkin olduğunu söyleyemem.. Etkinse de ben hiç hissetmedim Samsun adına.. Ama bir bakanımız var.. Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç.. O dur demedi mi? Samsun Bölge Müdürlüğü unvanının kaldırılıp, Trabzon'a bağlanmasına ve Samsun'un uydu büro yapılmasına.. TRT açısından zaten Samsun'da 'var yok bir durum var'.. Ama AA da 'benzer bir konuma getiriliyor.. Yani 'bir çok bölge müdürlüklerinin götürüldüğü Samsun'da şimdi de basına el atılıyor..

Sabah'ın bölge müdürlüğünden ayrıldıktan sonra 'elimle kurduğum o büronun lav edilişini' anlarım.. Özel sektördür, ajanslardan takviye alır.. Ancak devletin ajansı Anadolu Ajansı'nın oldukça merkezi olduğu bir konumda olduğu Samsun'dan alınmasını anlamam, anlayamam.. Bir bakanı olan bu kentten AA'nın alınması sırasında acaba bilgi verildi mi merak ediyorum.. Samsun il yönetiminin haberi oldu mu?.. Vekillerin haberi oldu mu..?

Sordular fark etmez veya sessiz kaldılarsa 'yazık'.. Yok sormadılarsa 'çok daha yazık'.. Bu sadece bizim meselemiz değil.. Bu ilin Bakanı, milletvekilleri, iktidar ve muhalefet partilerinin temsilcilerinin, hatta bürokratlarının da sorunu.. Geç kalınmış olsa da, 'dur denilmeli'.. Samsun'un çocuğu olan Bakan Kılıç, açısından 'iki kere önemli bence'.. Çünkü onun bakanlığı döneminde Samsun kaybetmiş olacak AA’yı..

/A.Yener CABBAR
26 Temmuz 2014

25 Temmuz 2014 Cuma

Gerçek Acıdır

Bizim vekiller ve yöneticilerimiz, Samsun’a yaptıkları yatırımlarla böbürlenip duruyorlar ya. Dün Hürriyet’te Kayseri ile ilgili bir haberi okuyunca, Samsun ekonomisinin ne kadar zayıf bir yapısı olduğunu öğrendim. Nasıl mı? İzninizle anlatayım. Kayseri’nin nüfusu 1 milyon 300 bin. Samsun’da üç aşağı beş yukarı o kadar. İstatistikler 2012 yılı nüfusumuzu bir milyon 261 bin 810 olarak gösteriyor. Bizim toplam 5 adet Organize Sanayi Bölgesindeki (OSB) firma sayısı, yani fabrika miktarı sadece 117 iken Kayseri’deki OSB’lerde ki fabrika sayısı kaç biliyor musunuz? Bin 518. Yanlış okumadınız. Tekrarlıyorum. Samsun’da 117. Kayseri’de 1.518

Yani bizden yaklaşık 13 kat daha fazla fabrika baca tüttürüyor Kayseri de. Bizdeki 15 küçük sanayi sitesindeki 5 bin 439 işyerinde 12 bin 414 kişi çalışırken Kayseri’nin küçük sanayi sitesindeki bin 600 ve OSB’lerdeki bin 580 işyeri olmak üzere toplam 3 bin 180 iş yerinde 55 bin dolayında kişiye iş ve aş sağlanıyor. Bizdeki OSB’lerde çalışan sayısı ile ilgili bir istatistik yok ama 117 işletmedeki çalışan sayısını 50 ile çarpsan bin 850 kişi eder. Hadi biraz daha iyimser davranalım her iş yerinin 100 işçi çalıştırdığını varsayalım. Olmaz ama 3 bin 700 kişinin çalıştığını söyleyelim. 55 bin nere. 3 bin 700 nere. Yani; Ne kadar ekmek, o kadar köfte. Yani, Kayserli zengin, Kayserili daha mutlu.

Hal böyle olunca senin yıllık ihracatın 400 milyon dolar seviyesinde kalırken Kayseri geçen yıl 1 milyar 800 milyon dolarlık malını ihraç etme başarısını göstermiş oluyor. 150 dolayında yeni fabrika kurulacakmış Kayseri de. Bu nedenle mi bilmem ama bu yılki ihracat hedeflerini 7 milyar lira olarak belirlemişler. Yaklaşık 3 yıl önce faaliyetine başlayan bizim Gıda OSB’deki fabrika sayısının 25 olması öngörülüyordu. Faaliyetine başlayan fabrika sayısı 5’i buldu mu bilmiyorum ama Gıda OSB’nin büyük bir bölümü hala boş. Samsun’u yönetenler gelecek beş yıl için ihracat hedefini 5 milyar dolar olarak açıkladılar. Ben derim ki; Bu yapı ve anlayış değişmezse Samsun’un yıllık 5 milyar dolarlık ihracat hedefine ulaşması mümkün gibi görünmüyor. Aristo mantığındaki gibi demek istemem ama sözün özü şudur: ‘’Gerçek acıdır. Biber de acıdır. Öyleyse gerçek biberdir’’

/ Ragıp GÖKER
25 Temmuz 2014

Samsun İstediği Zaman Böyle Örnek Olabiliyor..

İsrail'in, Gazze'de yaptığı katliam Kadir Gecesi'nde camilerde de konu oldu. Hep birlikte el açtık, dua ettik.. Müslümanların bu zulümlerden kurtulması için.. Ancak Samsun önceki gece farklıydı..  umhuriyet Meydanı'nda binlerce kişi seccadesiyle geldiği alanda İsrail'e lanet okudu.. Birlikte namaz kıldılar ve dua ettiler..

Canik'te yine binlerce kişi, ellerini göğe açtı ve Gazze'de yaşananların son bulması için yaratandan yardım diledi.. Samsun'un dün gece yaşadığı bu görsellik 'yüreklerimizi hoş yaptı'.. Herkes tek yürekti adeta.. Samsun istediği zaman böyle örnek olabiliyor.. Hem de her noktasında.. İsrail ürünlerini boykot konusunda da önder bir il olduğumuz kesin.. Samsun'a böylesine duygulu, böylesine görsellikle dolu bir geceyi yaşatan Canik Belediye Başkanı Osman Genç ve İlkadım Belediye Başkanı Erdoğan Tok'a teşekkürler.. Kutlamak lazım.. Atakum Belediyesi de 'sahilde böyle bir organizasyon yapsaydı' şok olurdu.. Ama düşünmemişler sanırım.. Emeği geçenlerin ellerine sağlık..
(…)

/A.Yener CABBAR
25 Temmuz 2014

Buyrun Burdan Yakın

“Samsun'da ailesinin ve kurumun bilgisi dışında evden, yurttan kaçan veya kayıp olan çocuk ve gençlerin başlarına gelebilecek, ileride yaşamlarını olumsuz yönde etkileyecek olayların engellenmesi, izinsiz il dışına çıkmalarının önüne geçilmesi, ailelerdeki kayıp çocuk infialinin engellenmesi amacıyla Samsun Valiliği tarafında karar alandı. Samsun Emniyet Müdürlüğü'ne bildirilen kararda, 18 yaşından küçüklere şehirlerarası otobüs terminallerinde, tren istasyonlarında, acentelerde, bilet satışı yasaklandı.” Hoppala, bu nasıl karar birader. Siz bu insanların seyahat özgürlüklerini nasıl kısıtlıyorsunuz? Böyle bir yetkiniz var mı? Bu aldığınız karar yasalara uygun mu değil mi bunu hiç tartıştınız mı?

Ee bu kararı alanlar, size bir soru soracağım şimdi.  Bu ülkede kız kadın ayrımı kalktı mı? Bu ülkede benim kız, sizin kadın dedikleriniz kaç yaşından itibaren evlenebiliyor ve resmi nikah kıyabiliyor? Bu eskiden 18 yaşını tamamlamış olmak gerekir diye belirtiliyordu. Ya şimdi? Bakın nasıl:

-16 yaşını doldurmayanlar hiçbir surette evlenemez.
-16 yaşını doldurup 17 yaşını doldurmayanlar, olağanüstü durumlarda ve pek önemli sebep olmak kaydıyla ve hâkim izniyle evlenebilirler.
-17 yaşını doldurup 18 yaşını doldurmayanlar, yasal temsilcilerinin (normal şartlarda anne-baba) izni ile eğer ki izin verilmiyorsa hâkim kararıyla evlenebilirler.

18 yaşını dolduranlar herhangi bir koşul olmadan evlenebilirler. Yani kısaca 18 yaşından önce de evlenmelerine izin verilebiliyor, bir sürü bahane ile birlikte… Ancak Samsun Valiliği 19 Yaşından küçüklere seyahat özgürlüğü tanımayacak bir karar alıyor. Peki, bundan ne amaçlanıyor? Birilerine şirin mi görünmek mi istiyorlar… Yasaklar bir yerlerden başlamaya görsün devamı gelir…


İshak Taşçı Suçluyor Ancak
Gerçekler başka İshak Taşçı başka telden çalıyor. Atakum Belediye Başkanı göreve geldiği andan itibaren kendisinden önceki başkan Metin Burma ve yönetimine “Kasayı soydular, para bırakmadılar” diye veryansın ediyordu. Sonra da çıkıp göreve geldikleri andan itibaren bilmem ne kadar borç ödediklerinden bahsetmeye başladı. Başkan yaptığınla söylediğin birbirini tutacak(!) mı hep böyle. Kasası boşaltılmış bir belediyeden nasıl oluyor da o kadar milyon lira borç ödüyorsun bir de bunu açıklar mısın? Göreve geldiğiniz günden bu yana ne kadar ne ürettiniz de o ürettiklerinizle borç ödediniz? Millet merak ediyor… Yaptığınız mı doğru daha önce söyledikleriniz mi?


Bu Kadar Para Boşa Mı Harcandı?

Samsun Büyükşehir Belediyesi tarafından dere ıslahları uzun süre yapılmadığından Canik ve Atakum’da insanlar can verdi, milli servet heba oldu. Buralardaki kuruşlarını önce inkar etti Büyükşehir’in büyük yöneticileri. Sonra ne olduysa oldu Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz “Kusurluyuz” deyiverdi. Bu da bana gelebilecek bir yargı cezasını “Samimi ikrarla hafifletmek” cinliği gibi geldi. O selden sonra iki yılı aşkın süredir Atakum’da dereler sözüm ona ıslah ediliyor. Sözüm ona Atakum’u artık sel almayacaktı. Hafif tertip bir yağmur yağdı ve fes düşünce kel baş yine ıslandı. Yine Atakum’u sel su götürdü. Hani sel olmayacaktı burada. Yapamıyorsunuz birader, bırakın şu işi diyoruz, bizi halk seçiyor diye cevap veriyorsunuz. Bırakın da bunu yapabilecek olanlar gelsin. Onca emek ve para boşa mı gitti yene, o işi yapamayanlar hakkında yasal yollara başvuracak mı Büyükşehir Belediyesi?


24 Temmuz Ve Basın

24 Temmuz, basından sansürün kaldırılışının yıldönümü. Bu nedenle zevat basını bu önemli gün için kutladı. Ben kutlamıyorum. 2014 yılında halen Türkiye’de bir şeyleri “Yayın yasağı” adı altında yazamıyorsam bunları bana yazdırmıyorlarsa neyin bayramı bu? Bu nedenle ne bu günü bayram olarak kutluyorum ne de arkadaşlarımın 24 Temmuz’unu kutluyorum. Türkiye’de gerçekler yazılabilene kadar bu günü kutlamayacağım. Sanırım o günleri görmeye ömrüm de yetmez ya…
(…)

/İsmail BAŞARAN
25 Temmuz 2014

24 Temmuz 2014 Perşembe

Samsun’un İtibarını Kurtaranlar

İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından önceki gün ikinci 500 büyük sanayi kuruluşuna ait listeleri açıkladı. Samsun’dan 10 firma o listeye girme başarısını göstermiş. Geçen yıl da 10 firmayı o listeye sokmuştu samsun. Aynı başarıyı tekrarlamış olduk bir anlamda. Samsun ekonomisinin çok iyi olduğunu anlatmıyor olsa bile bu bir başarıdır. İkinci 500 arasında ilk 500’e girmeye en yakın firma olarak Borsan Elektrik görülüyor. Adnan Ölmez’i şirketinin bu büyük başarısından dolayı kutlarım. Borsan’ı seneye ilk 500 arasında görmek beni şaşırtmayacaktır.

Öyle olursa bundan mutlu olacağımı ve gururlanacağımı söylemek isterim. İkinci sıradaki Vezirağaç yani Vezirköprü Orman Ürünlerini Samsun firması saymalı mıyız bilmiyorum. Vezirağaç Merkezi İstanbul Sefaköy’de bulunan Turanlar Gurup’a bağlı bir firmadır. Turanlar Gurup’un, Vezirköprü orman ürünleri fabrikasının sahibi olmaktan başka Samsunla hiçbir bağı yoktur. Samsunlu sayılmaz yani.

Termeli Karaçuha ve Elif Fındık ile Çarşambalı Özyılmaz Fındık firmaları da fındık ticareti ile o listedeler. Kendilerini kutlamakla birlikte Azmi Abi ve diğer fındıkçılar kusura bakmasın ama fındık alıp satmaktan dolayı elde edilen ciro nedeniyle o listeye girmiş olmayı çok büyük bir başarı olarak göremiyorum.

Ama Sampa’nın o listede olması bir başarıdır. Üretime dayalı bir başarıdır yani Altuncu kardeşlerin firmasının bu başarısı. Sinan ve Musa Çakır’ın firmaları Yemsel Tavukçuluk ile Samsun Yem ve Adeka İlaç Sanayinin o listeye girme nedenleri de üretim tabanlı bir başarıdır. İSO’nun o listesine 10 firmamız girmiştir. Her birinin sahiplerini ve yöneticilerini gönülden kutlarım. Ancak. Bunu Samsun ekonomisinin bir başarısı olarak gösterenlere de. ‘‘Sen ele bir Kayseri’ye bak’’ derim. Gaziantep’in büyük başarısını hiç söylemem.

Biz ise üç firmamızın başarısıyla avunurken, Gaziantep ise ilk 500 büyük sanayi kuruluşu listesine 24 firmasını sokmuştu. Gaziantep’in ikinci 500 Sanayi kuruluşu arasında kaç firması var dersiniz. Söyleyeyim. 33 Gaziantepli firma var ikinci 500 arasında. Bin büyük sanayi kuruluşu arasına toplam olarak 57 firmasını sokma başarısını göstermiş Gaziantepliler. Demem o ki: Bu bin büyük sanayi kuruluşu arasına girmeyi başaran 13 firmamızın başarısına dayanarak kimse bana ’’Samsun ekonomisi çok iyi yolda’’ demesin.

/ Ragıp GÖKER
24 Temmuz 2014

23 Temmuz 2014 Çarşamba

Tarımla Zenginleşmek

DÜNYA’nın yazarlarından Dr. Rüştü Bozkurt’un yıllar önce konferanslarında söylediği ‘’Tarım’dan zenginleşen hiçbir ülke yoktur ama tarım olmadan da zenginleşen ülke olamaz’’ sözünü defalarca dinlemiştim. Tarım öylesine önemlidir aslında. Rüştü Hoca’nın bu söylediğine karşın, Hollanda örneğini verenler olabilir. İyi ama Hollanda zenginliğini tarım ticaretine borçludur. Doğrudan tarım yaparak zenginleşmemiştir yani.

Tarım olmadan zenginleşememek bu beni korkutuyor. Zira biz bir zamanlar tarlalarımızda yetişenlerle kendimize yeter ülke iken şimdi arpa ve buğday ve hatta saman bile ithal eden ülke konumuna geldik. Hani şu Gazze’de yaptığı katliamlarla kınadığımız İsrail var ya. Avuç içi kadar olan o ülke, tarım ürünü ihraç eden ülke konumuna geldi. Topraksız seralarda yetiştirdikleri domatesleri satarak para kazanıyorlar. Biz ise Allah vergisi topraklarımızda tarım yapmıyoruz. ‘’Adam eksen yetişir’’ denilen bu toprakları boş bırakıyoruz maalesef.

Benim çocukluğumda bizim köyün her santim tarlasında bir şey ekilir biçilirdi. Yaklaşık 20 sene önce kaybettiğimiz Rahmetli Babaannem evimizin avlusunda oluşturulan bahçede kendi domatesini ve biberini ve dahi her türlü sebzesini yetiştirirdi. O bahçede bir vişne, bir incir ve bir de erik ağacı vardı. Meyvemizi de o bahçeden alırdık biz. Dalından, taze ve organik. Babaannemi kaybedince o bahçeyi de kaybettik.

Bizim köye satıcılar geliyor şimdi. Hoparlörlerinden yayınlan ‘’Domates, biber, patlıcan’’ anonslarıyla sebze ve meyve satıyorlar. ‘’Ne var bunda’’ demeyin. Böyle başlıyor bağımlılık. Önce bizim köy başka şehirlere, sonra o şehirlerde başka ülkelerin şehirlerine bağımlı hale geliyor. Ekmiyorlar, biçmiyorlar, bu nasıl köylülük, bu nasıl rençberlik. Hükümetlerden gelen üç beş kuruş yardımla geçinmeyi iyi bişey bellemiş bizim köylülerimiz.

Oysa adam ekseler yetişecek o güzelim, topraklardan elde edecekleri gelir daha kutsal ve daha mübarek olacak. ‘’Para dedektifi’’ diye bir program var. İlgiyle izlerim her defasında. Önceki gece Seferihisar’daki pazaryerinden yaptığı haberi izledim. Seferihisar Belediyesi bir program başlatmış. Kurulan yerel ürünler pazarında köylülerin yetiştirdiği ürünleri satmalarını sağlıyor. Pazar yerine halden ürün girişini yasaklamışlar.  Pazara gelen her ürün yani domates, biber ve patlıcan köylerdeki bahçelerde yetişen ürünlerden oluşuyor. Pazarda ürün satabilmek için böyle bir zorunluluk var yani.
Hem köylü kazanıyor, hem de Seferihisar halkı dalından toplanmış taze sebze ve meyve yiyor. Böylesi güzel uygulamalar yaygınlaşsa.

Mesela bizim belediyelerimiz de böyle pazarlar kursa ne güzel olur. Tembelleştirilen köylülerimiz, yeniden üretme alışkanlığına kavuşturulsa mesela. Üreterek ve alın terlerinin karşılığı olan paraları ceplerine koysalar. Kendilerini daha güvenli ve daha onurlu hissetseler mesela. Kötü mü olur…!

/ Ragıp GÖKER
23 Temmuz 2014

Samulaş Ve Sigortalar

SAMULAŞ Genel Müdürü Akın Üner’in görevden alınıp yerine yeni atama yapılmasının ardından söylentiler ve rivayetler bitmiyor. Ben ne söylentiler ne de rivayetlerle ilgileniyorum. Aklıma takılan sorular vardı ve cevaplarını aradım. Belki tam öğrenemedim ancak bazı kokular aldım. Pis kokuyor hem de çok pis… Örneğin, SAMULAŞ’ın kaç tane aracı var? Bu araçların haliyle sigortalanmaları gerekiyor. Peki, kim yapıyor bu sigortalama işlemini? Olmaya Genel Müdür değişikliğinin altında bu sigortalama işi yatsın, ha…

SAMULAŞ bir şirket… Büyükşehir’in şirketi… Bu araçların ihale yoluyla sigortalanması gerekiyor mu? Kara balta işi olmaz değil mi? 2013 yılında SAMULAŞ’ın araçlarının sigorta işlemi ne kadardı? 244 bin lira deniliyor. Olabilir mi, olabilir elbet… Çünkü ring gezen araçları da sayarsak SAMULAŞ’ın çok aracı var. Bu yıl ise sigorta işi 144 bin liraya düşmüş. Nasıl olmuş bu iş? Geçen yılki sigorta işinde şartnamede “Bu işi Samsun firması yapacak” ibaresi olduğu söyleniyor. Aradaki fark yüz bin lira… Nasıl olmuş bu?

Bu yılki şartnameye “Samsun firması şartı” konulmamış. İstanbul’dan bir firma katılmış. Böylece daha ucuza gitmiş iş. İstanbul’dan işi alan firma da reklamını yapmayayım da çok ciddi bir firmaymış. Bu ihale işine Samsun Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Sefer Arlı’nın karşı çıkmak istediği söylentileri var. Neden? İddialara göre Samsun’daki sigorta işinde Sefer Arlı’nın yakınları varmış. Olabilir… Bunda ne sakınca var bilmiyorum. Ancak tek bildiğim, eğer doğruysa, daha yüksek fiyatla aynı işi sigortalatmak yanlış birader. Sorarlar sonra “Bir çıkarın mı var” diye… Ancak Sefer Arlı’nın böyle bir şahsi çıkarı olduğunu sanmıyorum, olsa olsa kurumunu düşünmüştür…


Ptt Ve Sahiller

PTT Genel Müdürü Osman Tural Samsunludur. Samsun’un Alaçam ilçesindendir kendisi. Bu nedenle olsa gerek bölge PTT hizmetlerinden bolca nasiplenmektedir. Osman Tural’ın yaptığı hizmetlere dayanarak AK Parti saflarından politika yapmaya sıcak baktığı da bilinmektedir. Deniz kenarında bol oksijen almam doktorum tarafından salık verildiğinden Yakakent’e bulunuyorum bir süreden beri. Fatura işlemlerimi de zaman zaman Yakakent ilçesindeki PTT şubesinden görüyorum. Gelin görün ki bu işlemi görmekte bazen de zorlanıyorum.

Pazartesi günü şubeye gittiğimde işlemler çok yavaş ve aralıklarla yapılabiliyordu. Öğrendim ki iletişim eksikliği yaşanıyormuş. Dün gittiğimde ise mesai başlamasına ve 15 dakika geçmesine rağmen görevli henüz ortalıkta yoktu. Rahatsızlanmış. Olabilir, insanın karnı ağrır, yüzünüze güller, ishal olup tuvaletten çıkamaz duruma gelebilir. Bunlar hep insanlar içindir ve normal karşılanmalıdır.

Ancak normal karşılanmaması gereken tatil yöresi olan Yakakent’te hizmetin aksamaması için zamanında önlemlerin alınmamış olmasıdır. Yaz mevsimi ve turizm diyoruz ya, Yakakent’in de turizmle kalkınacağını söylüyoruz ya… Ben değil canım ilgililer söylüyor ya… Burada PTT şubesinin gişesini bir memurla çalıştırmaya kalkarsanız olmaz bu iş… Umarım bu aksaklığı Genel Müdür Osman Tural duymadan çözüme kavuştururlar da, seçim zamanı, oy istemeye gelindiğinde seçmen bazılarının yüzüne vurmaz bu aksaklıkları…
(…)

/İsmail BAŞARAN
23 Temmuz 2014

22 Temmuz 2014 Salı

Yayla Yolları

Böyle bir güzellik başka bir yerde var mı bilmiyorum. Karadeniz’in yaylalarından söz ediyorum. Ama Anlamadığım bir şey var. Bu olağanüstü güzellikten neden yararlanamaz bizim insanımız. Üstelik yıllardır alternatif turizm’den söz edilir durur bu kentin yöneticileri. Ki; Deniz turizminden yararlanamayacağımız anlaşılmıştır. Şu küresel ısınma bela gibi geliyor ya herkese. Bizim için bir fırsattı beklide. Neden mi? Anlatayım.

Baharlar ne zaman başlayıp ne zaman bitiyor. İlkbaharı ya da Sonbaharı fark edebiliyor musunuz? İlkbahar mesela ne zaman başlayıp ne zaman bitiyor. Sonbahar da öyle! Oysa çok değil 15 yıl önce baharı beklerdik biz. İlkbaharda neşe dolardık, sonbaharda hüzünlenirdik. Demem o ki; küresel ısınmanın neden olduğu bu yeni süreç, güneş turizminden faydalanmak için bir fırsat doğmuştu bize. Zira yaz mevsimi daha da uzadı şimdilerde.

‘’Geç kalmış sayılmayız’’ diye düşünenler olabilir. Bölgemizdeki diğer illeri bilmem ama bizim için o tren de kaçtı. Deniz turizmi için en elverişli olan bizdik oysa. Ünye’yi ayrı tutarım ama Karadeniz’in hiçbir ilinde bu kadar uzun kumsal yoktur. ‘’Öyleyse niye yakınıyorsunuz’’ dediğinizi duyar gibiyim. Sahile kum döşeyip kumsalı yok ettik biz. Geçmiş olsun yani. Kumsal olmayınca güneş ve deniz turizmine yatırım yapmanın bir anlamı kalmadı yani. Embiya Sancak bir süredir kişisel internet sayfasından bu alternatif turizmle ilgili haritaları yayınlayıp duruyor. Ki; Bu konuda bir hükümet programı olduğunu da biliyorum.

Samsun Valiliğinin Turizm Mastır Planında da bu projeye atıfta bulunan Karadeniz’in yaylaları alternatif bir yolla bir birine bağlanacak. Ancak şunu anlamakta zorlanıyorum. Alternatif turizmden söz edenler veya bizdeki turizm derneklerinin bu projenin bir an önce gündeme alınması için bir çabalarını görmüyorum.

Bizim turizmcilerin yöneticilere şirin gözükme amacıyla onların yaptıklarına doğru veya yanlış olduğuna bile bakmaksızın övgü yağdırma çabalarına bir anlam veremiyorum. Turizmcilerden beklediğim böylesi alternatif projelerin geliştirilip bir an önce uygulamaya konulması için gayret göstermeleridir.

/ Ragıp GÖKER
22 Temmuz 2014

Fener Plajının Yerine Ne Veriliyor

Samsun’da kocaman bir otel yapılıyor. İsteyen kimdir, araziyi veren kimdir? Yapan kimdir, işletecek olan kimdir? Paralelin herhangi bir çizgisinin işareti var mıdır bu işte? Vardı da silindi mi? Bu soruların hiçbirisinin cevabını bilmiyorum. Bilmek te istemiyorum. Bir kere şu bilinmelidir; Bu satırların yazarı Samsun’a yapılacak böyle bir yatırıma asla karşı değildir. Karşı olduğum taraf, yer ve yapım şeklidir. Samsun’da yer mi kalmamıştı da oraya yapıldı. Samsun’un silueti değiştirildi bir binayla. Oysa Başbakan Erdoğan, “İstanbul’un silueti değişiyor” diye yapılan yüksek binaların tıraşlanmasını istememiş miydi? Sadece İstanbul mu var şehir olarak bu ülkede?

O otel yakında açılacak. Yargının sağından solundan dolaşıp bu günlere getirildi o bina. Fener plajının da otele verileceği söylentileri ayyuka çıkıp vatandaş tepki koyunca bundan vazgeçildiği söyleniyor şimdi de. Kimse o kocaman binayı ve oteli plajsız bırakamaz orada. O zaman ne olacak? Fener plajının yerine mutlaka bir yeni yer verilecek. Var mı böyle bir yer? Var elbette… Yakında verilir ve hepimiz duyar ve de görürüz.


Ben Zaten Ambargo Koymuşum

Şimdi birileri çıkıp İsrail Ürünlerine ambargo konulmasını istiyor. Bazıları da “Aman ha Türkiye’deki Musevi kardeşlerimizi kırmayalım” demeye getiriyor. Yani ambargo falan uygulamayalım diyor üstü kapalı. Ben zaten koymuşum ambargoyu… İsrail’in ne kolasını ne de kahvesini yıllar var ki kullanmıyorum. O konuda da kendimi istikrarlı olarak görüyorum. Protestoya gelince; Zaten İsrail’e protestoyu hiç kesmeden sürdürüyorum.

Öyle “Van minüt” deyip parmak sallayıp sonra gülücükler dağıtmadan hem de. İsrail için koruma kalkanı yapılırken bu ülkede de sürdürüyordum tepkimi. Eylemle de sürdürdüm o tepkiyi. Sandıkta hem de… Ama yetmedi. Neden? Çünkü seçim sonuçlarını sandığa atılan oylar değil de sandıktan çıktığı söylenen oylar belirliyor bu ülkede… Bizim demokrasimiz Amerika’dan da ileri ya… Sahi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Suriyeliler de oy kullanacaklar mı? Öyle ya onlar da “Başkanlarını” seçmiş olmalı değil mi?


Yılmaz Verdiği Sözü Tutamıyor

Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, İstiklal Caddesi’ndeki AVM çalışmalarına başlarken “Ramazan Bayramı’na yetiştirilecek” diye açıklama yapmıştı. Bunu neden söylemişti? O cadde esnafını rahatlatmak için. Yani “Sizin yapım sırasındaki alışveriş kaybınızı Bayram ile ortadan kaldıracağız” demeye getirmişti. Ne oldu?

Önceki gün geçtim oradan. Bayrama kadar tamamlanıp hizmete açılması mümkün değil. Yani Yılmaz yine verdiği sözü tutamamış oluyor. Verilen sözü tutabilmek için plan proje gerekir. Yılmaz’da bunlar yok ki, vur kazmanı başla mantığı güdüyor. O nedenle de bu şehir hiçbir zaman sıçrama gerçekleştiremiyor. O nedenledir ki bu şehirde insanlar selden boğulup ölüyor, kimde de hesap vermiyor. Körü körüne oy verilen, hesap kitap yapılmayan illerin durumu budur işte…
(…)

/İsmail BAŞARAN
22 Temmuz 2014

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Manolya Ağacının Acı Hikâyesi

Fotoğraf: www.kuzeyhaber.com

Yıllar önceydi Samsun’daki İstiklal Caddesi’nin kenarına dikildiğinde. Çeşitli belediye başkanları geldi geçti dokunmadı kendisine. Çevre esnafı suladı büyüttü fidanken, sonra ağaç oldu kimseye eğilmeden bükülmeden. Çiçekler açtı, o çiçeklerin kokularıyla teşekkür etti kendisini büyütenlere. Gölgesinde ayakkabı boyacılarını barındırdı. Yağmurda oradan geçenlerin ıslanmasını önledi. Dallarındaki yeşil yaprakların altında ne sevgililer buluştu, yollarına devam edebilmek için. Günlerden bir gün bir Belediye Başkanı geldi. Bulunduğu yerin çevresini kazmaya başladılar. Neymiş efendim Cadde AVM yapılacakmış orası.

“Bana dokunmazlar” diye düşündü önce; “Bana dokunmazlar Cadde de olsa bu insanların yeşile ihtiyaçları vardır” dedi kendi kendine. Ancak yeşili sevmediği, daha önceleri tersane diye yapılan bölgeden çam ağaçlarını kocaman makinelerle söktürüp, birçoğunun kurumasına yol açmasından belli olan bu belediye başkanı gönderdi makineleri yanına. Acayip ses çıkaran bu makineler çalıştı, önce bulunduğu bölgeden sonra da köklerinden ayırdılar kendisini. Manolya ağacı direndi gitmemek için. Ancak yatırdılar, yere getirdiler otuz yılı aşkın süredir eğilmeyen başını ve gövdesini… Koydular kamyonun kasasına götürdüler bir bilinmeyene…

Sesleri çıkmadı çevreden bakanların ve de kendisini görmek bile istemeyen Samsun’daki çevrecilerin… Ey Samsun! Günah mı olurdu o ağaç yerinde dursaydı. Çok mu üzülürdü Projenin babası Yusuf beyimiz…

Eski Adliye Binası Ne Olacak?
Samsun’da “Yanan Tekel” diye bilinen yerde Adliye Binası yapıldı. Eskiden iki katlı olan bina üç kat olarak düzenlendi. Herhalde imar izni vardır. Beni burada ilgilendiren taraf binanın üst katının kaçak olup olmadığı değil. Eski Vilayet Binası’nın şimdiki Bölge İdare Binası’nın yanındaki Eski Adliye Binası ne olacak? Samsun’da Baro var, Baro’nun bahçesi falan var… Samsun’da Polis Evi, Samsun’da Öğretmen Evi var. Jandarma Misafirhanesi, Ordu Evi var. Samsun’da Hakim Evi var mı? Yok.

Şimdi o Adliye Binası neden Hakim Evi olmasın değil mi? Olmasın kardeşim. Hakim Evi mi yapılacak? Samsun’da yer mi kalmadı gidip bir başka yere yapılsın. Peki, bu bina ne olsun? Onun için de bir önerim var: İlkadım Belediye Binası olsun. Hem bu bina kullanılır, hem milli servet kurtulur hem de belediye binası yapımı için bir başka yer aranıp milyonlar harcanmaz, o milyonlar vatandaşın hizmetinde bullanılır… Benden söylemesi, gerisi ilgili ve de yetkililere kalmış…

/İsmail BAŞARAN
09 Haziran 2014

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Üçüncü Meşrutiyet Ve Sonrası…

Rahmetli Mahmut Goloğlu hukukçu bir milletvekiliydi. 1960 öncesi  Demokrat Parti’nin Trabzon Milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunuyor ve partisinin de gurup başkan vekilliğini sürdürüyordu. Bir dönemler Trabzon’da mesleğimizi icra ettiğimiz dönemlerde aynı gazetenin yan yana sütunlarında komşuluk yaptığım ve kendisini tanımış olmaktan gurur ve onur duyduğum rahmetli Goloğlu’nun yazdığı bir dolu kitaptan birisi de “3.Meşrutiyet” adını taşımaktadır. Mahmut Goloğlu bu kitabında 1923 ve 1946 yılları arasını yani tek parti dönemini anlatmaktadır.

Tek parti döneminin bu bölümünü değilse bile 1960’a kadar olan bölümünün bir kısmını, çocukluğumda olsa da, yaşayanlardan birisiyim. Benden bir önceki kuşak insanlarının bire bir yaşadıkları benim de kenarından köşesinden yaşayıp hissettiğim bir durum vardı. Tek partili iktidarların bürokratlar ve iş adamları üzerinde hissettirdiği baskısı. Yazılı olmayan ve kanuna kitaba sığmayan baskıydı bu. O dönemlerde insanlar özellikle de çevrelerinde sevilip sayılar iş adamları iktidar partisinin karşısında politika yapmaya çekinirlerdi. Siyasi partilere girmemek için her türlü bahaneyi uydururlar işlerine güçlerine bakarlar politikayı akıllarının ucuna bile getirmezlerdi. Neden? Korku falan değildi bu. Ancak çekinirlerdi işte.

Ya iktidar maliyecileri gönderir hesaplarımı incelettirirse.(Hoş inceleseler de belki bir eksiklik bulamayacaklar ancak, defterlerin incelenmek için alınması bile hoş kaçmazdı o dönemlerde) Ya belediye zabıtaları gelir işyerinde olur olmaz ileri geri konuşur ve eksik ararlarsa.. Ve bunun gibi basit nedenlerden çekinirlerdi işte iktidarın karşısında bir siyasi partide yer almaya ve politika yapmaya. İyilikleri yanında bu ve benzeri iyilik olmayan durumları da vardı tek parti iktidarlarının. 3. Meşrutiyet diye adlandırılan dönemin ardından yıllar geçti. Türkiye çok partili hükümetlerle koalisyonlarla tanıştı, uyguladı.

Azınlık hükümetleri kurdu. Köprülerin altından çok sular aktı sonunda yine tek parti iktidarına sıra geldi. Son günlerde kulaklarıma gelen fısıltılar bana işte o günleri hatırlattı. Neler fısıldanıyor piyasalarda ve genç kuşaklar neden siyasi iktidarın karşısında bir siyasi partide yer almakta çekince görüyorlar? Kolay değil.

Devir ekonomi devri. Özellikle yarınlarını kurabilmek için işe ihtiyaçları olan genç kuşak politikacılar ve politika sevdalılarında “Bana ihale ve iş vermezler mi? Defterlerimi alıp incelerler mi?” korkusu ve çekincesi mi hâkim? Kolay değil Türkiye yine tek parti hükümetiyle yönetiliyor. Adına siz isterseniz dördüncü meşrutiyet deyin ister ileri demokrasi… O sizin bileceğiniz iş…


Sosyal Medyayı İzlemiyor Musunuz?

Samsun’da yerel medyayı bitirme planı mıdır bilemem de garip bir çalışma yapılıyor. Özellikle yerel yönetimlerin başındaki patronların yani başkanların yaptıkları her şey sosyal medya aracılığıyla kamuoyuyla paylaşılıyor. Es kaza bir belediye başkanı bir çocuk mu sevdi ve de bu fotoğraflanıp sosyal medya aracılığıyla kamu oyuyla mı paylaşıldı. Yandı gülüm keten helva… Tüm belediye başkanları artık çocuk seviyor, kucaklıyor öpüyor, bu da fotoğraflanıp sosyal medya aracılığıyla paylaşılıyor halk da yiyor bunu…

Yok beyler halk yemiyor bunu başkanların çevrelerindekiler, başkanlara halkın bunu yediğini anlatmaya çalışıyor. Sadece paylaşılanları gösteriyorlar… Belediye başkanlarına gösterilmediğine adım gibi emin olduğun bir konuya dikkat çekeceğim. Bu da sosyal medyada paylaşıldı ancak başkanlar görmemiştir veya gösterilmemiştir kendilerine. Paylaşılan konu aynen şöyle:

“Sayın; İlkadım ve Samsun Bütün şehir belediyeleri, Başkan ve personeli unutmayınız ki aldığınız maaşı halk olarak bizler veriyoruz, dolayısı ile patron biziz! Oyları aldım, nasıl olsa beş yıl buradayım diyemezsiniz, Çatalarmut Mahallesine bir sülün heykeli koymakla hizmet mi yaptık zannediyorsunuz, kaç kez dilekçe yazdım sürekli mazeret üretiyorsunuz, Çatalarmut mahallesini ya mezbelelikten kurtarın ya da çekin gidin, Belediyeler ağlama duvarı değildir. YEDAŞ mı, YEPAŞ mı aynı sözüm sizin içinde geçerlidir. Kamuoyuna saygılarımla arz ederim…”

Olur ya sosyal medyada okumamışsanız burada okuyunuz bari… Belki vatandaşların sorunlarını çözersiniz…
(…)

/İsmail BAŞARAN
19 Temmuz 2014

Demircan’dan Etkili Köy-Kent analizi

Bir önceki yazımızda anlatmaya çalıştığımız Emekli Öğretmen Hüseyin Hüsnü Tekışık ile ilgili farkındalık sevindirici. Farkındalık ise örnek alındığında anlamlı. Ve çok az kişi memur maaşı ile yazılabilir gönüllere. Asıl olan asil olanla bütünleştiğinde şiirsel bir nefes alışveriş oluverir hayat, böylelikle geçersin tarihe. Bir kez daha teşekkürler Hüseyin Hüsnü Tekışık Hocam…
...

“Sivil toplum geliştirme merkezi kurucu üyesi süper insan. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi Bölümü’nü bitirdikten sonra hep sivil girişimler içinde çalışmış, şimdi de Türkiye’nin her köşesini gezip eğitim ve destek veriyor” Sevgili Sunay Demircan’ın Ekşi Sözlükteki tanıtımı tam olarak bu. Bafra’nın hazinesi Kızılırmak Deltası ve Kuş Cenneti ile ilgili verdiği uğraş ve mesai takdirlikti.  “Senin başka işin yok mu be adam” cıların çok olduğu dönemlerde… Sunay Beyin üretken yaşam anlayışında büyük keyifle takip edilecek makalelerini de ciddi takipçileri var. İşte bir örnek. (Kendisine saygı ile )

“Dün çok düşündüm, "köylülük-kentlilik nedir?" diye. Bir sürü gösterge geliştirdim, kentliliğe ve köylülüğe dair. Sonunda anladım ki, biz 'kentli' diye aslında 'batılı' olanı tanımlıyoruz. Yoksa adına 'kent' dediğimiz, mekânsal kompozisyon içinde dolaşan kişiyi 'kentli' sayamıyoruz (üzgünüm). "Tarihin ilk kentlerini Anadolu halkı kurdu, naabeeer" diye gürültü yapmanın anlamı da yok bu minvalde.

Temel gösterge bence, toplumsal sözleşmelerin yazılı veya sözlü oluşlarıyla belirginleşiyor. Kentli zihin, yazılı sözleşme oluşturuyor ve buna uymayı taahhüt ediyor ve buna uyuyor. Köylü zihin, geçmişten taşınmış olan sözlü sözleşmelere uyuyor, onları bazen güncelliyor, imgelerle zenginleştiriyor... Köylü, kesinlikle yazıyı sevmiyor. Sözleşme, protokol... yok! Yazılı kurallarla sabitlenmiş işbirlikleri, ortaklıklar da yok. Yazılı belge tutma, arşiv oluşturma zaten yok.
...

Köylü zihin yazıyı, doğada serbest dolaşan düşüncenin sabitlenmesi, katılaşması olarak görüyor. Bu sınırlama, katılaşma hali onun dengesini sarsıyor. "söz uçar, yazı kalır" Köylü, ağzından çıkan söz uçsun istiyor, kentli ise kalsın derdinde. Biraz düşünürsek, günlük yaşamımızda bu göstergelerin bizi ne kadar keskin hatlarla 'taraf' yaptığını görebiliriz. Örneğin, trafik ve biz?

Ortada bir sürü yazı var ama kime ne? Korna çalmak bence en tipik sözlü trafik iletişim göstergesi
"yürü dedim, yürrrüüüüü..."
...

Peki, hâlihazırda muhterem Anadolu halkı ne durumda? Bu kritere göre manzaraya bakıldığında, Anadolu halkının sınıfsal yapısı üçe ayrılır: 1. Köylüler; 2. Kır dışını kent sanan, mekan değiştirdiğinde de kentli olduğuna inanan köylüler; 3. Kentli olduğuna iyiden iyiye inanan köylüler.
Sözün özü: Anadolu'da kentlilik bir inanç işidir.

Şimdi "alçaklık etme, ben yedi kuşak kentliyim" diye, bazı arkadaşlarım itiraz edecekler bu genellemelere. Doğru, bir onlar kentli zaten, ben de onu demek istiyordum, belki anlatamadım.
Anadolu halkı, adına "kent" demeyi marifet bildiği, kowboy dekoru benzeri süslemelerden müteşekkil cadde ve binalar bütününde nefes alarak kentli olduğu illizyonuna kapılıyor. Yalan tabii...” Müthiş değil mi ?

/Birol BİRCAN
19.07.2014

18 Temmuz 2014 Cuma

Okan Baş'ın İddiaları Önemli..

Bu aslında Samsun'un değil, dünyanın sorunu.. Ama sanırım Türkiye kadar istismar edilen bir ülke daha yoktur.. Türkiye içinde de Samsun'un hatırı sayılır bir rolü var elbette.. Hele söz konusu basın sektörü olunca Samsun, oldukça önde gider emsal illerden.. Ama Samsun'da bir farklılık daha vardır.

Bu mesleğin muhabirliğini bile başaramayan adam bir bakmışsın medya patronu olmuş.. Bu geçmişte aylık gazete çıkaranlarla sürdü, sanırım şimdi de internet siteleriyle devam ediyor.. İşini adam gibi yapana sözümüz yok elbette.. Ama Okan Baş'ın yazdıklarını bugün manşete taşımamım nedeni yazdığı önemli bir cümledir.. Sitede flaş flaş flaş.. diye çıkan bir haber bir gün sonra bakıyorsun ki; uçmuş gitmiş.. Eee ne oldu..

Haber yayımlandığına göre bir suç unsuru varsa, o suç işlendi.. O haberde bir mağdur varsa, o kişi de basın yoluyla ilan edildi.. Bir kişi suçlanıyor ise, o iddiada basında yer almış oldu, internette kayıtlara girdi.. Peki ne oldu da haber buhar oldu da uçtu.. İşte aslında olay o noktada ortaya çıkıyor.. Çünkü böyle bir haberin uçması için birilerinin 'onu uçur kaldır demesi lazım'.. Kaldırılınca 'iki tarafta anlaşırsa' sorun kalmıyor.. Ne yayımcı kaldı, ne de şikayetçi..

Aslında böyle bir yayın yayınlandığında, adı geçe ya da resmi konulan kişi Savcılığa suç duyurusunda bulunsa, 'yazı orada kalacak kalkamayacak', ancak mahkeme kararı ile kaldırılacak da, mesele başka.. İşte Okan Baş arkadaşım bu konuya parmak basmış.. Anlaşılıyor ki, bir gurup bu işi gerçekten yapan internet sitesi sahibi ve çalışanları 'faturayı kes, haberi geri çek' olayından muzdarip olmuşlar, rahatsız etmiş onları..

Ve anladığım kadarıyla da Okan Baş'ın bazı cümlelerinde biz diye bahsetmesinden de anlıyorum ki; "Bu işi adam gibi yapan bir kaç kişi ile birlikte hareket ediyor".. Samsun'da internet sitesinin sayısı 40'ı aşmış durumda.. 100 liraya bile kurabiliyorsun.. Bu kadar basit..

Kesilen faturaların zaten çoğu vergi olarak ta devlete dönmüyor.. Okan'ın kendisiyle konuştum, "Bir çoğu ne kdv öder ne vergi. Patlayınca yeni şirket kurar' diyor.. Yani olay vahim.. Ve ne yazık ki, bazı kamu kurum ve kuruluşlarının amirleri, hatta belediye başkanlarının bu tehdit ve şantajlara boyun eğdiğini de söylüyor Okan...

Şimdi bu işi adam gibi yapan internet siteleri yok mu.?. Var elbette.. Hepsinin Okan Baş gibi sahip çıkması gerekir mesleğe.. Yoksa zaten sonuç belli.. 'Bir gün birisi suç duyurusunda bulunur', şantajın, tehdidin cezası bellidir.. Ama dikkat edelim, kurunun yayında yaş da yanmasın... O nedenle 'içimizdeki çürükleri temizlemek hepimize düşer'.. Zaten internet gazeteciliği yasası da kapıda…. Ağır cezalar, yaptırımlar geliyor.. Ancak şu an için Gazeteci Okan Baş'ın yaptığı bu suç duyurusu... Hayırlı bir iştir..

/A.Yener CABBAR
18 Temmuz 2014

Samsun'un Çiftlik'le İmtihanı...

Biraz abartılı bir başlık oldu gibi gelebilir size ama değil. Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin şehrimizin simgesi haline gelen İstiklal, şehir dışında bile bilinen adıyla Çiftlik Caddesi'nde başlattığı AVM Projesi, sadece benim değil caddenin onlarca yıllık esnafının da görüşüyle fiyasko ile sonuçlanacak.

Bir kere daha baştan, Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın, o caddenin eski canlılığına ve işlevselliğine kavuşturulacağı sözü iflas etmiş durumda. Niye derseniz,  daha şimdiden caddeye araç girmeyişi fırınların dahi müşteri potansiyelini yarı yarıyadan da aşağılara çekmiş. Her ne kadar "alışveriş  çalışmalar dolayısıyla durdu, bitiminden sonra açılacak" denilse de caddeye yakın bir yerlerde, örneğin Kız Meslek Lisesi istikametindeki kavşakta yeni yapılan binada bile otopark yapılmayışını tepkiyle karşılayan esnaf aynı görüşte değil. Ortak kanı dükkanların tek tek kapanacağı yönünde.

AVM projesine belki kendilerinin bile bilmediği nedenlerle büyük umutlar bağlayan dükkan sahipleri kira fiyatlarını yükseltirken esnafın alışveriş yapmadan günü bitirmesi, ne yazık ki o, caddenin canlandırılması ve işlevselliğine kazandırılması amacıyla hiç mi hiç örtüşmüyor. Üstelik caddenin canlılığının, işlevselliğinin ne zaman ve neden bittiğini de kimse anlamış değil. Sanırız bütün engel yerlerinden sökülürken semt sakinlerinin gözyaşı döktüğü ağaçlardı ki; caddenin şimdilik tek yeniliği o devasa ağaçların yerine dikilen balkon çiçekleriyle ne zaman büyüyüp de gölge vereceği meçhul ağaççıklar...

Tabi yazın güneşi yansıtıp caddeyi cehenneme çeviren kaldırım taşlarını, hangi aklı evvelin uygun gördüğü bilinmez, daha şimdiden bazı vatandaşların düşmesine neden olan, kışın yağmurunda, ayazında hele bir de yağarsa karında nasıl kazalara sebep olacağı kestirilemeyen kaygan taşları... Ve tabi o ortaya konulan banklarda tek bir mısır koçanı ve bir paket sigarayla saatlerece oturan işsiz vatandaşları saymazsak... Belli ki caddede sadece kafeterya, dönerci, köfteci dükkanları kalacak, diğer esnaf ise bakacak artık başının çaresine...

Sahi şu taş işine aklı eren var mı aranızda? Hangi akıldır gerçekten de o parlak, kaygan taşları o caddeye döşeyen? Üstelik bir de Bulvar AVM'nin sonundaki alt geçidin kışın ıslak zeminde düşmelere engel olmak için gazetelerle kaplanan taşları varken... İroni sınırlarını biraz zorlasanız cevap rahatlıkla ortopedi uzmanları olabilir ama konu mizahı yapılamayacak kadar ciddi...

Canım ağaçlar söküldü, caddeye vatandaşın ayağını kaydıracak taşlar döşendi, esnafın yüzü gülmedi güleceğinden umut kesildi, bir de binalara getirilen mantolama mecburiyetinin masrafını kara kara düşünen cadde sakinleri eklendi mi, Çiftlik Caddesi gerçekten Samsun halkı için bir imtihan. Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz'ın imtihanı asıl diyeceğim ama hepimizin bildiği gibi o, imtihanını geçtiğimiz mart ayında verdi ve bu yetkiyi aldı. O yüzden bu imtihan Samsun halkının imtihanı. Artık kaçıncı imtihan ise...

/İlknur YAMAK
18.07.2014

Bafra Ve Ladikte Ramazan Kültürü

Türk kültürünü diğerlerinden ayıran yegane özelliklerinden biri; bünyesine dahil ettiği unsura, unsurun genetiğine dokunmadan özünü zedelemeden onu kendince süsleyerek, bezeyerek koruyup kollamasıdır.

Şüphesiz Ramazan-ı Şerif birçok yerde birçok farklı geleneklerle kutlanıyor en az bizim kadar  ihtimam gösteriliyordur ancak Ramazan galiba en çok bizde daha güzel gibi. En çok bizde süslenmiş püslenmiş binbir hevesle bezenmiş bebek gibi durmuyor mu?

Baksanıza Bafra ya, Ladik e. Ne de güzel bir gelenek yaşatılıp gidiyor maaşallah. Ramazan ayının on beşi oldu mu Ladik te çocuklar başlar ev ev dolaşmaya. Adına Baklava Çalma derler.  Her Ramazan ayının onbeşinden sonra Ladikli çocuklar ev ev dolaşarak baklava çalarlar. Elbetteki buradaki çalmak; çoluk çocuk patırtı gürültü şenlik içinde istemek anlamındadır.  Topluca gelir dururlar bir evin önünde, başlarlar maniye:  
        
Baklava, baklava
Tereciden saklama
Hey kayısı kayısı
Dibine düşmüş iyisi

Yağ olmazsa bal olsun
Kadir geceler sağ olsun
Hanım abla sağ olsu
Koşa koşa, koş derelerde
Büyüsün, büyüsün.

Yeni Cami minaresi
Seksen yerden penceresi
Hanım abla uykuya dalmış
Yandı pilav tenceresi.

Yeni Cami direk ister
Söylemeye yürek ister
Benim karnım toktur ama
Arkadaşım börek ister.

Tak tuk, tak tuk.
Kapıdan bacadan baktık

Ya Bafra Selesepet Şenlikleri. Bafralı çocuklar, Ramazan ayının on beşinci gecesini iple çekerler, her yıl Ramazan ayının 14 ünü 15 ine bağlayan gece şenlikler yapılır. Herkes çocuğuna halk arasında sele-sepet denilen fenerler alır. Daha sonra gelecek küçük misafirler için şeker, bozuk paralar veya meyve bulundurulur evlerde. Sele-sepet gecesi şenliklerle başlar. iftarın peşinden çocuklar gruplar halinde toplanır küçükten büyüğe doğru sıraya geçerler. En önde en küçük çocuklar olur ki yaşları 2 ile 3 arasındadır. O akşam Bafra  bu küçük ellerdeki fenerlerle aydınlanır, bir de peşine mani sıralanır.

Mahallede şenlik var,
Bize geldi etraf dar,
Sele-sepetleri alın,
Çıkın yola ey çocuklar.

Bu maniyle başlarlar ve  henüz sokağa çıkmamış şenliğe katılmamaış çocuklara son çağrıyı yaparlar:
Haydi hep gezelim,
Şekerleri süzelim,
Bu gece sele-sepet,
Eğlenelim, gülelim.

Derken başlarlar evleri gezmeye ve  ilk kapı açıldığında şu manileri söylerler:                                                                                                             

Sele-sepet top kandil,
Aç kapıyı ben geldim,
Ay da yıl da bir kere,
Kapınıza ben geldim.

On bir ayın sultanı,
Geçiyor Ramazan ayı,
Açın kapınızı bize,
Amca, hala, teyze, da

Kapı açılır ve evin hanımı ile beyi birlikte çocuklara sırayla ikramda bulunur. Bazı evlerde kapılar açılmayıncada bir başka maniyle karşılık veriri çocuklar:
           
Açın kapınızı bize,
Uğur gelir evinize,
Eğer bahşiş verirseniz,
Bolluk getiririz size...

Ev ziyaretleri mani ile devam eder:

Ey evin sakinleri,
Verin bize telkinleri,
Sele-sepet geçiyor,
İkram edin şekerleri.


Alınan şeker, para vb. hediyeler ellerdeki sele-sepetin içine konulur. Teravih yaklaşıncada son olarak şu mani ile sele-sepet şenlikleri sona erer. Babaları çocukların ellerinden tutarak, hep birlikte teravihe giderler:
        
Büyükleri sayalım,
Küçükleri sevelim,
Ramazan ayı geçiyor,
Kıymetini bilelim.
        
Dualarınızın karşılık bulduğu, özene bezene süslediğiniz daha nice güzel Ramazanlara, nice güzel günlere  uyanın efendim.  Sağlıcakla kalın.

/Uğur DEDE
18.07.2014

15 Temmuz 2014 Salı

Sahilimiz Ölmüş

Ustam İsmail Başaran, Pazar günü bu satırlarda sorduğum, ‘’Samsun Sahili Kurtulur mu’’ şeklinde soruma dün ‘’Oltaya Vuranlarda’’ cevap vermiş. ‘’Kurtulamaz’’ diyor Ustam. Nedenini de Samsun halkının başta sahili olmak üzere kendi değerlerine sahip çıkmamasına bağlıyor. İsmail Başaran, Samsun halkının ‘‘Ben yaptım oldu’’ anlayışına prim tanıdığını söylediği için başımıza bunların geldiğini söylüyor.  ‘’Geçmiş olsun’’ diyor yani.

Sadi Subaşı da elektronik posta adresime benzer görüşleri içeren bir mektup göndermiş. Sahili kurtarma bahanesiyle Samsun kumsalının talan edildiğini iddia ediyor Sadi Subaşı da. Sadi Subaşı, Samsun sahilindeki tahribatın Derekey ‘e balıkçı barınağının yapılmasıyla başladığını iddia ediyor. Balıkçı barınağının yapılma amacının da siyasi rant amacı taşıdığını da iddia ediyor Sadi Bey. Karadeniz’de akıntının batıdan doğuya doğru olduğunu, bu nedenle yanlış kurgulanan mendirek nedeniyle dalgaların seyrinin değiştiğini belirten Subaşı, mendirekte kırılan akıntının sahili oyduğu görüşünü savunuyor. Samsun’daki genel kanı da bu zaten.

Ancak, Samsun Büyükşehir Belediyesinin, sahili kurtarma amacıyla ki bu görüş sadece belediye tarafından ileri sürülüyor. Kumsala taş dökerek sahili yok ettiğini söyleyenlerin sayısı bir hayli fazla.
Samsun Büyükşehir Belediyesinin DSİ’ye gönderdiği ‘’Sahili kurtarmak için oraya yol yapıyoruz’’ şeklindeki yazıdaki çelişkileri Cumartesi günü bu satırlarda dile getirmiştik. Hedef Halk’ın Haber Müdürü Mustafa Aran, o yazışmaları geniş bir haberle gazetenin manşetine taşımış.

Yener Cabbar da Pazar ve Pazartesi günleri bu konuda yazıyor. Samsun Büyükşehir Belediyesi bu yanlışı niye yaptı bilemiyorum. ‘’Bilgisizlik’’ desem olmaz. Zira onlarca uzman çalışıyor bu kurumda.
Kötü niyet de aramak istemem ama böyle bir yanlış niye yapılır. Ve yanlışta neden ısrar edilir. Aklım havsalam almıyor. Bir yanlış yapıldığı muhakkak ama!

Zira sürecin başında bölgeye asılan tabelalarda ‘’Sahil Yolu Düzenleme Çalışması’’ yazıyorken, yetkililer önce o tabelada ‘’Yolu’’ ibaresinin üzerini mavi boya ile kapatmışlar ve daha sonra da tabelaları tümden değiştirmişler. Şimdi oralara üzerinde ‘’Sahil Düzenleme Çalışması’’ yazılı tabelalar konmuş. Sahile yol yapmanın ‘Kıyı Kanununa Muhalefet’ etmek olduğunu geç de olsa anlamışlar. Bütün bunları tekrar tekrar yazmanın bir anlamı var mı?

Netice itibariyle Samsun’un güzelim sahili ve kısmalı yok edildi. Belediyeden ‘’Biz yanlış yaptık, özür dileriz’’ şeklinde bir açıklamayı da kimseye bir faydası olmayacağı için beklemem. Son söz: ‘’Sahil öldü, Yaşasın Samsun Büyükşehir Belediyesi ve onun başkanı’’

/ Ragıp GÖKER
15 Temmuz 2014

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Samsun Sahili Kurtulmaz

Ragıp Göker Halk Gazetesi’ndeki yazısında sormuş: Samsun Sahili kurtulur mu? Eminim ki o da biliyordur bu sorunun cevabını. Ancak ben buradan yine de kendisine yardımcı olayım ve sorunun cevabını vereyim. Kurtulmaz arkadaşım, o sahil kurtulmaz… Çünkü Samsun’da tam da genel ve yerel iktidarın istediği insanlar yaşıyor çoğunlukla. Tepki göstermeyen insanlar bunlar.

Gücü elinde bulunduranların yaptıklarının hepsine körü körüne destek olan insanlar… Dile getirdik buradan bu yol kuş cennetine kadar gidecek dedik, aldırış eden olmadı… Aslında bir kaç kişi var eleştiren hepsi o kadar, onların da haklarını yememek gerekir. Konuyla ilgili yasaya gidilse, yasa aleyhte de karar verse yapım sürer. Diğer bazı konularda olduğu gibi… Siyasetin yapılmasına göz yumduğu, yargının yıkılmasına karar verip onadığı yerler yok mu Samsun’da? Var. Saathane için karar alınmadı mı? Alındı ancak ipleyen var mı? Yok. Çünkü Samsun’da yargı kararlarına uyan yöneticiler iş başında değil…. Hani Başbakan’ın “Yusuf Samsun’u güzelleştirmişsin” dediği iddia olunan Büyükşehir Belediye Başkanı var ya onlardan birisi de o… Kimse çıkıp da “Yargı kararlarına uymadığı” gerekçesiyle hakkında suç duyurusunda bulunmuyor. Ragıp Göker de soruyor: Samsun sahili kurtulur mu? Kurtulmaz…


Gazete Okumayan Bir Toplum Var

Samsun’da gazete okumayan bir toplum var. Ne yerel gazete ne de yaygın gazeteler yok denecek kadar az okunuyor. Yaygın gazeteler, bir dönemler çalıştığım Milliyet günde bir milyon satardı. Yanlış okumadınız, tam bir milyon… Hürriyeti, Tercüman’ı… Sabah’ı ve diğerleri… Yani yaygın basının tirajı milyonlarla ölçülürdü. Şimdi toplasan tümünün bir milyon alıcıları yok. (Elden dağıtılanlar ayrı tutulmuştur) Yaygın basın böyle de yerel basın başka türlü mü? Hayır elbette. Samsun’un nüfusu bir milyon 250 bin dolayında. Yüzde onluk dilimi gazete okusa 125 bin adet eder. Yüzde beşlik bölümü okusa 60 binin üzerinde tiraj yapması gerekir yerel gazetelerin. Var mı o kadar?
Samsun basınının amiral gemileri Hedef Halk ve Haber Gazetelerinin Genel Yayın Müdürleri Yener Cabbar ile Necdet Uzun’a sorun bakalım ne cevap alacaksınız.

Ben çok iyimser bir rakam söyleyeyim Samsun’daki yerel gazetelerin tümünün satışları (parasız dağıtılan bazı gazeteler hariç) yirmi bin dolayında ya vardır ya da yoktur. Sonuç ortada işte…  Samsun’da Samsunlu gazetesini okumaz ise çevresinde olup bitenden bihaber durumda kalır. Sonra da yöneticilerin yargıya uyup uymadıklarını bilemez. Samsun’da Samsun adına yapılmaması gereken işlerin takipçisi olamaz. İşte o zaman bu toplumun ne çevresi, kendisiyle ailesinin ve çocuklarının geleceğiyle ilgili konuşmaya ve fikir yürütmeye hakkı olmaz sanırım.

Sonrasında da Ragıp Göker arkadaşım sorar: Samsun Sahili kurtulacak mı? Kurtulmaz, kurtulamaz… Çünkü kurtulmasını isteyen bir avuç insan var, duyarlı insan… Sayılarını artırmak için biz de ne yapıyoruz ki???


İftar Vermek Sosyal Bir Hareket Mi?

Sadece Samsun’da değil, neredeyse tüm Türkiye’de yerel yönetimlerin yaptıkları en önemli işlerden birisi durumuna geldi iftar vermek. Kimisi çadırlarda kimisi mahallelerde kimini meydanlarda yapıyor bunu. Parasını nereden aldıkları beni ilgilendirmiyor. Ancak sanıyorum ki büyük bir bütçe tutuyor. Ramazan ayı boyunca tüm belediyelerin verdikleri iftar yemeklerini hesaplarsanız belki yirmi belki kırk milyon kişiyi bulabilir. O zaman soru şu: Kalkındı diye övündüğümüz ekonomimiz bu kadar iyiyse bu insanlar neden bir iftara muhtaç durumundalar? Sosyal hareket deniliyorsa yanlış…

Bu kadar kaynakla aklınıza gelebilecek bir dolu hizmet yapılabilir bu ülkede… O zaman neden insanları yediriyoruz. Birileri belediyelere mal ve hizmet mi satıyor? Kim bu birileri???

(…)

/İsmail BAŞARAN
14 Temmuz 2014