25 Haziran 2015 Perşembe

Samsun: Kent Markası

Günümüzde rekabet sadece mal ve hizmetler arasında değil kentler arasında da olmaktadır. Pazarlama açısından incelendiğinde destinasyon pazarlaması ya da yer pazarlaması olarak da adlandırılan kent markasının özünde; yaşadığınız kentin diğer kentlerden farklılaşmasını sağlayarak yerel ve uluslararası bağlamda marka haline getirebilmek gerekmektedir. Bu çerçevede Türkiye’deki tüm iller bazı özelliklerini ön plana çıkarmaya çalışmakta ve bu uğurda da markalaşma çabası sarf etmektedir.
   
Pazarlama dersinde marka konusundan bahsederken ülke markasını anlatırken; hemen bazı araba markalarını ve hangi ülkeye ait olduğunu sorarım. Örneğin Mercedes hangi ülkeye aittir gibi. Bunun kent markası ile ne alakası var diye sorabilirsiniz. Hemen açıklayayım. Bu tür markalar, herkes tarafından bilindiği için makro ölçekte ülke bilinirliğinin artması neticesini verir. Ortalama bir otomobilin 35.000-40.000 civarında parçadan oluştuğunu ve otomobil ve inşaat sektörlerinin bir ülkedeki lokomotif sektörler olduğunu ve söz konusu otomobil ve inşaat sektörlerinin de ciddi manada yan sanayilerinin bulunduğunu düşündüğümüzde; durumun önemi çok daha net bir şekilde anlaşılacaktır.
   
İller bazında durum değerlendirildiğinde ise ülkemizde farklı farklı sonuçlar ile karşılaşmaktayız. Örneğin Amasya dediğimizde elma, Aydın dediğimizde ise incirin akla gelmesi gibi. Bir şeyin marka değerinin olabilmesi için onun mutlaka bazı çağrışımları mutlaka olması lazım.  Markaların mutlaka bir logo ve müzik ile desteklenmesinin temelinde de bu yatmaktadır. İnsanın sahip olduğu duyular içerisinde yer alan işitme ve görme duyusuna beraber hitap eden reklamlar, mesajlar tüketicinin aklında çok çabuk yer etmekte ve bilinçaltına işlenmektedir. Bu yüzden mesajlar sürekli olarak tekrar ettirilir ve bu sayede tüketicinin marka ile karşılaştığı anda mesaj hemen bilinçüstüne çıkar ve satın alma gerçekleşir.

Bunu kent markası özelinde ve Samsun ölçeğinde uyguladığımızda ise bizim logo ve kenti anlatan, çarpıcı reklamlarımızın sürekli olarak ulusal medyada ve gerekli diğer tüm platformlarda yer alması gerekiyor.

Kent olarak bir değere vurgu yapmalı ve bu vurguyu da sürekli tekrar etmeliyiz. Tekrar edilmeyen mesajlar, kısa sürede unutulur ve gider. Yaptığınız etkinlik ya da çaba boşa gider. Dolayısı ile Samsun ve öne çıkan değerini sürekli olarak vurgulamalıyız. Tıpkı yeni ürün piyasaya çıktığında yapılması gereken şeyin reklam ve tutundurma mecralarına ağırlık verilmesinde olduğu gibi. Bu strateji ile yeni ürünün reklamı sürekli tekrar edildiği için tüketicinin beynine kazınır. Bu kazıma işlemi, belirli bir süre sürekli olarak tekrar edildiğinde; marka ve ürün hedef kitlenin beynine kazınmış olunur. Logosunu gördüğünde veya sloganını duyduğunda veya müziğini duyduğunda hemen algıda seçicilik meydana gelir ve ürünün satın alınması gerçekleşir.

İşte kent markası bağlamında da bizim yapmamız gerekenlerden bir tanesi de marka bilinirliğimizin artırılmasıdır. Bunu yaptığımız zaman, turlar kentimizde konaklar ve yerli ve yabancı turistlerin şehrimizden ürün satın alması sağlanır.

Kent markası bağlamında yapılması gereken elbette çok şey var. Ama önce ürünün ne kadar kaliteli olduğunun tüketici tarafından bilinmesi gerektiğini bilmekte fayda var. Pazarlamadaki en önemli kurallardan bir tanesi bir ürün ne kadar bilinir ise o kadar çok satın alınır.

/Yetkin BULUT
25 Haziran 2015

24 Haziran 2015 Çarşamba

İhanet Belgesi -2

Bazı kelimeleri kullanırken düşünürüm. İhanet sözü beni çok rahatsız etti. Terme’ye konumlandırılacak 2. Termik Santral için Termik Santraller ve Su Kirliliği üzerine bilimsel verileri sunmaya devam edelim. Termik Santraller Sularda önlenmesi Ağır metal zehirlenmelerine yol açmaktadır:

Kadmiyum: Uzun süreli kadmiyuma maruz kalma böbrek fonksiyonlarını bozmaktadır. 1940 yıllarda kadmiyumla kirlenme sonucu itaiitai hastalığı tanımlanmıştır. Kömür ve petrolün yanması havadaki ve sudaki kadmiyumun çoğundan sorumludur. Uzun süreli kadmiyum maruziyeti Amfizem hastalığına yol açar.

Arsenik: Arsenik doğada çok yaygın bulunur Bazı yeraltı sularında orantısız yüksek kaonvanstresyonda bulunur. Su için önemli bir tehlikedir. İçme suyundaki arseniğin 20–75 milyon Bangeldeşlinin yani ülke nüfusunun yarısından çoğunun sağlığını tehdit edebilecek hale gelmiştir. Arseniğe süreğen maruz kalınması özellikle primer olarak avuç içi ve ayak tabanlarında deri lezyonlarına yol açar. Kronik kalanlarda 5 ile 25 yıl sonra deri kanseri meydana gelir. Kronik Arsenik zehirlenmesinin etkisi 15 yıl gibi uzun sürede ortaya çıktığı için bu durumun anlaşılması uzun sürecektir. İçme suyunda süreğen etkileşim aşırı terleme, solukta sarımsak kokusuna, kas ağrılarına ve bitkinliğe, deri renk değişikliklerine, el ve ayaklarda uyuşma, çevresel damar hastalığı ve ayaklarda kangrene yol açar.

Kurşun: Termik santrallerde atıkların ve özellikle kömürün yanması sonucu oluşan kurşun özellikle çocuklarda önemli bir zehirlenme nedenidir. Sanayi devriminden önce vücut kurşun yükü yaklaşık 2mg iken, endüstrileşmiş toplumlarda 200 mg’dır. Kurşun beyni sinir sistemi, alyuvarlar ve böbrekler, bilinç kaybı ve komaya yol açar. Termik santrallerden kaynaklanan kül ve cüruf içerisinde bulunur. Küllerin yüzeyinde tutulurlar. Yeraltı su kirlenmesi açısından Tuna ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada toprak örneklerinin özellikle santraller mevkisinde yüksek kurşun içerdiği belirlenmiştir. Kurşun zehirlenmesi özellikle santral sinir sistemi için önemlidir. Santral sinir sistemi bulguları başlangıçta belirsizdir. Bu bulgular arasında huzursuzluk, koordinasyonsuzluk, hafıza kayıpları, uyku bozuklukları, keyifsizlik, baş ağrısı, uyuşukluk, baş dönmesi yer alır. Kurşun zehirlenmesi özellikle çocuklarımızı için risk faktörüdür. Küçük çocuklar birçok nedenlerle kurşun tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bunun birincil temel nedeni el-ağız ilişkisidir.

Cıva:  Cıva en çok sanayii işlemleri, atık boşaltımı ve kömür yakılması ile havaya karışmaktadır. Atmosferde dolaştıktan sonra özellikle okyanuslarda ve suyollarında yerleşiyor. Buralarda bulunan bakteriler cıvayı emiyor ve metil cıva adlı çok zehirli organik maddelere dönüştürmektedir. Tekkeköy ve Çarşamba ovalarında konumlandırmak istenen kömür santral ile çalışan termik santrallerin cıva açısından su kirliliği ve büyük balıkların zehiri almış olan küçük balıkları yemesiyle metil cıva zehirlenmesine yol açacağını düşünmekteyiz. Dünya genelinde hükümetler, aşırı cıvaya maruz kalmamak için bazı balık türlerinin tüketiminin azaltılması konusunda halklarını giderek daha fazla uyarıyor. İnsan sağlığı çok küçük miktarda cıva ile birlikte tehlikeye girmektedir. Cıva kirliliği balıkçılık için geçinen insanlar içinde büyük sorunlar yaratacaktır. Cıva klasik bir küresel kirleticidir. Bir ülkedeki bir kaynaktan salındığında, dünyaya hemen yayılabilir ve asıl kaynağının çok uzağına ulaşıp besin kaynaklarına girebilir.

Yeraltı Suları, çocuklarımıza aktaracağımız bir hazinedir:

Suyu genellikle akan ve buharlaşan bir şey olarak düşünürüz. Ama kullandığımız tatlı suyun büyük bir bölümü göremediğimiz kaynaklardan, yerin altındaki su havzalarından yani aküferlerden gelir. Aküferler, kum ve çakıl gibi kolayca su geçiren maddelerden veya yeraltındaki kayalar arasındaki boşluklardan meydana gelen jeolojik oluşumlardır. Dünyanın sıvı halde bulunan tatlı su kaynaklarının %97’si aküferlerde depolanmıştır. Aküferler çevre kirliliğine yol açan maddelerden korunduğuna ilişkin yaygın kanının tersine bilim adamları aküferlerin çevresel etkiler nedeniyle kirlendiğini buldular. Yeraltı sularının aküferde ortalama kalış süresi yaklaşık 1400 yıl, suyun bir nehirde ortalama kalış süresi ise 16 gündür. Nehirlerin aksine aküferlerde çevre kirliliği sürecini geriye döndürmek genellikle imkânsızdır. Nehirler ve göllerin kuruması ile birlikte insanlarda su ihtiyaçlarını yeraltı sularından sağlamaya mecbur kalmışlardır. Avrupa da yeraltı sularının içme suyundaki oranı %75,Asya-Pasifikte %32’dir.Örneğin Bangladeş nüfusunun %95’i içme suyunu aküferlerden temin etmektedir. Ayrıca, yeraltı sularından sağlanan şişelenmiş kaynak suyu satışı artmıştır.

Gerisi biraz Vicdan…

/Cem ŞAHAN
24.06.2015

23 Haziran 2015 Salı

İhanet Belgesi -1

Dün gazetenin manşeti bu şekildeydi. Terme’ye konumlandırılacak 2. Termik santral için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, DSİ, Çevre ve Tarım Müdürlüğü gibi kurumların olumlu sonuç bildirmesi üzerine yeniden ÇED Raporunun gündeme gelmesi üzerine gazetenin açtığı başlık buydu. Sağlık alanına dair kamusal erk nasıl bir bildirim yaptı. Bilmiyorum. Bir daha yazalım.

Türkiye’de 19 Kömürlü Santralin yıllık sağlık maliyetini tekrar hatırlatalım:  2.876 erken ölüm, Yetişkinlerde 3.823 yeni kronik bronşit vakası, 4.311 hastane yatışı, Yıllık 637.643 iş günü kaybı yaşanmaktadır. Terme bölgesi için hava kirliliği çok vurgulandı. Ben bugün Su Kirliliği ve Termik santraller konusunu aktaracağım. Kimse bunlar sağlıklı demesin diye… Kömür yakıtlı termik santrallerden kaynaklanan atıklar birçok toksit element içerir. Bu elementlerin su kaynaklarına sızması, atıkların bertaraf edilmesi ile ilgili çevresel etkileri açısından büyük önem taşımaktadır.

Fosil yakıtların (6 nolu fuel-oil, kömür vb.)yanmasıyla birlikte, içeriğinde bulunan kirliliğe sebep olma potansiyeline sahip arsenik(As), Kadmiyum(Cd),kurşun(Pb),antimuan(Sb),Selenyum, Kalay(Sn) ve Çinko (Zn) gibi toksit iz elemenler cüruf, kül ve gaz şeklinde ortaya çıkan atıklara geçer. Atıkların çevreye boşaltılması ile içerdikleri zehirli iz elementler, atmosfer, yeryüzü ve okyanuslara kadar taşınabilir. Bu elementler atıkların yağmur suları ile yıkanması ve olası yeraltı taşımı sonucu, toprak örtüsü, yüzey suları ve yeraltı sularına karışmaktadır.

Termik santrallerin önemli çevresel etkilerinden bir soğutma suyu ihtiyacından kaynaklanır. Bu nedenle termik santraller çoğunlukla nehir, göl veya deniz gibi kaynaklara yakın yerlere kurulur. Yoğunlaştırıcılarda kullanılan soğutma suyu genelde 7 ile 10 derece ısınmış olarak alındığı ortalama geri verilir. Gerek soğutma suyunun ortamdan çekilmesi ve gerekse kullanılan suyun ortama verilmesi önemli çevre sorunları yaratabilmektedir. Isınmış suyun deşarjı sudaki yaşam zincirini olumsuz etkilemektedir.

Termik santrallerde özellikle; soğutma suyu pompalarından ısı değiştiricilerinde mekanik ekipman temiz ve bakım işlemlerinden kaynaklanan petrol ve yağ atıkları içeren atık sular, yeraltı ve yerüstü su kaynakları için çok önemli bir kirlenme nedenidir.

Termik santrallerde kullanılmakta olan soğutma suyu pompalarla çekilerek arıtmadan geçirilmekte ve bu sırada geçici sertlik giderimi çöktürme ve mikroorganizmaların yok edilme aşamasında kimyasal maddeler ilave edilmektedir.

Ayrıca santral bacasından çıkacak olan kirletici gazların oluşturacağı asit yağmurları da suların ph’ını değiştirebilmektedir. Uçucu küllerde bulunan Fe, Mn, Co, Cu, Zn, P,Uranyum gibi ağır metallerde zamanla taban suları vasıtasıyla alıcı ortama verilmektedir.

Termik santrallerin buhar kazanlarından sirkülâsyondaki suların içine biyolojik gelişimi önleyici toksit kimyasal maddeler eklenir. Bu kimyasal maddeler arasında hidrolik asit, sülfürik asit, sitrik asit, EDTA, formaldehit ve üratrofin sayılabilir.

Muğla Yatağan Termik Santrali civarında yeraltı ve yerüstü su kaynaklarına olan etkilerinin araştırıldığı bir çalışmada 2 baraj,5 yüzey ve 2 yeraltı su kaynağından alınan su örneklerinde kalsiyum, kurşun, kadmiyum, antimuen ve kükürtdioksit analizleri yapılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, bazı örneklerde söz konusu metallerin Türkiye, EPA ve WHO tarafından belirlenen referans değerlerinin üzerinde olduğu referans edilmiştir.

Yunanistan’da toplam 4048 MW Kurulu güce sahip 4 termik santral bölgesindeki küllerde kanserojen polisiklik aramatie hidrokarbonlar (PAH) ve ağır metaller yönünden analizlerde artış saptanmıştır.

Hindistan da termik santrallerin olduğu bir bölgede sularda kalsiyum ve kükürtdioksit oranları yüksek bulunmuştur. Yine Hindistan da yapılan diğer bir çalışmada 440 MW güce sahip bir santral bacasının elektrofili trelerinden kaçan uçucu küllerin analizinde Ni, Krom, Kurşun düzeyleri yüksek bulunmuştur.

/Cem ŞAHAN
23.06.2015

22 Haziran 2015 Pazartesi

Sedâ-yı Samsun Sustu!

Bundan dört yıl önce, yine böyle bir yaz gününün sabahı idi. Kulağıma derinden ve uzaktan gelen bir ezan sesiyle uyanmıştım. Sabah ezanı sesi. “Allah’ım” dedim kendi kendime “Samsun’da böyle bir ezanı kim okuyor?” kalktım ve büyük bir huşuyla, içim ürpererek ezanı dinledim. Daha ezan bitmeden kendimi Büyük Cami’de buldum. Bu ezanı okuyanı görmeli, onunla tanışmalıydım. Bu sesten bu güne kadar mahrum kalışıma yandım!

Bazı çağrılar, derinden ve dipten olur, onlara icap etmemek insanın aslını inkârı gibidir. Karşı koymanız anlamsızdır, o çağrılar size yeni bir dünyanın kapılarını aralar. İçeri girmek veya girmemek de bir nasip işidir. Sabah saat dört sularında, büyük camimin avlusunu bile insanlarla dolu görünce şaşkınlığım daha da artmıştı. Büyük Cami’de adına uygun büyüklükle muhteşem bir program düzenleniyordu. Hayrettin Öztürk hoca sabah namazını kıldırıyor, sonrasında da o eşsiz sesiyle bir aşir okuyor ve peşinden de namaz esnasında okuduğu ayetlerin kısa bir tefsirini yapıyordu. Daha sonra isteyenlerin iştirakiyle topluca bir çay ocağında kahvaltı yapılıyor ve onun da sonrasında toplantıya katılanların kısa konuşmalarıyla bir sohbet icra ediliyordu. Ve bütün bunlar hasbiliği kendine şiar edinmiş insanların yüceliğiyle vuku buluyordu!

Ezanı okuyan, Kurşunlu Camii müezzini Muhsin Gündüz Hocaydı. Namaz sonrası okuduğu salâvat-ı şerifelerin etkisini kalbimin tâ derununda hissettim. Böylesi muhteşem bir ses ve yorum sahibinin bu şehirde olması, kanaatimce Samsun için büyük bir şanstı. Camii çıkışında kendisiyle tanıştım ve samimi teşekkürlerimi bütün hissiyatımla ifade etmeye çalıştım. Gidiş o gidiş o günden beri her Cuma sabah namazı Büyük camideydim. Dört yıldır, Muhsin Hocanın o içlere işleyen ezanının, salâvatlarının büyük bir huşû ile takipçisiydim/takipçisiydik. O, okumaya başladığında tabiatımızdan fırlar, lâhutî yolculuklara kanat açardık! Hastaları veya nadiren de olsa kendi hastalıkları sebebiyle gelemediği günler bir eksiklik hissediyorduk! Ama işte kaderin saati, bizim zamanımıza uymuyor, onun gongları bizim ayarlarımızla çalmıyor! İki-üç Cuma sabahı Muhsin hocanın sesinin ve edasının mahrumiyeti yüreğimizi burkarken, şu an, bugün ondan ebediyen ayrılmanın hüznü içindeyim.
      
Kader Hükmünü Yürütür

22 haziran Cuma sabahı rutin kararlılıkla camideyiz. Ezanı Muhsin hoca okumadığına göre burada olmamalı. Buradaysa mutlaka yetişir ve o okur. Son cemaat mahallinde her zamanki yerimdeyim, mukabele okunuyor. Biraz sonra müezzin mahfilinde bir feryat duyuldu. Meğer Muhsin Hoca, eşinin rahatsızlığı dolaysıyla sabaha kadar uyuyamamış, bu yüzden camiye biraz geç kalmış ve hızla müezzin mahfiline yönelmiş. Bu yüzden onu görememişiz. Feryat ondandı, tam da müezzinliğe hazırlanırken, tam 32 yıldır işini yaptığı noktada, emr-i Hak vâki olmuş, bir feryatla oturduğu yerden secdeye kapanırcasına düşmüştü. Cemaatten bağrışmalar, hemen ambulansı aramalar, büyük bir hızla gelen ambulans, hastaneye yetiştirilen ama biraz sonra gelen acı vefat haberi...

Kendi âcizane hayatımda hiçbir sözün hakikati, “nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz!” sözündeki gibi tezahür etmedi. O tezahür de, o gün büyük camii de vukû buldu. Bir müezzin, caminin avlusunda, camiye girerken, caminin içinde ölümle buluşabilirdi. Ama bu buluşmanın tam da müezzin mahfilinde olmasının anlamı ne? Bu anlam bizi pek çok inanca gönderir, kalplerimizi derinden sarsabilir, inancımıza hiç olmayacak şekilde kuvvetli perçinler vurabilir; varlık karşısındaki algılarımızı alt üst edebilir. Öyle de oldu. Herkesi derin bir şok dalgası sardı. Hele de, tam camiden çıkmak üzereyken ve herkes hastaneden gelecek haberi dört gözle beklerken cami imamının “aziz kardeşlerim, Muhsin hocamız hakkın rahmetine kavuşmuştur, hepimizin başı sağ olsun!” dediği anda o cami cemaatin hayıflanmasını, şaşkınlığı, derin şok halini insanların görmesini ne kadar arzulardım! Bu kadar mıydı, hiç mi bir pay yoktu? Bir tel kopmuş ve ahenk ebediyen kesilmişti!

Bir müezzin, müezzin mahfilinde hayatını noktalıyordu. O gün Cuma idi, o günkü hutbenin konusu ölümdü. Müezzinin adı Muhsin’di, bu ne tevafuktu ki namazı kıldıran hocanın okuduğu son ayet Nahl suresinin son ayeti olan ve son kelimesi Muhsinûn olan şu âyetti:

İnnallâhe meallezînettekav vellezîne hum muhsinûn: Şüphesiz “Allah, kendisine karşı gelmekten sakınanlar ve muhsinlerle ( iyilik yapanlarla) beraberdir.” (Nahl:128).

İşaretlerin bizleri gizemli güzelliklere çağırdığı yerde, gidenlerin pek de ayrıntılara takılma ihtimali yoktur. Bir yüce ruha “efendim bana nasihat eder misin?” diye sordular. “Sizin mahalleden hiç ölü çıkmaz mı?” dedi. “Tabii ki çıkıyor” dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ölümün kendisine nasihat vermediğine ben ne nasihat vereyim!”.

Gönül tellerimizi titreten, sesi ve edasıyla haftada bir olsun bizi mesut ve bahtiyar eden bu aziz insanı ebediyete gönderdik. Eminim bir yerlerde bu insanların benzerleri vardır. Buluncaya kadar hatıraların aziz limanlarına sığınacağız. O yüce ruhlu insanlara tazim ve hürmetlerimizi her diam taze tutacağız. Beklediğimiz, her inananın beklediğidir.


Türk Basınına İlkokul Seviyesinde Din Dersi!
      
Muhsin hocamızın vefatı dolayısıyla basında yer alan haberlere baktığımda İsmet Özel’in şu sözüne bir daha hak verdim: “Türk aydınına ilkokul seviyesinde din dersi verilmeli!” Buradaki “Türk aydınına” kısmını “Türk basınına” diye değiştirelim. Haberleri okuyorsunuz; o kadar özensiz, o kadar gelişigüzel, o kadar ezberden yazılmış olduğunu görüyorsunuz ki? Bu özensizliğin sebebi ne, müsebbibi kim, tamiri nasıl mümkün olacak?

Bir yerel gazetemizde Muhsin Hoca’nın sabah namazında hutbe esnasında öldüğü yazılmış, bunu yazanlara, sabahleyin hutbe olmadığını kim anlatacak? Bir sitede, Muhsin Hoca’nın sabah namazında vaaz ettiği yazılmış, müezzinler sabah namazında vaaz mı ederler?  Birisi Hoca’nın ezan okurken vefat ettiğini yazmış, oysa yukarıda ezana yetişemediğini kendisi ifade ediyor! Zaman gazetesi bile Muhsin Hoca’nın sabahleyin camii de vaaz ettiğini belirtmiş.

Bunlar sanki bilinmeyen zamanlarda olmuş hadiseler. Camideki imama sorsalar, bir dakikalarını almayacak; sahih ve doğru olanı yazacaklar. Yüce basınımız bu asgari dikkati göstermekten neden imtina eder? Neden yazdığının hakikatine dair bir kaygı taşımaz?

/Ali KORKMAZ

16 Haziran 2015 Salı

Samsun Kültür

Kültür, bir milletin diğer milletten en ayırıcı özellikleridir. Örneğin Alman kültürü, Türk kültürü ya da Amerikan kültürü gibi. Bu açıdan değerlendirildiğinde; kültür toplumları başka toplumlardan ayıran karakteristik özellikler olarak da tanımlanabilir. Türk kültüründe çay öne çıkarken Amerikan kültüründe kahve ön plana çıkmaktadır. Benzer şekilde Amerikan kültüründe her şey normale göre daha büyüktür. Örneğin ABD’de bir hamburgerciye gittiğinizde aldığınız hamburger, burada yediğinize göre daha büyüktür. Kola da elbette daha büyüktür.
   
Kültürün bu özelliği, işletmelerin iş yapış karakterinde de belirleyici olmaktadır. Örneğin; bir toplantıya gideceğinizde davetiye üzerinde yazan saatten 30 dakika sonrasına göre kendimizi ayarlamaktayız. Çünkü biliriz ki toplantı yazılan saatte kolay kolay başlamaz.

    Bir başka örnek de yola çıktığımızda otobüste veya uçakta hiç fark etmez yanımızdaki yolcu ile muhakkak konuşur ve kendisi hakkında en derin bilgilere sahip oluruz. Örneğin bir misafirimiz bizden ayrıldığında mutlaka arkasından su dökeriz. Yıllar önce yolcusunu havaalanından gönderen bir kişinin gidenin arkasından su döktüğüne şahit olmuştum. Otobüse veya uçağa bindiğimizde yanımızdaki kişi ile sohbet başlatmak için ilk soru “hemşehrim yolculuk nereye” olmaktadır.
   
Kültür, aslında bizi anlatır. Bizi diğerlerinden farklılaştıran özelliklerdir. Biz Türkler, kendi kültürel özelliklerimizin ve kültürel zenginliğimizin çok farkında olmasak da bizi dünya ölçeğinde farklı kılan özellik bizim kültürel özelliklerimizdir. Bizim en tipik hastalığımız, bizim özelliklerimizi aşağılamamızdır.
   
Kültür işte bu yüzden özellikle ihracat yapan şirketler için birkaç kat daha önemli hale gelmektedir. İş yapılacak olan ülkenin kültürel özellikleri sizin ürününüzü o ülkeye nasıl gireceğini ya da girmeyeceğini belirleyen en temel parametrelerden birisidir. Örneğin Amerika’da kola 3 litre olarak da satılırken; bizde 2.5 litre maksimum satış alternatifidir. Yine benzer şekilde ülkemizin Doğu ve Güneydoğu coğrafyasında yaşayan insanlar Batıda yaşayan insanlara oranla acıyı daha fazla tüketmektedir.
   
Samsun, ülkemiz için oldukça farklı ve güzel bir yere sahip. Kurtuluş Savaşı’nın ilk kıvılcımlarının yakıldığı kenttir. Kentin bu özelliği, ilimizi kalan 80 ilden daha farklı bir yere konumlandırmaktadır. Samsun’da turizm gelirlerinin artırılması için yaşayan bir müzemiz olsa, çok güzel olur diye düşünüyorum. Bu müzede başta Atatürk olmak üzere Kurtuluş Savaşı’nda emeği geçenlerin bal mumundan konuşan heykelleri olsa, çok güzel olur. Atatürk’ün kendi sesinden ve yine silah arkadaşlarının da orijinal seslerinden bazı şeyler ziyaretçilere aktarılsa; çok güzel olur. Bunun için Kültür Turizm Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı gibi bakanlıkların yanı sıra AB projelerinden de istifade edilebilir.
   
Kente gelen turist şirketleri için de uğranacak bir nokta da yaratmış oluruz. Bunun gibi birkaç nokta daha yaratılırsa; bugün konaklamayan turistler, orta vadede konaklar ve otellerimizin de doluluk oranları başta olmak üzere süs eşyaları gibi ürünlerin satışı ile de yerel esnafa katkı sağlanmış olunur.

/Yetkin BULUT
16 Haziran 2015