30 Ocak 2015 Cuma

Samsun Havası

Samsun’un havasının temiz olduğunu iddia edenlere karşın geçen hafta yazmıştık ya ‘Samsun’un havası kirlidir’ diye. Dün sabah FOX TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunduğu sabah haberlerinde izlemişinizdir.  Küçükkaya, programında bizi çok yakından ilgilendiren bir haber verdi. Habere göre Çevre Mühendisleri Odası, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine dayanarak, Ankara ve Denizli ile birlikte Samsun’u da havası kirli şehirlerden göstermiş.

Çevre mühendisleri odası ayrıca, “Bu şehirlerde hava kirliliği nedeniyle akciğer hastalıkları artabilir” diye uyarıda bulunmuş. Çevreciler bununla da yetinmemiş, hükümet yetkililerine çağrı yaparak “Bu şehirlerde bedava kömür yerine, ucuz doğal gaz dağıtılsın” diye tavsiyede bulunmuşlar. Bizim havamız neden kirlidir? Öncelikle bunu tespit etmek gerektiğini düşünüyorum. Kirliliğin artmasında evlerimizin bacalarından çıkan kömür dumanın de etkisi vardır elbet ama bence kirliliğin asıl sebebi sanayi kuruluşlarının bacalarıdır.

“Samsun sanayi şehri değil diye iddiada bulunuyorsun, şimdi de Samsunun havasını sanayinin kirlettiğini söylüyorsun, bu ne yaman çelişki” diye söylendiğinizi duyar gibiyim. O iddiamı sürdürüyorum. Samsun bir sanayi şehri değildir hala. Ama Bakır ve Azot’un 45 yıl önce kirletmeye başladığı Samsun’da kirliliğe neden olan bazı sanayi kuruluşları da faaliyet göstermektedir. Samsun’da irili ufaklı fabrikaların olması Samsun’u bir sanayi kenti yapmaz. Mesela 10 bine yakın işletmenin bulunduğu Bursa bir sanayi kentidir. Gaziantep de öyle. Hatta Kayseri ve Kahramanmaraş’ı da sanayileşmiş şehirlerden sayabiliriz ama Samsun o sınıfa girmez.

Ancak bu irili ufaklı sanayi kuruluşlarının Samsun’da kirliliğe neden olduğu gerçeği gizlenemez. Hele de şu termik santraller. ‘Termik santral’ deyince nedense aklımıza hep kömürle çalışan santraller aklımıza geliyor ama özel davetle şehrimizde konuşlanmış ‘mobil’ santrallerimiz de var bizim. Ve bu davetin cesaretlendirdiği ‘termikçiler’ de havamızı kirletmek için fırsat kolluyorlar. Terme’de termik santral kurmak istiyor birileri biliyorsunuz. Terme halkı ise “İstemeyiz” diyerek bir süredir direniyor.

Bugün TERÇEP’in öncülüğünde Terme’deki Atatürk Kültür Merkezinde  ‘Terme’de termik santral, tarım alanlarının kullanımı, çevresel ve halk sağlığına etkileri ile hukuki durum’ konulu bir panel düzenlenmiş. TERÇEP, “Tarım arazilerimiz yok olmasın, havamız- suyumuz kirlenmesin, ormanlarımız yeşil kalsın” sloganıyla çevre sorunlarına duyarlı herkesi bu panele çağırıyor. Dün CHP’nin milletvekili aday adaylarından Neslihan Hancıoğlu’ndan bir mesaj aldım. Neslihan Hanım beni panele destek olmaya davet etmiş. Çevre bilinci ve duyarlılığı için Neslihan Hanıma teşekkür ederim. Ve aynı duyarlılığı AK Partili ve MHP’li dostlarımdan da beklediğimi sözlerime eklemek isterim. Diren Terme. Samsun sizinle.

/Ragıp GÖKER
30.01.2015

29 Ocak 2015 Perşembe

Hasbi Dayım

Dedemin tek erkek çocuğu idi hasbi dayım, bebekliğinden itibaren el bebek, gül bebek büyütülmüş, düşmeden eğilmemiş, giyimi, kuşamı, davranışları ile tipik bir şapsığ aristokratıydı. Bekardır hiç evlenmemiştir. Gençliğini düğünden düğüne, kaşen-şeşen sarkacında geçirmiş ve dedemin hatırı sayılır servetini bu yolda "ezmiş" nev’i şahsına münhasır" bir yiğit adem.

Çarşamba’da ve köylerinde hatır sahibi, sözü dinlenir selamı banka kredisinden daha sağlam sayılan bir mirasyedidir. Koca bir serveti yemiş, şimdi yoksul duruma düşmüş ama hala kuyruğu dik tutar, kimseye eyvallah etmez. İlçenin pazar kurulan çarşamba günlerini hiç aksatmaz, elinde kalan tek serveti can yoldaşı Kabertey atını tımar eder, babadan miras gümüş işlemeli koşumlarıyla donatır. Anneme bir gün önceden ütülettiği haki renkli "külot" pantolonunu, lacivert ceketini, yeleğini ve kolalı beyaz gömleğini giyer, körüklü çörçil aciskalarını kuşanıp akşamdan közde yaktığı çakıldak fındığın yağı ile boyadığı kaytan bıyıklarını, arkasında horoz resmi bulunan cep aynasına bakarak düzeltir, kokulu kâşif namı ile maruf esansçıdan alınmış hacı yağı parfümünü sürer serkisof marka (bozuk ve tamiri na mümkün) gümüş köstekli cep saatini yeleğinin cebine iliştirir, avlunun ortasındaki binek taşına basarak atına biner bir heykel gibi dik mağrur ilçeye yollanırdı. Bu hazırlanmalar ve yolculuk yıllarca aynı özen ve titizlikle devam etmiştir ölümüne kadar. Nereye gider, kimlerle oturur, hep merak etmişimdir, anneanneme sorardım çekinerek "dayım nereye gidiyor her Çarşamba nenej" diye?" ve her seferinde de nenejim aynı öfkeli tavırla" cehennemin dibine" derdi. Cehennem çocuk belleğimde süslenip gezilecek bir mekân olarak kalmıştır.

Yıllar sonra komşu Çerkes köylerinden Emiryusuf’a bir cenazeye arabamla giderken yolda durmam için el kaldıran bir yaşlı amcayı aldım, selam-aleyküm selam faslından sonra yaşlı amca "hangi köydensin yeğenim?" diye sordu, "Kızılot köyündenim" deyince ,"Hasbi ağanın köyü, tanır mıydın hasbi ağayı?" diye sordu,"Dayımdır" dedim,"Allah rahmet eylesin büyük adamdı çok ekmeğini yedim, çok çayını kahvesini içtim "dedi. "Her Çarşamba uzun çarşıdaki beyler kıraathanesine gelirdi" deyince çocukluğumdaki nenejimin "cehennemin dibi sözünü anımsadım çocukluk merakımı giderecek kişiyi yıllar sonra bulmuştum arabanın vitesini küçülttüm amacım yol arkadaşımı konuşturup dayımın Çarşamba yolculukların hakkında bilgi edinecektim. "Nasıl yani, tanır mıydın dayımı?" diye sordum, yaşlı adam derin bir nefes alıp anlatmaya başladı." Tanımayan Var mı ki adige Hasbi ağayı, bu ovada, ruhuna rahmet çok adı gibi Hasbi bir adamdı, ekmekliydi verdiğini doyurur, vurduğunu da öldürürdü mert, sözü senet bir muteberdi" ben cenazeye varmadan Çarşamba ziyaretlerini öğrenmenin acelesiyle, "her Çarşamba çarşıya giderdi süslenip "diyecek oldum duymadı bile anlatmaya devam etti." Çok zengindi koca bir serveti yedi, ama har vurup harman savurmadı diğer çerkes mirasyedileri gibi. Kapısına kim gitti ise boş dönmemiştir, hökümet gibiydi rahmetli" diye devam etti bu övgüler benim merakımın cevabı değildi içimden" geç bunları hacı dayı geç sadede gel" diyordum ama amca beni hiç umursamıyordu anlatmaya devam etti" her çarşamba giyinir kuşanır dillere destan kabertey atıyla çarşambaya gelir, hancı Osman’ın hanına atını teslim eder suyunun arpasının ve han masrafını bahşişiyle peşinen öder, oradan berbere gider sinekkaydı traşını olur (hâlbuki akşamdan muhakkak sakal traşı olurdu) dükkânda traş olmak için sıra bekleyenlerin de traş parasını öder, berber çırağına da yüklü bir bahşiş bırakır, sonra belediye meydanından beşik pazarına doğru vakur adımlarla yürüyüp şehir kulübüne giderdi" Olayın büyüsünü bozmamak için sessizce dinlemeyi sürdürüyordum nasıl olsa işin sonunda tüm çocukluk merakım olan "cehennemin dibi"ni öğrenecektim. Şehir kulübü dediğin yer öyle herkesin girebildiği bir yer değil, hökümet erkânı, Çerkez, gürcü ve birkaç tane de Türk ağanın, ancak sualsiz girebildiği bir yer. Hasbi ağa bu kulübün el üstünde tutulan müdavimlerindendi, eli bol sofrası zengindi bulunduğu masada kimse elini cebine atmaz, atamazdı hasbi ağa masasında hesap ödenmesini hakaret sayardı, garsonlarda haftalıklarından çok bahşiş aldıklarından hasbi ağanın masasının etrafında pervane olurlardı. İkindi sonrası Hasbi ağa şehir kulübünden çıkar uzun çarşıdaki kıraathaneye gelir, kendisini davet edenlerin hiç birinin masasına oturmaz, boş bir masaya geçer Emirhan suyu ile şekersiz kahvesini içer. Yine vakur, ağır bir edayla hanın yolunu tutardı." Cenaze evine gelmiştik dayımın yaşamına dair merak ettiğim şeylerin birçoğunu öğrenmiştim...  Umarım bir başka cenazede alacağım yol arkadaşımdan da kalanları öğrenirim.

/Cemil BİÇER
29.01.2015

23 Ocak 2015 Cuma

Samsun’un Havası Kirlidir

Çevre Mühendisleri Odasının Samsun Şubesinin açılışı sırasında yapılan açıklamalarla gündeme gelen Samsun’un hava kirliliği ile ilgili tartışmaları ilgiyle izliyorum. Çevreciler Samsun’un havasının kirli olduğunu iddia ederken, bazı Samsunlular da havanın gayet temiz olduğunu söylüyorlar. Samsun’un tertemiz bir havaya sahip olmasını bende çok isterdim ama ne yazık ki Samsun’un havası en az 45 yıldır kirlidir.

Kirlilik Karadeniz Bakır işletmelerinin 1968 yılında kurulmasıyla başladı. 1970 yılında üretime başlayan Azot Sanayine ait Samsun Gübre Fabrikasının da hava kirliliğinin artmasına katkı verdiğini söylersek abartmış sayılmayız. Bakır fabrikası üretime başlayınca henüz çocuk denecek yaşta olmama rağmen önce bizim bahçedeki domates ve biberlerin yapraklarında gördüm ben o kirliliği. Sonra tütün tarlalarında gözlendi kirlilik. Bazı kötü niyetli kişilerin suiistimalleri de oldu ama özellikle Karadeniz Bakır İşletmelerinin Samsun’da kirliliğe neden olduğunu kimse inkâr edemez.

Zira köylülere ödenen tazminatlar bunun bir kanıtı gibidir. Öyle olmasını dilemekle birlikte Samsun bir sanayi şehri değildir. Ama sayıları az da olsa sanayi sitelerimizdeki bazı fabrikaların Samsun’da havanın kirlenmesine olumsuz etkileri olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu yetmezmiş gibi havamız termik santrallerle daha da kirletilerek, bu Samsun nefes almakta zorluk çekilen bir şehir haline dönüştürülmek isteniyor.

Şaşırtıcıdır, Samsun’da havanın temiz olduğunu iddia edenlerin büyük çoğunluğu Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’a yakınlığı ile bilinen kişilerdir. Oysa hiçbir şehrin istemediği, mobil santralcileri “Gelin Samsun’da kurun” diye davet edenin de Yusuf Ziya Yılmaz olduğu biliniyor. Bu şehrin sağına soluna termik santral kurmak isteyenlerin de işte bundan cesaret alarak başımıza musallat olduklarını düşünüyorum. “Güneş balçıkla sıvanmaz” diye boşuna söylenmemiş, Samsun’un havası uzun süredir kirlidir ve bu kirlilik son yıllarda daha da artmıştır. “Samsun’un havası temizdir” diye iddia edenlere, akşam hava kararınca bizim köyün yamaçlarından şehri seyretmelerini öneririm. Kaldı ki, Samsun’da havanın kirli olduğunu iki yıl kadar önce kendisiyle röportaj yaptığım çevre müdürü de söylemişti.

Buna rağmen bazıları “Havamız temiz” diye nasıl iddiada bulunur anlamış değilim. Benim güzel şehrim, burada yaşayanların keyif aldıkları bir şehir olmaktan gittikçe uzaklaşmaktadır. Bak bir zamanlar herkesin imrendiği Allah vergisi o güzelim kumsalımız insan eliyle yok edilmektedir. Denizden çok uzak şehirlerde belediyeler halkı için yapay plaj yaparken, ne acıdır, tarih Samsun’u doğal plajları insan eliyle yok eden bir şehir olarak yazacak.

/Ragıp GÖKER
23.01.2015

2007-2014 Samsun Aile Hekimliği

1 Mart 2014 tarihi, Samsun’da sağlıkta sosyalizasyon sistemi yerine, birinci  basamak  sağlık  hizmetlerinde Aile  Hekimliği sistemine geçişin 7. Yıl dönümü. 7 yılda hekim ve sağlık çalışanlarının özverisi ile 1. Basamak sağlık Hizmetleri devam etti. Hekim arkadaşlarımız, yüksek yoğunlukta risk ve şiddete maruz kaldılar. Kamu yönetimsel baskıları her an hissettiler. Bugün Havza’nın köy sağlık ocaklarına gidin. Hekim  haricinde bir tane sağlık personeli bulamazsınız. Sağlık memuru yok. Hemşire  yok. Ebe  yok. Hizmetli  yok.Tüm  Görevler  hekimlerimize  devredilmiş.Sağlık  ekip işiydi cümlesi  kaldırılmış.Gidin ve  görün.Kırsal kesimdeki  halk  her gün  görüyor.  Zaten.

7.yılı  halk  sağlığı adına ve hekimler adına değerlendiren  bir  rapor, çalışma  yapılmadı. Kent  üniversitesi, süreci artı, eksileri ile değerlendirmedi. Sağlık erki, bir açıklama yapmadı. Kent hekim  örgütü  bir  söylemde  bulunmadı. Sağlık  sendikaları, bilimsel  bir  7.  Yıl  raporu  hazırlamadı.  Samsun  Aile  hekimleri  Derneğinin (SAHED)  Basın  açıklamasını  not almışım defterime: ‘’Eylemciler, Sağlık Bakanlığı'nın çıkardığı yeni yönetmeliklerin getirdiği problemlerin kendilerini karamsarlığa sevk ettiğini dile getirdi. Hekimler, seslerini duyurana kadar siyah önlüklerle muayene yapacaklarını kaydetti’’

Haber  böyle  başlıyordu. Sayın SAHED  Başkanının açıklamaları  önemlidir:  ‘’Hevesle başladıkları aile hekimliği uygulamasının zaman içinde kendilerini hayal kırıklığına uğrattığını, bu süre içinde vatandaşlara daha iyi hizmet verebilmek ve uygulamaya adapte olabilmek için ellerinden gelen bütün gayreti sarf ettiklerini, uygulamanın gelişmesi, yaşanan sorunların çözümü ve ulaşılmak istenen hedefler doğrultusunda daha iyi gelişme beklerken, yayınlanan yeni yönetmeliklerle hayal kırıklığına uğradıklarını belirttmiş.

Sayın Dr. Şevki Gülay  şöyle  devam  etmiş: ‘’Saha şartlarını en yakından yaşadığımız, vatandaşlarımızın sağlık durumunu, beklentilerini iyi bildiğimiz, sağlık hizmetinin ekip anlayışı ile yürütüleceğine inandığımız, aile hekimliğini benimseyip sahiplendiğimiz halde bize bakışın olumsuz olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Hekim olarak bizler, vatandaşlarımızın ve idarecilerimizin beklentileri, yasal düzenlemelerle getirilen ağır iş yükü, hukuki sorumluluklar, fiziki şartlar, mali yükümlülükler arasında ezilir konumdayız. Zamanımız ve kapasitemiz bütün bu sorumlulukları layıkı ile yerine getirmeye yeterli değildir. Şu anda içinde bulunduğumuz şartlar bunu imkansız kılmaktadır. Biz uygulanabilir ve verimli bir sistem istiyoruz’’

7.  yılında  sağlıkta  dönüşümün  1.  Basamakta  yaşanları  ne  güzel  anlatıyordu  sayın başkan…
hekimin inanmadığı, kabullenmediği, memnun olmadığı, uygulayamadığı bir sağlık sisteminden
***

Ülkemizdeki sağlık sistemi tartışmalarında ortaklaşılan noktalardan biri, 1961 yılı sonrası “sosyalizasyon modeli” olarak da adlandırılan sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesinin  Türkiye için bir dönüm noktası olduğudur.

Basamaklandırılmış sağlık sistemi, bölge ve nüfus tabanlı hizmet, koruyucu, iyileştirici, esenlendirici sağlık hizmetlerinin birlikte verildiği tümelci yaklaşımla sunulan hizmet, geniş sağlık ekibi ile verilen hizmet, basamaklar arası geri bildirimi de içeren sevk sistemi,  ücretsiz hizmet gibi ilkeleriyle çağdaş sağlık hizmeti anlayışının iyi bir örneği olarak nitelendirilebilecek bu model ülkemizin içselleştirdiği ve benimsediği bir yapı kurmuş ve ülkeyi “sağlık ocaklarıyla” donatmıştır.

Modelin ülke geneline yaygınlaştırılması süreci; modele gereğince sahip çıkılmaması, sağlık örgütlenme ve uygulamalarına yapılan politik müdahaleler, altyapı yetersizliği, fiziksel olanaksızlıklar, finansal destek yokluğu, kötü yönetim vb bir çok faktör nedeniyle aksamıştır. 1983 yılında o zamana kadar nüfusun ancak %53’nün yaşadığı bölgelerde tamamlanabilmişken, geriye kalan bölgelerde hiçbir altyapısal hazırlık gerçekleştirilmeden sosyalleştirme uygulanmaya başlanmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’nin neoliberal rüzgarlara kapılmaya başladığı yıllara birinci basamak sağlık hizmetleri eksik-gedik, ağır-aksak girmiştir. Donanım, altyapı ve yönetim başlangıçta öngörülen düzeyde olmamış olsa da kuşaklar sağlık ocaklarıyla büyümüştür. Modelin istendiğinde uygulanabileceği ve toplumun sağlığını önemli düzeyde iyileştirebileceği farklı bölgelerde hizmet sunan Eğitim Araştırma Bölgeleri’nde de gösterilmiştir. Bugün Sağlıkta Dönüşüm Programı ile veda etmekte olduğumuz sağlık ocaklarında sağlık hizmeti veren bütün sağlık emekçilerine bu ülkeye verdikleri emekler için ne denli teşekkür etsek azdır.

Türkiye’nin ihtiyacı olan sağlık sistemi “piyasalaşma yönelimli” değil, “eşitlikçi ve kamucu sosyalleştirme” ilkelerini esas alan çağdaş sağlık sistemidir.  Bu eşitlikçi ve kamucu sistemin oluşturulması elbette ki eşitlikçi ve kamucu bir toplumsal yapı için çabalamayı gerektirir..

/Cem ŞAHAN
23.01.2015

22 Ocak 2015 Perşembe

SAMULAŞ’ın Zararı

SAMULAŞ’ta Akın Üner’in görevden alınmasına çok üzülmeme rağmen,  Kadir Gürkan’ın onun yerine atanmasına çok sevinmiştim. Tanıdığım başarılı insanlardan bir olan Kadir Gürkan’ı günümüzde temiz kalmayı başarabilen ender insanlardan biri olarak bilirim ve hala da o iddiamı sürdürürüm. Akın Üner’in görevini bırakmak zorunda kaldığı o süreç soru işaretleriyle doluydu. Zira ŞAMULAŞ gibi büyük bir kuruluş başarıyla yönetiliyor olmasına rağmen kurumun tepesindeki görev değişikliğine bu şehirde herkes şüphe ile yaklaşıyordu. O görev değişikliğinin olduğu sıralarda bu sütunlarda Kadir Gürkan’a “Akın Üner’den görevi bırakma nedenlerini iyi dinlemesini ve ona göre kararlar almasını öneririm” diye yazmış ve haddimi aşarak belki de tavsiyede bulunmuştum.

Akın Üner’in Genel Müdür olarak görev yaptığı 2013 yılını karlı kapatmış olan SAMULAŞ’ın zarar ettiği gerekçesiyle önceki hafta meclisten borçlanma yetkisi istenmesi üzerine bu konuda bir iki kelam etmek gerektiğini düşünüyorum. Cevabını Kadir Gürkan’dan beklememekle birlikte sizlerin huzurunda SAMULAŞ ve Büyükşehir yönetimine bazı sorularım olacak.
* SAMULAŞ’ın yedek parça tedariki nereden ve hangi firmadan yapılıyor?
* Yedek parçaların tek üreticisi ve tedarikçisi bir İtalyan firması mıdır?
* SAMULAŞ’ın kurulduğu günlere denk gelen günlerde Samsun’da tren yedek
parçası ithalatı yapacak olan bir firma kurulmuş mudur?
* İtalyan üreticinin ülkemizdeki tek temsilcisi sadece bu firma mıdır?
* B…. Ş…. adlı genç işadamına ait bu firmanın sahibiyle Büyükşehir Belediyesinde görevli bir yöneticinin oğlu arasında yakın arkadaşlık ilişkisi var mıdır ve bu ilişki satın alımlarda etkili midir?
* Bu genç işadamına ait ismi bir kere değişmiş bu tedarikçi firmadan seçimlerden önce Başkan’ın emri ile mal alımı durdurulmuş mudur, eğer durdurulmuş ise şu anda bu firmadan mal alınıyor mu?

Bu soruların cevapları bir yıl öncesini karla kapatmış SAMULAŞ’ın şimdi neden zarar ettiğine de bir cevap olacaktır. Hem de 1 milyon yolcu artmışken.. Ulaşımla ilgili hizmet veren bir belediye kuruluşunun zarar ediyor olması şaşılacak bir durum değildir aslında. Yusuf Ziya Yılmaz Büyükşehir Belediye Başkanı olmadan önce de Samsun Belediyesi Otobüs işletmesi de zarar ediyordu.

Yusuf Ziya Yılmaz Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde otobüs işletmesine ait araçlarının zarar etmesine ücretsiz seyahat kartlarının çokluğu gerekçe gösterilmiş, otobüsler özelleştirilerek belediyenin zararının önlenmek istenmişti. Demem o ki; belediyelerin halkın ulaşımı için yaptıkları hizmetten zarar etmelerini normal bir durum olarak karşılarım. Ama hiç üstüne vazife değilken belediyenin her ay 52 bin lira harcama yaparak gazete çıkarması eleştirilecek bir uygulamadır.

Dahası özellikle gazeteye yapılan harcamadan söz etmeyerek, tramvayın zararını yaşlı insanların ibadet için camiye gidip gelirken para ödememiş olmalarına bağlamak belediye yönetimini eleştirmek için başlı başına yeterlidir aslında.

/Ragıp GÖKER
22.01.2015

15 Ocak 2015 Perşembe

Samsun’un Markalarını Korumak

Dünya Gazetesi yayınladığı bölge ekleriyle illerin ekonomik yapısını inceler, bunun yanı sıra çıkardığı sektör ekleriyle de Anadolu’nun işadamlarıyla büyük kentlerdeki işadamlarını buluşturur. Amacı tam olarak bu olmasa da Dünya’nın bu yaptığı bir nevi arabuluculuktur. Yaklaşık 20 yıl Bölge Temsilcisi ve Koordinatör olarak çalıştığım bu gazete için çok sayıda ek hazırladım. Bunlardan biri de ’Samsun’un Markaları’ adını taşıyordu.

Projeyi hazırlarken 20 dolayında markamızın o ilavede tanıtılabileceğini düşünmüştüm. Ama o eki hazırlamak için çalışmaya başladığımda evdeki hesabımın çarşıya uymayacağını fark ettim. Samsun’da ‘Samsun’un markası’ olabilecek özellikte firma sayısı meğer çok azmış. Günümüzde bir firmanın çıkardığı ürünü marka yapmadan yaşatmasının çok zor olduğu biliniyor. Valimiz İbrahim Şahin’de açıklamalarında sık sık markalaşmanın önemine vurgu yapıyor.

Önceki hafta Milletvekillerinden Tülay Bakır’ın da katıldığı bir toplantıda Samsun’da üretilen balların kalitesinden söz etmiş ama ‘Samsun Balının’ marka olarak bilinmemesinden yakınan Valimiz, Samsun Balı için mutlaka sertifika alınması gerektiğini anlatmış. Bilgi çağında olduğumuz söylenir. İletişim araçları oldukça yaygınlaşıyor. Benim çocukluğumda Televizyon yayını yoktu gençlik yıllarımda ise televizyonlar tek kanallıydı. Oysa şimdi uydularda yüzlerce hatta binlerce TV kanalı yayın yapıyor. TV’lerde izlediğiniz reklamlardan, reklam sektörünün ne kadar geliştiğini görüyor olmalısınız.

Elinizdeki bir akıllı cep telefonundan internet aracılığı ile dünyanın en ücra köşelerine ulaşmak ve dolayısıyla alış veriş yapmak mümkündür. Ama dünyanın dört bir köşesine mal satmanın bir tek koşulu var. Ürününüzü markalaştıracaksınız. ‘Deveci Armudu’ bir markadır değilmi?  Deveci Armudu nerede yetişir bilir misiniz? Daha doğrusu soruyu şöyle sorayım, “İlk nerede yetişmiştir?”

Şimdilerde Bursa’da yetiştirildiği için olsa gerek, Bursalılar “Bizim markamız” diyorlar ve böyle iddia ediyorlar. Geçenlerde Dünya Gazetesinde, Dünya’nın Bursa Bölge Temsilcisi Ömer Faruk Çiftçi’nin bir haberi vardı. Haberde Deveci Armudunun bir Bursa markası olduğunu yazıyordu. Oysa Lütfi Deveci tıpkı benim dedelerim gibi Rumeli’den Anadolu’ya göç edip Samsun’a yerleşmiş olan bir Balkan Türkü’dür. Evlad-ı Fatihan torunudur yani.

Deveci Armudunu, 1937 yılında Samsun’da kurduğu çiftliğinde yetiştirmeye başlamıştır Rahmetli. Tam olarak tarihini hatırlamamakla birlikte 70’lı yılların son çeyreğinde o zaman çalıştığım Günaydın Gazetesinde Rahmetli Lütfi Deveci’nin elinde Deveci Armuduyla görüntülenmiş fotoğraflı bir haberini de yapmıştık. Neden olduğunu şimdi tartışmanın bir anlamı var mı onu da bilemiyorum ama Lütfi Deveci Samsun’daki o çiftliğini kapatıp Samsun’dan taşındı. Daha önceki birçok örnekte olduğu gibi o markasını koruyamadı Samsun. Şimdi Bursalıların Deveci Armuduna  “Bizim Markamız” diye sahip çıkıyor olmalarını izlerken içim burkuluyor. Çok sayıda markamız yok bunu artık biliyoruz ama şimdi öğrendim ki; bir elin parmak sayısı kadar olan markamızı oluşturmak kadar, onları korumak da çok önemliymiş.

/Ragıp GÖKER
15.01.2015

13 Ocak 2015 Salı

Samsun’un Kaderi

Eskişehir’in Büyükşehir Belediye Başkanı, Porsuk Çayı ile oluşturduğu yapay göletin kenarına kum dökerek yapay plaj yapmış, garibim Eskişehir halkı da “Şehrimize deniz geldi” diye seviniyor. Bunu da belediye başkanlarının büyük başarısı diye cümle aleme duyuruyorlar. Benim şehrimin ise Allah vergisi kumsalına belediye,  kayalar döşeyerek güzelim plajı insan eliyle yok ediyor.

Ne gariptir ki Samsun halkı da bunu yapanları, “halkı denizle buluşturdu” diye ödüllendiriyor. Ben geçmişi unutan biri değilim. Proje değiştirilerek uygulanmış olsa da, Bandırma vapurundan Fener’e kadar açılan yolun çok önemli bir hizmet olduğunu bilirim. Ama Dereköy ve Taflan sahillerinde yapılan düzenleme bir felaket. Yol açmakla övünen ve bunu büyük bir hüner gibi anlatan belediye, ilk kar yağdığında köy yollarında kara saplandı oysa.

Dün gazetelerde Canik Belediye Başkanı Osman Genç’le ilgili haberleri gördünüz. Osman Genç çizmeleri sıvamış, 40 kadar köyde (şimdi mahalle) mahsur kalanlara yardım ulaştırmış. Köy yollarını açık tutmak, yeni Büyükşehir yasası gereği Büyükşehir Belediyesinin bir görevidir oysa. Sahiline yol yapılan benim şehrimde, 2015 yılında kar nedeniyle yolları kapanan köylerde insanlar mahsur kalıyor. Benim şehrimin kaderi bu mu? Nereden baksan tutarsızlık. Bu şehirde yapılanların ‘iler tutar’ bir yanı yok yani.

Her 20 km. mesafede hız sınırı değişen ve bu tuzak kurulur gibi sürücülerine ceza kesilen başka bir şehir var mı bilmiyorum. Olduğunu sanmam. Bize özel bir uygulamadır o. Türkiye’nin bir zamanlar gıpta ettiği bir fuarımız vardı biliyorsunuz. Çağımızın şartları gereği fuar kapandı. Fuarı yaşatabilmek için elimizden bir şey gelmedi. Kimseyi de suçlamadık bu konuda. Suçlanacak kimse yoktu zira.

Ama fuardan miras kalan bu güzelim alanın kamu eliyle talan edilmesine de ses çıkarmadık ne yazık ki. Ne işi vardı orada Valilik binasının. Samsun halkı bunun hesabını mahşer günü rahmetli Muzaffer Önder’den soracaktır. Mahkemenin “Yıkın” kararına rağmen, Yabancılar Pazarı gibi bir ucube her nasılsa oraya yapılmış ve halen orada duruyorsa valilik binasına izin veren Muzaffer Önder’in bu karar belki de tek kusurudur. Ama kusurdur. Bu nedenle hesap mahşere kalmıştır. Bu ve bunun gibi türlü olumsuzluklara muhatap oluyoruz. Ben de soruyorum. Bütün bunlar neden hep bizim başımıza geliyor.

/Ragıp GÖKER
13.01.2015
http://www.hedefhalk.com/samsunun-kaderi-602555yy.htm

12 Ocak 2015 Pazartesi

Ve Durgun Akıyor Samsun

Samsun’da  hayat  sosyolojik  gerçekleri görmeden, temel  hayat  felsefesini  yapmadan  ilerliyor. Sorgulanma  yapmadan devam  ediyor. Samsun’un  sosyolojik  açıdan  değerlendirmesi  yapmak  gibi  bir niyet  ortada  gözükmüyor. Bilgi  üretecek akademinin  durumu belli. Siyasetin durumu belli…
***
Şimdi  şehir  sadece  seçimlere  kilitlenmiş. Şehir  ve  insan  üzerine  düşünce  üretmenin  mümkün  olmadığı  zaman  dilimlerindeyiz. Yeni  formülasyonlara, yeni  düşünce  yolları  ve  siyaset  yapmanın  yeni  yollarının  yan yana  gelmesine  ihtiyaç  var. Acil ihtiyaç ortada! Ancak  buna yanıt  verecek bir çeşni, en azından  bu  kent  için  ortada  görülmüyor. Radikal  olarak kente  ve  insana  dair  bir çok şey  değişmek  zorunda..
***

Hayat  ve  sistem  sürekli  eşitsizlikler  üretiyor.  George Orwell, Hayvan Çiftliği'nde ''Bütün hayvanlar eşittir; fakat bazıları daha eşittir'' der. Yaşamın  her  alanında  eşitsizlikler  artıyor.  Ama  en  önemlisi  yaşama  dair  bu  eşitsizliklere  karşı  kent/politika  bir  şey  üretemiyor. Umut ortada  görünmüyor. Eşitsizlikler  sosyal  adaletsizliğin  temel taşı oluyor. Bu  sistemlerden türeyen eşitsizliklerin, insanların bilinç ve algılarından saklı kalacak şekilde nasıl gerekçelendirildiği ve olağanlaştırıldığı  anlamak mümkün  değildir.

Eşitsizlik kendiliğinden ortaya çıkmaz; yaratılır. Eşitsizliğin kökenini anlayabilirsek azaltmanın yollarına da eğilebiliriz. Eşitsizlik düzeyini belirleyen şey piyasa güçleri olmakla birlikte bu güçleri şekillendiren hükümet politikalarıdır. Hükümet, parayı ister aşağıdan yukarıya, ister yukarıdan aşağıya taşımaya muktedirdir.

Piyasa güçleri, politikalar ve rantiyelik toplumsal eşitsizliği yükseltmek yanında toplumumuzda normları ve kurumları da değiştirmektedir.
***

Bu  yıl  daha  çok anlatacağız  eşitsizlikleri.. Kentte  dair/insana  dair  sosyal  adalet  taleplerini  daha  çok  dile  getireceğiz. Demokrasi  adına  oynanan  oyunlara, seçim  kırıtmalarına  uzak  kalacağız. Sadece  insana  dair  satırlar  olacak  yazılarımızda. Köyleri  gezeceğiz.. Okullara  konuk  olacağız.. Her  yanda  anlatacağız. Kimsenin  ağlamadığı  bir  kent/ülke  mümkün  diye.. ‘’Unutmayalım ki, En son umut  ölür.’’ diye  mırıldanarak

/Cem ŞAHAN
12.01.2015

Sen Samsun'da Yaşayan İnsan

Sen Samsun'un asude ortamında yaşayıp hayatın tadını çıkartan hemşerim, eğer bir an durup bir an düşünüp bir tavır almazsan tarih seni de yargılayacaktır haberin olsun. Sen Atakum sahillerinde denizin dalgalarını dinleyerek sabah yürüyüşü yapan ak saçlı amcam, baba dostum, ya bugün koyacaksın tavrını ortaya ya da yarın çok geç olacak ve bilesin ki son pişmanlık fayda etmeyecek. Tarih seni de yargılayacak.

Sen her şeyi gören, duyan, bilen ama görmezden, duymazdan, bilmezden gelen sevgili dost, gerçekten görmeyen, gerçekten duymayan ve gerçekten bilmeyenler tarihin affına uğrar da sen uğrayamazsın, sen de yargılanır ve mahkûm olursun haberin olsun. Vatanın bütünlüğü, milletin birliği ve devletin bekası tehdit altında ve tehdit her geçen gün büyüyor. Hainlerin ateşi gafillerin odunlarıyla yanıyor ve giderek genişliyor, giderek tüm ülkeyi tehdit edecek boyutlara ulaşıyor.

Ve sen sahilin bereketli yağmurlarında ıslanan adam, sen ateşin buraları yakmayacağını sanıyorsun. Ateş bacayı sardıktan sonra yangına su sıkmak faydasız; geciken himmetin yararı yok. Kundakçıdan yangını söndürmesini beklemek! Ne çocukça bir bekleyiş, ne boş bir hayal! Yakan söndürür mü hiç? Sen söndürürsün ancak, sen söndüreceksin. Aslında hiç yaktırmayacaktın. Biraz dikkatli olsaydın, biraz kararlı dursaydın yaktırmazdın zaten. Ah o ihmalkârlığın, ah o boş vermişliğin, ah o "bir şey olmaz" deyişin yok mu; işte odur yabanın haydudunu, elin eşkıyasını ve de yabancının maşasını barış kahramanı pozuna büründüren. Ve her geçen gün biraz daha küstahlaştıran?

Küstahlık Kandil'le İmralı arasında yarışta! Arada bir de yancılar var; kimi topa Ankara'dan giriyor kimi Diyarbakır'dan. Bir biri tehdit ediyor bu tarihin en eski devletini bir öbürü fırçalıyor bu köklü milleti. Adamlar tarih veriyor, adamlar şartlar öne sürüyor, adamlar modeller öneriyor, hendekler kazıyor, yollar kesiyor, devletin tapularını iptal edip kendi tapularını dağıtıyor, askerlik şubeleri açıyor, bedelli askerlik uygulaması getiriyor ve senin devletinin en üst derece görevlilerine kendi kurdukları mahkemede yargılanmak üzere celp gönderiyor.

Sen Samsunlum, sen kulaklarını tıkayıp, gözlerini yuman, bildiği gerçekleri bilmezden gelen Samsunlum tarih seni de yargılayacak. İhanete katılmadım demek çare değil, ihanete dur dememek de suçtur tarihin mahkemesinde. Hala zaman ve hala yapılacak işler var; ben eminim ki, sen dünün tarih imtihanından yüz akıyla çıktığın gibi bugünün tarih imtihanından yüz akıyla çıkacaksın. Benimkisi bir dost sitemi ve bir erken uyarı alarmıdır.

/Osman KARA
12.01.2015

11 Ocak 2015 Pazar

Vezirköprü Oymaağaç Höyüğü

Samsun’un kent  kimliği  kazanımda  arkeolojik  ve  kültürel  çalışmalar  öncelikli  değildir.  ‘’Marka  Yolculuğu’’  ile  başlayan kentin  neoliberal  sisteme  açılma  serüveni, Spor kenti, Sağlık Kenti, Lojistik kent, Enerji kenti vb. gibi kavramlarla hiçbir  yere  ulaşmadı. Kent  kimliği  kenttin  sosyolojik ve  kültürel  yapılanmasını  kavramak  ile  kazanılıyor. Kentin  turizm  potansiyeli  kısa  vadeli çalışmalar ile  değil, uzun  soluklu  projeler  ile  belirlenmeli..

Bu  yönde  önemli  çalışmalar  yapılmıyor  değil. Ancak  kent  insanı  ile  paylaşımı, her  zaman ki  gibi  sorunlu.. Son  yıllarda  Büyükşehir  Belediyesinin  bu  yönde  çalışmaları  olumlu  bir  yöne  devriliyor. Ancak  insan  paylaşımı  arttırılmalı diye  düşünüyorum.
***

Uzun  süredir  Vezirköprü  Oymaağaç Köyünde  Nerik  Antik  Kenti  kazıları  yapılıyor. Kazı Başkanı Arkeolog Prof. Dr. Rainer C. CZICHEN: “Yaptığımız kazı çalışması alanında, Hitit din merkezinin olduğunu düşünüyoruz. Şu ana kadar bulduklarımız da öyle bir şeyin olduğunu gösteriyor. Burada özel Nerik yazısı bulduk. Yani şu anda yüzde 95 Nerik olduğundan eminiz. Nerik, Hitit kralları için önemli bir yerdir. Her sene burada birkaç festival yapmışlar. Hatta burada hava tanrıları için saygı göstermişler, törenler yapmışlar ve hatta kurbanlar bile kesmişler.’’ diye  belirtiyor.

Nerik  Antik  Kenti  ile  ilgili  bilimsel çalışmalar: ‘’Nerik, Kuzey Anadolu’da yaşayan Hattilerin en önemli merkezlerinden biridir. Hitit İmparatorluğu’nda asimile olan Hattiler; kült, din, mitoloji ve idare konularında Hititleri olumlu bir şekilde etkilemişlerdir. Eski Hitit Döneminde yazılan Hitit kanunlarına göre sadece dört şehrin; yani Hattuşa, Nerik, Arinna ve Ziplanda’nın vergi ödemesi gerekmiyordu. Böyle bir imtiyaz Nerik’in önemini öne çıkarmaya yetiyor. Hem İlluyanka efsanesi hem de Purulliyaş şenliği, Hititlerin en önemli şenliklerindendi ve Nerik’te yapılırdı. Nerik’in panteonu, özellikle Nerik’in hava tanrısı – aynı zamanda kral Hattuşili III’ ün özel tanrısıydı – ve Hititlerin önemli tapınaklarından biri olan Dahanga, Nerik’te bulunuyordu.’’ diyorlar.

Hititlerde  son çalışmalara  göre  18  bayram  tespit edilmiştir.   Bunlardan en önemlisi kuşkusuz Purulliyaş adı verilen bahar bayramıdır. Bu sözcük Hatti kökenlidir ve kök olarak "dünyanın" anlamına gelmektedir. Bu bayram çeşitli ayinlerle ve mitosların canlandırılması ve anlatılması ile kutlanırdı.
***

Vezirköprü  kentsel  kimlik  açısından  yeniden  değerlendirilmelidir.  En  kısa  sürede  Akademik  katılımlı  bir  ‘’Vezirköprü  Çalıştayı’’  yapılmalı,  kentsel  kimlik  ön  plana  çıkaracak  çalışmalar ve  yol  haritası  belirlenmelidir.

/Cem ŞAHAN
11.01.2015

9 Ocak 2015 Cuma

Samsun Sanayindeki Koca Yürekler

Bir Samsun Markası; PEDO

Sanayide ve ticarette ‘İstanbul dukalığından’ söz edilir. Baskındırlar. Ve her işi ve herkesi kendilerinin kontrolünde tutmak isterler. Bizim işadamlarımız eskiden üretebilmek ve ürettiklerini satabilmek için İstanbul’a ihtiyaç duyarlardı. Pazara açılmak öyle kolay değildi yani. Artık bilgi çağındayız.

Özellikle iletişim alanında yaşanan devrimle birlikte dünyanın en uzak ülkesi bile, bir işadamı için artık parmak ucundaki bir tuşun uzaklığı kadar yakın hale geldi. Benim köyümdeki bir çoban bile Afrika’nın bir köyündeki başka bir çobana o klavyenin bir tuşuna basarak koyun satabilir durumda artık. Günümüzde durum bu hale gelince, büyük fırsatın elinden kaçtığını anlayan İstanbul dukalığı, bu defa para gücünü kullanmaya başladı. Çok uluslu sermaye ise cabası.

Rekabet, günümüzde daha zor koşullarda yaşanıyor yani. Merve Sefa Güdül’ü tanır mısınız bilmem. Güdül ailesinin en genç fertlerinden biridir Merve Sefa. Güdül ailesinin işi toptancılık ve özellikle de gıda toptancılığı yapmaktır. Ama Merve Sefa Güdül “Sattığım bu ürünlerden birini ben neden üretmeyeyim ki” diyerek ‘Pedo’ markasıyla çocuk bezi üretmeye başladı. Ama bunu yapmak kâğıt üzerinde kolay da, gerçekleştirmek biraz yürek ister. Şöyle ki:

Merve Sefa Pedo’yu üretmek için hatırı sayılır ölçüde bir yatırım yapmış. “Ne var bunda” diyebilirsiniz. Televizyonlarda, gazetelerde ve radyolarda çok sayıda çocuk bezi reklamı görüyorsunuzdur. Bunların hemen hemen tamamına yakını çok uluslu sermayenin ürünüdür. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de üretim yapıp satıyorlar. Bu uluslararası sermayenin bir gün kafası bozulsa ve de “şu pedoyu aradan çıkarayım” diye düşünse ve bir süreliğine zarar etmeyi de göze alarak, fiyatlarını şöyle hatırı sayılır oranda düşürse ne olur dersiniz. Pedo gerçekten aradan çıkar o vakit.

Şimdi, Merve Sefa Güdül’ün çocuk bezi üretmek için aldığı kararı neden “yürek ister'' diye tanımladığımı anlayabildiniz mi? Bu sütunlarda zaman zaman sert siyasi eleştiriler okuyorsunuz. Bu eleştirilere yine devam edeceğim. Bazen işadamlarımızın hatalı kararlarını da burada yazarak en ağır eleştirileri yazacağım. Ama böyle cesur kararlar alan Merve Sefa Güdül gibi işadamlarımızı da sizlere tanıtmaya çalışacağım. Merve Safa Güdül, Samsun Sanayindeki tek ‘koca yürekli’ değil üstelik. Bizde daha çok var onlardan.

/ Ragıp GÖKER
10 Aralık 2014

8 Ocak 2015 Perşembe

Büyük Otel: Samsun’un ‘Anı Defteri’

Türkiye’nin ‘Divası’ diye anılan Bülent Ersoy’un, Antalya-İstanbul seferini yapan uçakta yaşattığı ‘Kemer Krizi’ medyada haber olunca, Bülent Ersoy’la Samsun Büyük Otel’de yaşadığımız iki anı aklıma geldi. İlk anı yaşandığında, o henüz ‘Bay Bülent Ersoy’du. 70’li yılların sonlarıydı.

Bülent Ersoy, Amisos Salonunun bulunduğu kattan lobiye doğru uzanan merdivenlerden inerken fotoğrafını çeken bir gazeteci arkadaşıma ‘Galiz küfürler’ savurmuştu. Bu çirkin duruma müdahil olan Rahmetli Albay Rahmi Saraç’la Bülent Ersoy’un yaşadığı tartışmaya tanık olanlardanım. Bülent Ersoy’un neden olduğu ikinci olay ise benim de içinde bulunduğum gazeteci gurubuyla yaşanmıştı. Mındıkoğlu’na kestirdiği günlerin ertesiydi. Ama kendisine henüz yeni nüfus cüzdanı da verilmediği için ona ‘Bay’ ya da ‘Bayan’ denilip denilmeyeceği bilinmiyordu. Bu haliyle sahneye çıkması da yasaklanmıştı.

Devlet kendisinin yeni durumunu tanımıyordu ama devletin temsilcileri onu sahnede izlemek için Büyük Otel’in Balo Salonu’ndaydı. Kimler yoktu ki; Zamanın Valisi Erdoğan Cebeci’de oradaydı, Emniyet Müdürü Kamil Acun da. Hata Cumhuriyet Savcısı ve Adalet Komisyonu Başkanı da davetliler arasındaydı. Devlet’in sahne yasağı koyduğu bir şarkıcıyı, devletin temsilcilerinin sahnede izleyecek olması bizim için iyi bir haberdi. Bülent Hanım gazetecilerin salona alınmasını istememişti. Biz ‘’Gireriz’’ diye ısrar edince. Önce Vali Bey, ardından Emniyet Müdürü ve diğer protokol mensupları program başlamadan o salonu terk ettiler. Biz salona girince de bir gurup hemen üzerimize saldırdı.
En önde Rahmetli Bahri Altay vardı arkasında ise ben. Darp edilmiştik, dolayısıyla Bülent Ersoy’dan ve olaya neden olan Termeliler Derneğinin yöneticilerinden şikayetçi olduk. Bu nedenle Saathane’deki Çarşı Karakolunda sabahladık. Şikayetçi bizdik ama her nedense Bülent Ersoy karakola getirilmemişti. Bülent Ersoy’un dışında kimleri konuk etmedi ki o otel. Ajda Pekkan’da konakladı, İbrahim Tatlıses’te. Ve aklınıza gelebilecek bütün ünlüler.

Siyasiler de o otelde kalırlardı. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve hatta Kenan Evren bile Büyük Otelde konaklamıştır. Bülent Ecevit, Deniz Baykal ve Erdal İnönü’nün de o otelde kaldığını bilirim ben. TRT’de, çekimlerini Samsun’da yaptığı bazı eğlence programlarını Büyük Otel’de çekmiştir. Bunlardan birisi Rahmetli Cenk Koray’ın sunduğu Tele Pazar’dı. Ki; o program çekilirken, verilen bir ara sırasında otelin Müdür Yardımcısı Türker Karataş’ın odasına gelen Cenk Koray, Kurtuluş Savaşımızın Galip Hocası olarak bilinen 3. Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ı kaybettiğimizi söylemişti.

Birçoğumuz, düğün ve nişan törenlerini otelde yapmıştır. Biz de oğlumun sünnet düğününü otelin ‘Havuz Başı’ bölümünde yapmıştık. Bugünlerde yıkımına başlanan Samsun Büyük Oteli Samsun’un 50 yıllık hafızasıdır. Bir dönem için Samsun’un ‘Anı Defteri’ gibidir yani. Keşke başka bir çözüm bulunup, otel yaşatılabilseydi. Yazık oldu.

/Ragıp GÖKER
08.01.2015