11 Şubat 2014 Salı

Milli Mücadele Yıllarında Dağköy

Bölgemizin Milli Mücadele yıllarındaki durumuna ışık tutacağına inandığım bu röportajı Aralık 1997 yılında yapmıştım. O zamanlar 19 Mayıs İlçe Kaymakamlığı tarafından çıkarılan 19 Mayıs Bülteninin 8. sayısında yayınlanmıştır. Önemine binaen köşemde yayınlamaktan onur duyuyorum.

Ve Bir Kadın Kahraman Fatma ÇAVUŞ

Adı: Dağköy 19 Mayıs ilçesinin en eski ilçesinin en eski köylerinden biri. Dahası yerleşim birimi olarak ilkelerden diyebiliriz. Dağköy deyince ilçe merkezinden kilometrelerce uzak bir köy akla gelebilir. Oysa bu köy ilçe merkezi ile sınır komşusu. Zamanında dört bir yanı gür ağaçlıklarla dolu bir ormanlık olduğu için Dağköy denilmiş. Aradan geçen yıllar içerisinde dağlar yerini tarlalara bırakmış. Ağaçlar kaybolmuş. Ancak köyün ismi hala o dağ ile yan yana yazılıp söylenegelmiş.

Köyün mazisi eskilere dayanıyor. Bu eskiler içerisinde kim bilir ne kadar tarihi olaylara şahit olmuştur. örneğin Milli Mücadele yıllarında çevresinde bulunan Rum Köyleri. Çevrede birkaç Türk köyü varsa bile derli toplu tek Türk Köyü olarak Dağköy varmış. Köy halkı çevre köylerdeki dağınık yerleşime karşı Dağköy deki toplu yerleşimin baskınlara ve düşman saldırılarına karşı hep birlikte mukavemet göstermek amacıyla gerçekleştiğini söylüyorlar. Ardından ekliyorlar dağınık yerleşime sahip olsaydık bugün burada olmazdık diyorlar.

Köyün yaşlıları geçmişte yaşadıkları mücadeleli yılları bugüne kadar anlatıp durmuşlar. İstemişler ki kendilerinden sonra gelenlerde bu tarihi geçmişi unutmayıp yaşatabilsinler.

Dağköy'ün özellikle Milli Mücadele yıllarındaki yerini Hızar dede Tekkesini de aynı gün köy muhtarı Hasan Çevik ve birkaç köy vatandaşı ile ziyaret edecektik. Hele büyük bir övgü ile anlatılan Fatma Çavuşun kabrinin başına gidebilmek o anki isteklerimizin başında geliyordu.

O günleri yaşayanlar anlattıkça açılıyor Osman Ulusoy (80) ve şimdi dünyada olmayan büyüklerinden dinleyen ikinci nesilden Dağköyü dinliyoruz;

Köyümüz ilk kurulurken Çarşamba tarafından üç kardeş geliyor. Köyün ortasında su akıyor o zamanlar. Şimdi ki çeşmenin çevresine kardeşlerden biri mesken kuruyor. İmammış kendisi buradakilere daha sonra İmamoğulları diye hitap ediliyor. Kardeşlerden biri hayvancılıkla uğraşıyor. Köyün üst kısmını uygun buluyor onlara da Kocak Ahyaoğulları deniliyor. Üçüncü kardeşte Hacıoğulları lakabıyla tanınıyor.

Kurtuluş savaşı yıllarında yani bir bakıma komşuluk yapmışlar. Yunanlılar ülkemize saldırınca buralardaki Rumlarda bundan cesaret alarak aralarında çeteler oluşturuyorlar. Bu çeteler Türk köylerine saldırıp katliam yapmaya başlıyor. Bizde böyle bir beklenti olmadığı için önceden hazırlık bile yapılmamış. Fakat Türk'lerin doğuştan ölüme kadar asker olduklarını unutmuş olmalılar ki böyle bir işe cüret ediyorlar.

Büyüklerimiz ve eli silah tutanlarımız hep Yunan harbine gittikleri için köyde çocuklar kadınlar çocuklarını emziremez olmuştu. Mısır somağını el değirmeninde öğütüp un ediyor onu ekmek niyetine yiyorduk. Genellikle herkesin içi rahatsız olmuştu. O baskın gecesi köyün yukarısındaki Sertağ'ın evine saldırmışlar Sertağ'ın hanımını öldürmüşlerdi. Sonra evi ateşe verdiler. Evde Sertağ'ın gelini ve çocukları da varmış. Gelin 2-3 yaşındaki çocuğunu kurtarmak bahanesi ile evin bahçesine atıyor. Çocuk bahçede çit kazığına çakılıyor. öldürmeyen Allah öldürmüyor işte kadın aşağıya iniyor öldü diyerek çocuğu sırtına alıyor ve yürüyüp gidiyor. İbrahim dede sözlerinin burasında duruyor işte o çocuk bugün yaşıyor görmek ister misiniz diyor. Tarihin canlı şahidini kim görmek istemez diyoruz elbette görmek isteriz diyoruz.

İbrahim dede ve yanındakiler heyecanla anlatmaya devam ediyorlar. Bizim bir Fatma Çavuşumuz vardı. Bu kadın çok cesur ve kahramanca savaştı. Köyde kim varsa onlara hem taktik verdi silahını doğrultup karaltıyı vuruyor. Yanına da gidemiyor tabi. Çünkü siperde bekliyor yorgun uykusuz beklide yarı aç ertesi gün şafakta gidip bakayım kimmiş bu gecenin parola bilmeyen insanı diyor. Eyvah birde ne görsün.

Bakıyor ki ağlıyor. Fakat ne çare. Bu olaydan sonra Fatma Çavuş daha bir bilevleniyor çetelere. Aman verdirmiyor tam 15 yıl.

Yine başka bir geceydi. Çok sayıda Rum çetesi köyümüze baskın yapmışlardı hücum dediklerini zannetmişler kaçışmışlar. Bu olay yıllarca hep böyle anlatıldı ve anlatılıyor.

Fatma Çavuş'tan biraz söz etseniz diyoruz; Fatma Çavuş 35 yaşında idi kocası seferberliğe gitmiş bir daha dönmemişti. 10-15 sene köyümüzü müdafaa etti. Erkek gibi bir kadındı çiftçilik yapardı. Tabakadan tütün sarar belinde silahı kahvehaneye gelir otururdu. Onun yanında öyle boş ve laubali konuşma yapma cesaretini kimse gösteremezdi Ona Ankara'dan Çavuşluk unvanı geldi. Ankara'ya bizzat Gazi Mustafa Kemal tarafından çağrıldı. O günün şartlarına göre gidemedi.

Fatma Çavuş Dağköy'ün efsanesi kahramanı haline gelmiş. Kime sorsanız büyük bir heyecanla onu anlatıyor. Kelimeleri seçe seçe üstelik onu anlatmaya başlamadan önce kendilerine bir çeki düzen vermeyi unutmuyorlar.

İbrahim dede katılıyor söze ilginç bir olayı naklediyor bize 1946 larda uçak sesi duyduğumuzda yaşlılarımızla beraber korkudan perdeleri kapatır sakallı insanlar gördük. Ellerinde silahlar adeta bize karşı mevzileşmişlerdi. Korktuk ve saldırıdan vazgeçtik. Eğer onlar olmasalardı çok daha fazla baskın yapacaktık böyle diyordu şahıs. Bu yeşil sarıklılar manevi ordulardı. Bunları duyunca o günlerimizde yalnız olmadığımızı anlamıştık.

Rum mezaliminde şahit olduğunuz zulümler ne diye soruyoruz; Camilere insanları doldurup ateşe verdikleri hem de çekinirdik diyerek anlatıyorlar.

95'lik Osman İşal' da o yılları anlatırken duygulanıyor. Babam ben çocukken seferberliğe gitti bir daha dönmedi zaten gitmeyen yok gibiydi dönende pek olmazdı. Kıtlık çok şiddetli idi yoksulluk içinde idik. Düşman (çete) korkusundan ne tarlamızı ekebiliyor ne de ektiklerimizi hasat edebiliyorduk. Hem çetelere hem de kıtlığa karşı savaşmak zorundaydık.

Dağköy'de yaptığımız ziyaretlerin en anlamlısı Fatma Çavuşun kabrini ziyaret etmek oluyor. Briketle yapılmış bakımsız bir kabri var. (Daha sonra kabir 1998 yenilenerek yapılmıştır) Oysa resmi bayramlarda Fatma Çavuş atına biner öylede olsa zaman bitmiş değil henüz mezar taşında Fatma Çavuş 1313–1963 yazıyor.

Annesi bahçe kazığına çakılan oğlu Hasan'ı omuzladığı gibi kanlar içinde atıyor sırtına gidiyor. İşte bundan sonra sonrasını Hasan Ulusoy'dan dinliyoruz. Ulusoy'u hasta yatağında ziyaret ettik ne kadar hasta olursa olsun o günler hatırlatılınca hastalığını unutuyor Hasan dayı o anlatıyor biz dinliyoruz. Daha bu anlattıklarım bir şey değil saatlerce konuşabilirim bu konuda diyor. Yaşayan tarih sanki her bir olayı günü hatta saati ile birlikte hatırlıyor. Henüz sorumuz bitmeden konuşuyor Sizin hikâyeniz enteresan anlatır mısınız diyoruz. Anlatmaya başlıyor;

Babam Dumlupınar'da savaşıyor yaralanıyor hastanede yatıyor yarası ağır hadi git memleketine iyileşince cepheye dönersin diyorlar. Geliyor onu bekleyen daha farklı savaş var köyünde orada düşmanı karşısında görebiliyordu burada yeri tabi kan kaybediyorum. Annem usulca yanındakilere Hasan ölmemiş çok şükür yaşıyor diyor. Komşuya getiriyor beni açıp bakıyorlar ki kasığımda yara var. Hacıoğullarından İbrahim Ersoy tebdili havaya gelmiş babamla bana sizi ben tedavi yapacağım diyor.

Babamın Dumlupınar'da bir elini şarapnel parçası götürmüş. O zamanlar doktorların ekserisi Ermenilerden oluşuyor. Ermeni doktorlar tedavi yerine sakat bırakıyorlarmış. Eli ayağı ağrıyanın bile elini ayağını makastan keserlermiş ki bir daha işe yaramasınlar gözü ağrıyanın gözünü çıkarırlarmış. Hep tedavi niyetine yaparlarmış bu zulmü. Yani beni doktora götürseler yaşamayacakmışım. Çünkü doktor Ermeni imiş. Sonraki yıllarda bu yüzden sakat yaşayan birçok insanlar gördüm.

Hacıoğullarından İbrahim tedaviyi harpte öğreniyor solucan topluyor temiz bir kaba su koyuyor içine de solucanları atıyor solucanlar burada ölüyor ölenleri tereyağı ile karıştırıp kıyıyor. Bu şekilde yaptığı merhemle tedaviyi sürdürmüş ve sonunda yara iyileşiyor.

Hasan Ulusoy bu yarayı açıp gösteriyor bize işte diyor tam şuramda kasıklarımda. Ben onu o yıllardan kalma şeref izi olarak taşıyorum. Hasan Ulusoy şimdi 80 yaşında geride kalan 77 yıl evvelini hala o günü yaşar gibi aktarıyor bize.

Dağköy deyince akla ilk gelen yine ormanlarla çevrili bir köy oluyor. Oysa şimdi Dağköy tarih köy olarak karşımızda duruyor

Musa Dede ile Hüseyin dede Türbesi briket duvarlarla muhafaza altına alınmış. Halk yağmur duası için köyün üst ve yüksek kısmında bulunan Musa Dede kabrinin bulunduğu yere gidiyor. Özellikle kuraklıklarda tekrarlanıyor bu olay. Bazıları burada gece vakti nurlu bir insanın ibrikle abdest alırken gördüklerini de anlatıyor.

Yakın tarihimizin sayfalarını açmanın mutluluğu ve bu vatan için canını ortaya koyanları bir kez daha yad etmenin huzuru ile Dağköy'den ayrılıyoruz. Onlar görevlerini yerine getirdiler. Şimdi sıra bizde

NOT: Bu röportajın yaptığım 1997 yılında Hasan Ulusoy 1 yıl sonra,  İbrahim Biçer ve Osman İşal 5 yıl sonra vefat etti. Fatma Çavuş'un Kabri de köylüler tarafından 5 ay sonra yeniden yapıldı.

Bu köyümüzün yakın tarihimize ait taşıdığı izlerin yeniden canlandırılarak bugünle tanıştırılıp yarınlara taşınması dileğiyle.
/Ahmet SEVEN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder