10 Şubat 2014 Pazartesi

Mehmetçik Kabe'yi Hasancık Da Rumeli'yi Korudu

Askere "Mehmetçik" kelimesini ilk kullanan Mekke savunması sırasında Bulgar Türkü bir Osmanlı komutanıdır. Mehmet, Hazreti Muhammed'e atıfla ulaşılan bir isimdir. Mehmetçik de, Muhammedi'in toprağını koruyan anlamındadır. İşte, bizim "Hasancık" da, Rumeli toprağını koruyor. Elinde silah, bileği kalın, adil bir adam ama "eşkıya"...

Bu seferki durağım, Samsun Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Sam-Ulaş'ın Genel Müdürlüğü... Görüşeceğim kişi, Sam-ulaş Genel Müdürü, Samsun Mübadele Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, Samsun'daki Kent Müzesi ve Alaçam'daki Mübadele Müzesi'ndeki bir çok derlemenin, eserin üzerinde emeği bulunan, Drama Köprüsü'ndeki yazıları derleyen, mübadil, araştırmacı bir yazar, Çalı Harmanı ve Mümin Bulut kitaplarının sahibi Akın Üner...

Akın Bey, Samsun'da; hatta Türkiye genelinde mübadele denilince ilk akla gelen isimlerden. Nerede mübadele ile ilgili bir konu konuşulsa, söz dönüp dolaşıp kendisine geliyor.

Sam-Ulaş’taki makamında misafir ediyor bizi. Akın Bey yoğun, projelerle, ring hatlarıyla uğraşıyor. Bunca işin arasında bize vakit ayırdığı için ilk olarak kendisine teşekkür ediyorum. Çaylarımızı söylüyoruz ve başlıyoruz sohbete... Ama önce daha mühim bir işimiz var... Akın Bey ilk kitabı Çalı Harmanı'nı benim için imzalıyor.

İmza faslından sonra, başlıyoruz sohbete...

Önce gemilerle Samsun'a gelen mübadillerin yaşadıkları sıkıntılar ve korkulardan konuşuyoruz. Binlerce insanın hiç bilmedikleri bir coğrafyaya, hiç bilmedikleri bir yere gitmeleri esnasındaki hislerini anlatmaya çalışıyor Akın Bey...


Balık Nedir, Gemi Nedir Bilmezler
Akın Üner anlatıyor: "Selanik İzmir'e benzer, Kavala da Samsun'a çok benzer, aynı şekilde Sarışaban da Tekkeköy'e çok benzer. Mübadele öncesi büyüklerimizden, deniz kenarında oturan azmış. Genelde dağ köylerinde otururlarmış. O yüzden dere balıkları hariç, balık bilmezler, gemi bilmezler.  Böyle bir kültürden yetişme, orman kültürü ile tütüncülük dışında tarım da çok bilmeyen, okuma yazma oranının düşük olduğu bir toplumdan bahsediyoruz mübadele döneminde. Bu toplumda herkes "kahya", "ka" oradan geliyor, ana meslek hayvancılık ve tütüncülük.


Katliama Uğramaktan Korkuyorlar
Bu kültürde yetiştirilen birinin, deniz yoluyla göçe zorlanması çok ilginç bir şey, farklı bir psikoloji. Yok olma korkusu var. Mesela, gelirken, "bir Yunan gemisi torpil atsa ne olur" diye düşünüyorlar. Katliama uğramaktan çok korkuyorlar. bu korkularında da haklılar.  Bir taraftan gideceğin yerden korkuyorsun... Ama kalınca da ne olacağını bilmiyorsun.

Çünkü yanı başında yaşanan katliamlar var. Yunanlılardan çok çekmemiş bizimkiler belki ama Bulgar ordusundan çok çekmişler. Anlatılan Bulgar zulümleri doğrudur. Zulümlerin arasında, adam öldürmek de var tecavüz de var. Çünkü Bulgar ordusu eşkıya sürüsü. Bizim ailelerimiz, Rumlardan çok konuşmazlar. Çünkü Rumlarla çok karşılaşmamışlar. Ama Bulgarlardan çok çekmişler.


Çalı Harmanını İşkencesi Bulgarların
Bulgar ordusu Osmanlı'ya başkaldıran, yok sayan bir ordu. Ayaklanma kültüründen gelen bir ordu, Dağ eşkıyalarından oluşan bir yapı. Bu nedenle katliama, tecavüze çok müsait bir yapısı var. Çalı harmanını yapanlar genellikle Bulgarlar. Dünyaya bu işkence tekniğini kazandıran Bulgarlar. Bununla, erkeklere zulmediyorlar.  Çalı harmanında olay şu, Türk köyleri silahsız olmaz. Anlamı illa isyan değil, günlük yaşamda kullanıyorsunuz, kurttan çakaldan korunmak için evinde bulunuyor. Bu gelenek hala devam ediyor. Türklerde bir silah sevgisi var. Tabi bu durum Bulgarların hoşuna gitmiyor. Ve silahları toplamak istiyorlar.


Çalıları Özellikle Kadınlara Toplatıyorlar
Açlık da var bir yandan. İnsanlar yiyeceklerini saklıyorlar silahlarla birlikte. Bulgarlar da açlıktan etkileniyor, köylerden ne bulursa alacak vaziyetteler. İlk olarak silahları ve buğdayı istiyorlar. Vermeyince de tüm herkesi camide topluyorlar. Kadınlara kara çalı dediğimiz çalıyı toplatıyorlar. Çalıları harman yeri tabir edilen düz yere koyuyorlar. Hepsini bir araya getiriyorlar.  Sonra erkekleri çıplak ayakla yürütüyorlar. Ayaklar feci şekilde kanıyor. Düşünün, kocası kadının kendi elleriyle topladığı çalının üstünde yürüyor. Aynı şekilde babası, kardeşi... Ayaklar kan içinde, böyle olunca ister istemez de başlıyorlar konuşmaya. Çalı harmanı dediğimiz olay bu"


"Debreli" Değil, "De Bre" Hasan
Akın Bey'in kitabına da ismini veren "Çalı Harmanı", yüreğimizi burkuyor. Çalı harmanının nedenlerini tartışırken, söz o dönemdeki çetelere, çetelerden dağlara, dağlardan da doğal olarak Debreli Hasan'a geliyor. Akın Bey, konuya girer girmez, herkesçe yanlış bilinen bir noktayı es geçmiyor: "Miraç Bey, aslında o Debreli Hasan değil, De Bre Hasan'dır. Herkes Debre diye bir yer zanneder ama değildir"

Ve başlıyor Debreli Hasan ile ilgili bilinenleri anlatmaya... Bilinenleri diyorum, çünkü Debreli Hasan ile ilgili o kadar çok hikaye, o kadar çok iddia var ki, hepsi birbirinden farklı... Akın Bey, en damıtılmış, kabul görmüş ve çeşitli kaynaklardan da teyit edilmiş bir Debreli Hasan portresi çiziyor bize:


Ciddi Bir Otorite Boşluğu Var
"O dönemlerde dağlarda otorite boşluğu var. Birinin otorite kurması lazım. Devlet yok, devlet şehir merkezinde var. Dağlar boş. Çeteler cirit atıyor.  Askere gidiyorsun, Anadolu'da Milli Mücadele başlamış. Bakıyorsun Kavaladakiler, imkanını bulan Anadolu'ya gitmiş, Milli Mücadele’ye destek vermek için. Bir kısmı da 1. Dünya Savaşı yıllarında  farklı cephelerde savaşmış, köyüne geri dönmeyip Milli Mücadele kadrosunda yer almış. Zaten tarihe baktığınızda, Milli Mücadele kadrolarının yüzde 90'ı Selanik ve çevresindendir. Subay yetiştiren okullar hep Rumeli'dedir. İnsanların çoğu askere gitmiş. Haber alınamıyor. Şehit mi, savaşıyor mu... Bilinmiyor. Birileri bir otorite kurmalı.


Debreli Hasan Bizim İçin Hep 'Hasancık'tır
Eşkıyaların üzerinde, bir tane Debreli Hasan ortaya çıkıyor. Ancak, Debreli Hasan'ı tüm halk seviyor. Türkler, Arnavutlar, Makedonlar. Debreli Hasan türküsünün Türkçe, Makedonca, Arnavutça versiyonları var. Örneğin Hasan ismi Rumeli'nde çok yaygındır.  Debreli Hasan türküsündeki "Debreli" kısmı da aslında "De Bre" Hasan'dır. "Söyle be Hasan" anlamındadır. Debre isimli çok yer var Rumeli'nde, köyler var. Ama Hasan oralardan değil.  Belki de birden çok Hasan vardı. Ama, Debreli Hasan, bizim için Hasancık'tır. Yanında Kara Kedi denilen birisi var.  Köylerde hep "Hasancık" deniliyor. Tıpkı Mehmetçik gibi. "Cık" bizde bir sevgi ifadesidir.


Hasan'ın Demirci Mehmet Efe'den Hiçbir Farkı Yok
Askere "Mehmetçik" kelimesini ilk kullanan Mekke savunması sırasında Bulgar Türkü bir Osmanlı komutanıdır. Mehmet, Hazreti Muhammed'e atıfla ulaşılan bir isimdir. Mehmetçik de, Muhammed’in toprağını koruyan anlamındadır. İşte, bizim "Hasancık" da, toprağını koruyor. Bizim efelerden, Demirci Mehmed Efe'den hiçbir farkı yok. Elinde silah, bileği kalın, adil bir adam ama "eşkıya"... Dağda yaşıyor. Zengin adam her zaman güçlüdür, devlet otoritesi de yoksa hemen zulme başlar. İstediğini oğluna gelin alır, istediğinin toprağına el koyar. Bu gibi ağalara karşı, diğer kötü eşkıyalara karşı, asker kaçaklarına karşı, Müslüman köyleri koruyan, sevilen; adalet dağıtan bir figür aslında Hasancık.


Yunanlılar Da Hasan'ın Varlığını Kabul Ediyor
Herkesin hafızasında farklı... Biraz muhafazakar bir Mübadile göre neredeyse bir ermiştir. O'na kurşun işlemez, duası kuvvetlidir, 5 vakit namaz kılar, Allah'a çok yakındır. Onun kadar muhafazakar olmayan biri için de Hasancık, rakı içer, dellenir, dağıtır. Herkesin Hasan'ı farklıdır yani. Ama hepsi için de Hasancık'tır o. Böyle birisinin olduğu belli. Eski Rumlar da kabul ediyorlar. 1. kuşak Yunanlılar böyle birinin olduğunu biliyorlar. Hafızalarında bir Hasan figürü var. 'Hasancık' var diyorlar, "herkes korkardı" diyorlar. "Drama Mahpusu’ nu bre Hasan evin mi sandın" diyor türküde mesela. Hasanla ilgili önemli bir izdir bu türküde bahsedilen. Söz konusu köprüyü araştıran bir Yunanlı tarihçi, Nusratlı Köyü'ndeki Romalılardan kalma su kemerinin bu köprü olduğunu söylüyor"


Debreli Kendi Elleriyle Gelin Ediyor Sevdiğini
Debreli Hasan ile ilgili bir de hikaye anlatıyor Akın Üner... Ancak hikaye, o kadar sıcak ki; o anlatınca bizim yüreğimiz "cız" ediyor. Çünkü, Debreli Hasan, sevdiğini "kendi elleriyle" gelin ediyor... İşte Akın Üner'in ağzından, Debreli Hasan'ın hikayesi:

"Hasan'ın gönlünü kaptırdığı bir kız var. Seviyor. Sürekli sevdiği kızın köyünü etrafında dolaşıyor. Hasan, Rum subaylar tarafından aranıyor. Tabi Rumlar da biliyorlar Hasan'ın kızı sevdiğini, köye gelmesini bekliyorlar. Debreli Hasan, zor bir karar veriyor. "Bu Rumlar, kızcağıza benim yüzümden bir kötülük ederler" diye düşünüyor. Kızdan ayrılıyor ve köyden kızı isteyen bir başka talibiyle zorla evlenmesine neden oluyor. Kızın kalbi kırılıyor tabi ki.


Damadı Vuracak Sanılırken...
Düğün vakti geliyor. köyde davullar zurnalar çalıyor. Kazanlarda pilavlar, yemekler pişiyor. Birden, düğünün ortasında ormandan atlılar geliyor, ellerinde tüfeklerle. Hasan, atını meydana sürüyor. Gelinle damadın yanına kadar geliyor. Herkes, Hasan'ı damadı vuracak, düğünü kana bulayacak diye düşünürken, 7 tane beşi bir yerde altın çıkarıyor cebinden ve kıza takıyor. Tebrik ediyor. Dama da da, "Emanetime sahip çık" diyor ve düğünden aynı hızda ayrılıyor"


Yeni Bir Selanik Masalı
Akın Bey'le sohbetimiz devam ediyor, mübadele ile ilgili önemli dipnotlar elde ediyorum... Hepsini tek tek araştırmak için not alıyorum... Bu dizide de yol gösterici oluyor bu notlar. Konu Çalı Harmanı kitabına geliyor, biraz kitap hakkında konuştuktan sonra Akın Bey yeni kitabından da bahsediyor... Henüz tasarım aşamasında olduğu için kitabın konusunu burada yazmam doğru olmaz ama beni şimdiden meraklandırdığını da söylemeden geçemeyeceğim... Yine bir Selanik hikayesi desem ip ucu için yeterli olur sanırım...


Çalı Harmanı Okumaları
Şimdi dönelim ilk kitaba... Yazı dizisine başlamadan önce önemli sayılabilecek ölçüde okumalar yaptım. Mübadele tarihi, mübadelenin sosyolojik etkileri üzerine yazılan kitaplardan tutun da, internet üzerinde yayınlanmış makalelere kadar çok sayıda yazıyı okumaya çalıştım. İlk olarak da Akın Bey'in Çalı Harmanı kitabını okuyarak, mübadelenin karakterler üzerindeki etkisini anlamaya çalıştım. Çok da etkili oldu. Akın Bey, romanında akıcı bir dil kullanarak, olayları birbirine şaşırtıcı bir şekilde bağlayarak, çok güzel bir eser ortaya koymuş...


İki Tarafı Da Anlatan Bir Kitap
İşte Akın Üner'in ilk yayımlanan kitabı Çalı Harmanı, Selanik'ten İzmir'e; Samsun'dan Kavala'ya bir dizi olayı farklı bakış açılarıyla, her iki kesimin gözünden, muhteşem bir kurguyla anlatıyor. Ayrıca kitapta, Hristiyan ve Müslümanların, savaş öncesi nasıl kardeşçe yaşadıklarına, birbirleriyle ortak paydada nasıl buluştuklarına sıkça yer veriliyor... Bunu yanı sıra doğdukları toprakları terk etmek zorunda kalanların, dağlarda bağımsızlık için savaşanların, ticari yaşamı için dinini gizleyerek yaşamak zorunda kalanların, sırf inançlı oldukları için katledilenlerin, tecavüze uğrayanların hikayelerini anlatıyor Akın Bey...


Kitaptan Çarpıcı Bölümler
İşte o hikayelerden gerçeklik payı bulunan, hatta Akın Bey'in kitap hakkında konuşurken söylediği gibi, "yaşanmış, sadece isimleri ve mekanları değiştirilmiş" olaylar zincirinden çarpıcı bölümler:

* "Kaptan Hristo: Pontus'a kan düştü Andreas... Kan kokusu olan yere bereket gelmez! Artık akan kanı durdurmak lazım... Bizim öldürdüklerimiz, beş asırlık komşularımız. Bizi öldürenler de öyle..."

* "Bir süre geçince yol boyunca sıra sıra dizilmiş kavak ağaçlarının arasından, uzaklardaki köyler seçilmeye başladı. Kimisinde küskün bir cami minaresi, kimisinde de bezgin bir çan kulesi. Bakımsız köy evlerinin arasından kendini gösteriyor. Adeta yoldan gelip geçenlere sakinlerinin yaratana yakarışlarındaki farkı haykırıyordu. Fukaralığın ve acıların güçsüz düşürdüğü köyleri birbirinden ayıran tek fark, belki de mescitlerinin değişik mimarilerinden ibaretti. Rum ve Türk köyleri bu acınası görünüşleri ile adeta aynı mezarlıkta yatan birisi Müslüman diğer Hristiyan gömülmüş iki komşu gibi görünüyorlardı"


Ne Zaman Osmanlı Geldi, Kilise O Zaman Huzur Buldu
* "Ama abla, hürriyet olmadan kiliseler nasıl yaşayacak?" diye itiraz etti Andreas. "Müslümanların hakimiyetinde nasıl Ortodoksluğa yaşatabiliriz ki? İlk azizlerinden bu yana Hristiyanlar bu topraklarda hep acı çektiler. Sürgünler, katliamlar, işkenceler... Sen hiç Kapadokya'ya gittin mi, orada ilk Hristiyanların kiliseleri var, hepsi yer altına saklanmış. Neden? Yada Trabzon'daki Sümela Manastırı'nı gördün mü hiç, atalarımız o manastırı neden yüksek dağlara yapmışlar hiç düşündün mü ? Eğer özgürce ibadet edebilseler, hiç yerin dibine yada dağların zirvelerine saklanmaya gerek görürler miydi? Ne zaman Osmanlı geldi, Ortodoks Kilisesi işte o zaman huzur buldu"

Andreas dayanamadı, yaşlı kadının sözünü kesti: "Osmanlılar Müslüman ama..."

"Bu doğru değil Andreas. Padişah Müslüman olabilir ama Osmanlı hiçbir zaman yalnızca Müslümanların devleti olmadı. Sen Osmanlı zamanında dağlarda yada mağaralarda saklanmış bir kilise inşa edildiğini duydun mu?"

Andreas bütün bunları bir başka Rum'da yada Ermeni'den duysa hemen karşı çıkar, tavır koyardı ama Abla'ya hürmeti vardı susmayı tercih etti. Zaten çoraplarından birisi kadının elindeydi... Elinden alıp gidecek hali yoktu ya?

"Yahudiler, Müslümanlar, Ortodokslar" diye devam etti abla, "Osmanlı hepimizin devletiydi ama son zamanlarda bizler yabancıların oyuncağı olduk. Kendi devletimize ihanet ettik"


"Komşi Bizim Allahlarımız Aynı"
Akın Bey'le yaklaşık 1 buçuk saat süren sohbetimizi sonlandırıyoruz... Akın Bey, çıkmadan önce, giderayak bir hikayeden bahsediyor. Hikayenin kahramanı öyle bir şey söylüyor ki, belki de mübadele ile ilgili sayfalarca yazılamayacak, anlatılamayacak şeyleri özetliyor. İşte Akın Üner'in ağzından o kısa hikaye:

"Bir gün bir gezide, yaşlı bir teyzemizi görüyorlar. Teyze Rum. Gezidekiler, teyzeyle konuşmak istiyor, biraz da ağır işitiyor. Rehber, hemen Rumca'ya çevirmeye çalışıyor. Teyze, tercümana kızıyor, elindeki bastonu kaldırıp, başlıyor Türkçe konuşmaya. Oradakilerden birisine sarılıyor ve diyor ki, "Komşi, bizim Allahlarımız bile ayni, sadece peygamberlerimiz farklı"

Gemiyle gelenlerde yok olma korkusu var. Mesela, gelirken, "bir Yunan gemisi torpil atsa ne olur" diye düşünüyorlar. Katliama uğramaktan çok korkuyorlar.

Akın Bey, konuya girer girmez, herkesçe yanlış bilinen bir noktayı es geçmiyor: "Miraç Bey, aslında o Debreli Hasan değil, De Bre Hasan'dır. Herkes "Debre" diye bir yer zanneder ama değildir"

Düğün vakti geliyor. köyde davullar zurnalar çalıyor. Birden, düğünün ortasında, ormandan atlılar geliyor, ellerinde tüfeklerle. Hasan, atını meydana sürüyor. Gelinle damadın yanına kadar geliyor. Herkes, Hasan'ı damadı vuracak, düğünü kana bulayacak diye düşünürken...

Debreli Hasan'ı tüm halk seviyor. Türkler, Arnavutlar, Makedonlar. Debreli Hasan türküsünün Türkçe, Makedonca, Arnavutça versiyonları var. Örneğin Hasan ismi Rumeli'nde çok yaygındır.

"Kaptan Hristo: Pontus'a kan düştü Andreas... Kan kokusu olan yere bereket gelmez! Artık akan kanı durdurmak lazım... Bizim öldürdüklerimiz, beş asırlık komşularımız. Bizi öldürenler de öyle..."

Teyze, tercümana kızıyor, elindeki bastonu kaldırıp, başlıyor Türkçe konuşmaya. Oradakilerden birisine sarılıyor ve diyor ki, "Komşi, bizim Allahlarımız bile ayni, sadece peygamberlerimiz farklı"


Yarın : 350 Kırmızı Liraya "Üç Han" Satın Alan Mencenos'lu Hacı Osman Ve Gizlice Rumları Dinleyen Halil Efendi

/Miraç ÖZTÜRK
10 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder