3 Şubat 2014. Saat: 17.40. Samsun Atakent
sahillerinde yürüyorum. Sahil alabildiğine güzel; bir tarafta ışıklar içinde
pırıl pırıl ama sessiz, hissiz, tepkisiz taş binalar. Öbür tarafta içten içe
kaynayan, kabaran, köpüren, adına inat, beyaz köpüklerle sahili döven
Karadeniz. Ve denizle kara arasındaki ince çizgide, kendi kaderine ilgisiz
insanlarla, kendi sınırlarını zorlayan deniz arasında, geçmişin gururu, halin
ıstırabı, geleceğin korkusu arasında kıvranan ben…
Gökyüzü puslu; uzağı, çok uzağı görmüyorum, ama
gördüğüm kadarıyla Karadeniz kaynıyor. Köpürüyor, patlıyor, çatlıyor,
sınırlarını parçalıyor, sahile yükleniyor. Sanki yollar üzerinden, dağlar
üzerinden atlayacak Akdeniz’le kucaklaşacak. Sanki Cebel-i Tarık’ı paramparça
edecek okyanusa varacak ve okyanusa hükmedecek. Barbaroslar, Turgut Reisler,
Kurdoğlu Muslihittinler, Seydi Ali ve Piri Reisler dirilmişler ve deryaya
hükmetmekteler.
Bir içli, bir hisli türkünün sözleri gelip bir
kurşun gibi oturuyor yüreğime. 1917’lere gidiyorum. Nuri Killigil Paşa’nın
komutasında Mavera-i Kafkas orduları Bakü’ye giriyorlar. Ve Azerbaycan Türkleri
Bakü sokaklarında Türk ordusunu çiçeklerle ve o harika türküyle karşılıyorlar:
“Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türkün bayrağına/ Ah
ölmeden bir görseydim düşebilsem toprağına/ Sırmalar taksam koluna/İnciler
dizsem yoluna/Fırtınalar dursun yana/Yol ver Türkün bayrağına.”
Kim söylerse söylesin şarkı güzel; sözler güzel,
makam güzel. Ama Nesrin Sipahi bir başka söylüyor. Çünkü kendi de güzel, gönlü
de güzel, özü de güzel. Eve geliyorum ve ben o muhteşem türküyü o muhteşem
insandan dinliyorum. Bir Kırım Türküdür gençlik yıllarımın yıldızı Nesrin
Sipahi. Gençlik yıllarımızda ona ve o türküye hayran, Türklüğe kurbandık
biz. Şarkı da onu söylüyordu zaten:
“Ayrı düştüm dost elinden/ Yıllar var ki çarpar sinem/ Vefalı Türk geldi yine/
Selam Türkün bayrağına/ Kurban Türkün bayrağına.”
Karadeniz kaynıyor; Karadeniz köpürüyor ve
Karadeniz karaya saldırıyor. Kara, kanlı ve karanlık çizmeler altında
çiğnenmiş. İhanetin baltalarıyla paramparça olmuş. Kara karanlık, kara kirli,
kara çaresiz. Kara ile deniz arasındaki bu kavganın galibi belli, bu kavganın
galibi; Karadeniz. Bizim deniz, kısacası
biziz. Denizlerin hakimi olan biz, toprağın sahibi olan, Milli Mücadeleyi
yapan, yedi düveli meydan okuyan ve bu kutsal topraklardan kovan biz. Yıkılan
bir imparatorluğun külleri arasından yeni bir devlet çıkaran, tarihin
geçmişinden gelip geleceğine giden bir büyük millet olan biz Türkler.
Bir daha dinliyorum Nesrin Sipahi’yi ve bir daha
iman ediyorum bu milletin geleceğine. Cemil Bayık tehdit etmiş! Selahattin
Demirtaş haddini aşmış. Üç beş çapulcu Türkmen yurdu Güneydoğu Anadolu’da
soytarılığa soyunup akıllarınca “paralel devlet” kurmaya kalkışmış. Vız gelir
tırıs gider. Karadeniz kabarmayı görsün. Karadeniz köpürmeyi görsün. Tüm
pislikler bir kenara atılır ve ortalık
süt liman olur. Deryalar ihanetin ve gafletin pisliklerini uzun süre içinde
barındırmaz. Er veya geç kusar ve dışarıya atar.
/Osman KARA
04.02.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder