Mübadelenin izlerini her sokağında yaşayan bir kent
Alaçam, evleriyle, sokaklarıyla mübadeleyi yaşamış canlı bir müze. İşte
hikayeler de, bu müzede başlıyor…
Mübadele denilince, Samsun'da akla gelen ilk
yerlerden birisi Alaçam, aynı zamanda
mübadelenin "müzesini" kurmuş bir yer. İlk durağım o yüzden
Alaçam oluyor.
Alaçam tam anlamıyla bir mübadil kenti...
Sokakları, evleri, dokusu en önemlisi de
vatandaşların birçoğunun kendi aralarındaki
konuşmaları dikkat çekiyor. Çok fazla belli olmasa da, Rumeli'ye özgü
bir kaç kelime de olsa yolda yürürken
duyabiliyorsunuz.
İlk mübadiller, Samsun'daki zorunlu konaklama
döneminin ardından, Alaçam'a gelip
yerleşiyorlar. Alaçam, Rumların yoğunlukta yaşadığı bir nahiye o
zamanlar.
Mübadele ile gelenler Rumların bıraktığı evlere,
yerleşiyorlar. Bu yerleşme sırasında,
ilk gelenler şanslı olurken, sonradan gelen mübadillere samanlıklara,
küçük kulübeler kalıyor. ..
Hatta anlatılanlara göre, Rumeli'de konakta yaşayan
10-12 kişilik kalabalık aileler
samanlıklara, tek odalı kulübelerde yaşayan fakir ailelerin bir kısmı
ise konaklarda yaşamaya başlıyor.
Çanakkale’de
“Öldü” Sanılıyor. Geri Dönünce Evini Bulamıyor.
Hatta bu konuyla ilgili gider gitmez bana anlatılan
bir hikaye bile var: Alaçamlı bir adam Çanakkale'ye savaşmaya gidiyor. Savaş
bitiyor, aradan yıllar geçiyor. Ne gelen
var ne de giden. "Çanakkale'de öldü" diye, nüfustan düşüyorlar.
Arazilerini, evini de mübadeleden
gelenlere veriyorlar. Yıllar sonra adam köyüne geri dönüyor. Bir de bakıyor ki, evinde hiç tanımadığı insanlar
var. Nereye başvursa ispatlayamıyor. Devlet de nüfusu olmayan bu adamı
tanımıyor. Araya, muhtarlar, komşular giriyor ve adama evini, arazilerini geri verip, oraya
yerleşen aileyi de bir başka eve naklediyorlar.
Bu hikayeyi anlatanlar, o evin hala eski sahibinin
çocuklarında olduğunu da söylemeden es
geçmiyorlar.
***
Alaçam 6 bin 463 mübadili ağırlıyor. Ve bugüne
kadar da mübadele kültürünün yoğun
olarak yaşandığı, bunun kent yapısında hissedildiği nadir yerlerden
birisi. Alaçam'daki Mübadele Müzesi,
eski Rum konakları ve Drama Köprüsü bunun en önemli kanıtı. Ayrıca, Alaçam'ın bir dönem "tütün kenti"
olması da, mübadeleden nasıl etkilendiğinin bir başka göstergesi.
Alaçam'da ilk durak, Mübadele Derneği Başkanı Hadi
Uyar'ın eczanesi... Burada, Uyar ile mübadele üzerine kısa bir sohbet
yapıyoruz. İlk önce birinci kuşaktan sağ kalanları bulmak için, Uyar'dan ve
diğer dernek yöneticilerinden yardım alıyorum. Ancak, birinci kuşaktan yaşayan
ve hikayeleri paylaşacak olan kişi listesi bir elin parmaklarını geçmiyor...
Tam o sırada, eczanenin önünden mübadil
çocuklarından, ikinci kuşaktan 1929 doğumlu
Recai Cengiz geçiyor. Hadi Bey, Recai Amca'yı çağırıyor ve başlıyoruz
sohbete...
İlk önce, derdimiz anlatmamız, mübadeleyi neden
merak ettiğimiz noktasında Recai Amca'yı ikna etmeye çalışıyoruz. Recai Amca,
ikna olunca, o dönemden başlıyor anlatmaya. Tabi ki anlattıkları, birebir
yaşadıkları değil...
Çünkü Mübadele'den tam 5 yıl sonra doğmuş. O da,
kendi anne ve babasından duyduklarını, çocukluğunda gördüklerini paylaşıyor...
"Babam
Sarışaban'da Tütün Tüccarıymış"
Recai Cengiz, nasıl geldiklerini, büyüklerinden
dinlediklerini anlatıyor: "Ben, 1929 doğumluyum. Ailem, 1923-24 nüfus
mübadelesi ile Sarışaban'dan geldi. Annem,
babam, amcamlar, kalabalık bir nüfus gelmişler. Kağnı arabalarıyla,
katırlarla, yayan olarak limana, oradan da gemilerle Samsun'a ulaşmışlar.
Gülcemal Vapuru ile geldiklerini anlatırlardı. Babam, Sarışaban'da tütün
tüccarıymış. Buraya geldiği zaman da, aynı işi yapmaya devam etmiş.
"Orada
Huzur İçinde Yaşamışlar"
Babam, geldiklerinde herkese yardım etmiş, onlara
her konuda destek olmuş. Yardım etmiş.
Şimdiki muhtarlık gibi, mahalle mümessilliği yapmış. Fakire fukaraya her
konuda yardımda bulunmuş. Buraya çok zor
koşullarda gelmişler. Hastalık, perişanlık çekmişler. Önce İstanbul'a sonra Samsun'a geliyorlar,
Samsun'da biraz kalıp, Alaçam'a
yerleşiyorlar. Bize burada da oradaki yerimizin, yurdumuzun aynısını
vermişler. Orada, kardeşçe huzur içinde
yaşarlarmış, gerçi burada da huzur içinde yaşadık, yaşıyoruz ama büyüklerimiz, doğdukları toprakları son bir
kez göremeden gittiler, gözleri açık kaldı"
"Te Be
Kaptan Aga Yavaş Sür Gemiyi"
Recai Amca, geliş hikayelerinin arasında, en çok da
küçükken dinlediği, gülerek anımsadığı
bir gemi hatırasını da anlatmadan geçemiyor. Hayatlarında deniz görmemiş insanların, toplu halde balık istifi gibi
gemilere bindirilerek, hiç bilmedikleri bir
yere gitmelerinde yaşadıkları korku ve paniğin yanında, yaşlı bir
amcanın geminin sürekli sallanmasından
"illallah" deyip, kaptanın yanına çıkmasını anlatıyor Recai Amca:
"Herkes gemilere doluşmuş. Kimse denizi
bilmiyor, gemiyi bilmiyor. Kadın erkek, çoluk
çocuk bir yerde. Kusanlar, bağıranlar, çağıranlar varmış. Yaşlı bir adam
çıkmış kaptanın yanına, "Te be
Kaptan Aga, Kaptan Aga, hepten hızlanma, az ağırdan git. Sallama gemiyi içimiz dışımız çıktı, çocuklar
istifra ediyor"
****
Recai Amca ile görüştükten sonraki durağımız,
Alaçam Mübadele Derneği...
Burada da sırasıyla mübadelenin ikini kuşağından
isimlerle görüşüyoruz. Mehmet Savaş,
Ahmet Duman, Esat Güngör görüştüğüm bir kaç isim. İçlerinde en dikkat
çeken ise, derneğe girdiğinizde sizi karşılayan kocaman bir fotoğrafın
kahramanlarının torunlarından olan Ahmet Duman.
Ahmet Duman, ikinci kuşak mübadillerden. 1946
doğumlu. Ailesi Sarışaban'dan gelmiş. Babası, Mübadele'nin şahitlerinden. 15
yaşındayken Samsun'a geliyor.
Duman, ailesiyle ilgili geliş sürecini anlatıyor:
"Babam, Samsun'a geldiğinde 15 yaşındaymış.
Her şeyi hatırlıyordu. Gemiyle nasıl
geldiklerini orada neler yaşadıklarını bize bir bir anlattı. Önce
Samsun'a gelmişler, bir müddet orada
kaldıktan sonra da Alaçam'a ulaşmışlar. Gelmeden evvel tütücüymüşler, burada da tütünle, tarımla uğraşmışlar"
"Dedemi
Camide Namaz Kılarken Vurmuşlar"
Duman, aile büyüklerinin Rumeli'de yaşadıkları sıkıntılardan,
katliamlardan da bahsediyor. Babasından
dedesinden anlatılanları paylaşıyor:
"Benim Ahmet dedemi, camide vurmuşlar. Acardı,
4 kişi Yunanlılardan geliyor. Namazını
kılarken arkadan sinsice yaklaşıyor ve vuruyorlar. Buna benzer bir çok
olay olmuş. Çok çekmişler. Evlerinden
çıkamadıkları dönemler olmuş. Ama en çok da Bulgarlardan çekmişler. Yunanlıların yaptıkları,
Bulgarların zulmü yanında sönük kalmış. Hatta
dedemler anlatırdı, Bulgarla Müslüman köylerini, mezarlıklarını basıp,
ölüleri çıkartıp atlarıyla taşırlarmış.
Nehre atıp, Bulgar sınırından karşıya geçsin, Türk topraklarında gömülsünler diye yaparlarmış bunu"
Kuyunun
Başında Sirtaki Oynuyorlar
Duman, aynı zamanda babasının başından geçen bir
hikayeyi de paylaşıyor. Babası ve amcası Yunan gençleriyle kavga ediyor. Kavga
sonlanıyor. Ama bir kaç saat sonra,
amcasını bulamıyorlar. Her yeri arayıp tararlarken bir şey fark
ediyorlar... İşte Ahmet Duman'ın
ağzından hikayenin devamı:
"O zamanlar, Yunan gençleri rahat vermiyor.
Rahmetli babam, bu gençlerle kapışıyor amcamla birlikte. Orada tütün kuyuları
var. Üstünü ağaçlarla kapatırlar. İçine tütün asarlar, yumuşasın diye. Genişçe
bir kuyudur. Akşam oluyor, amcam eve gelmiyor.
Arıyorlar, tarıyorlar, her yere bakıyorlar amcam yok. Bulamıyorlar. Bir
de bakıyorlar ki, Yunan çocukları bir kuyunun başında Sirtaki oynuyor. Babam
hemen durumu fark ediyor. Yine
çocuklarla kapışıyor, onları kovup, amcamı kapatıldığı kuyudan çıkartıyor"
Çalı
Harmanını Yaşayan Veli Duman'ın Torunu
Ahmet Duman, daha sonra Dedesi Veli Duman'ın
derneğin girişinde de bulunan ve derlenmiş
bir hikayenin anlatıldığı büyük tablodaki fotoğrafın orijinalini
getiriyor. Fotoğrafla ilgili detaylı bilgiler veriyor. Fotoğrafın,
Sarışaban'daki konaklarının önünde
çekildiğini, ellerindek en detaylı fotoğrafın bu olduğunu söylüyor.
Babasının çocukluğuna el sürüp, bir kaç
dakika bakakalıyor, hüzünleniyor...
Ve sonra duvarda asılı olan hikayeyi paylaşmadan
önce, çalı harmanını yaşayan dedesinin, Alaçam'a geldiklerinde bile ayağındaki
dikenlerin bir kısmının durduğunu,
acılarının devam ettiğini anlatıyor.
Küçükken, çarşıda "buz satıldığını"
söyleyen Duman, hatıralarında dedesinin ayaklarına bağladıkları buz kalıplarının önemli bir yer
tuttuğunu söylüyor: "Biz küçüktük,
Alaçam'da buz satılırdı. Babamlar, kalıp kalıp buzları alıp, dedemin
ayağına sarardı. Buraya geldiğinde bile
ayağında hala çalı harmanından kalan dikenler vardı. Çok acı çektiğini hatırlıyorum"
Yarın :
Muhtar Veli Ağa'nın Çalı Harmanı Hikayesi
“Ölüleri
Mezardan Çıkarıp Nehre Atmışlar”
“Bulgarlar Müslüman köylerini, mezarlıklarını
basıp, ölüleri çıkartıp nehre
atarlarmış. Bulgar sınırından karşıya geçsin, Türk topraklarında gömülsünler diye”
“Yunan
Gençler Amcamı Kuyuya Atmışlar”
“Amcamı Yunan gençler tütün kuyusuna atıyorlar.
Babamlar amcamlar arayıp bulamıyorlar. Bir de bakıyorlar ki, Yunan gençler
kuyunun başında sirtaki oynuyor”,
“Te Be Kaptan
Aga Biraz Yavaş Git”
“Kusanlar, bağıranlar, çağıranlar varmış. Yaşlı bir
adam çıkmış kaptanın yanına, "Te be Kaptan Aga, Kaptan Aga, hepten
hızlanma, az ağırdan git. Sallama gemiyi içimiz dışımız çıktı, çocuklar istifra
ediyor"
“Camide Namaz
Kılarken Vuruluyor”
"Ahmet dedemi, camide vurmuşlar. 4 kişi
Yunanlılardan geliyor. Namazını kılarken
arkadan sinsice yaklaşıyor ve vuruyorlar”
/Miraç ÖZTÜRK
04 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder