4 Şubat 2014 Salı

Canlı ‘Mübadele’ Müzesi: Alaçam

Mübadelenin izlerini her sokağında yaşayan bir kent Alaçam, evleriyle, sokaklarıyla mübadeleyi yaşamış canlı bir müze. İşte hikayeler de, bu müzede başlıyor…

Mübadele denilince, Samsun'da akla gelen ilk yerlerden birisi Alaçam, aynı zamanda  mübadelenin "müzesini" kurmuş bir yer. İlk durağım o yüzden Alaçam oluyor.

Alaçam tam anlamıyla bir mübadil kenti...

Sokakları, evleri, dokusu en önemlisi de vatandaşların birçoğunun kendi aralarındaki  konuşmaları dikkat çekiyor. Çok fazla belli olmasa da, Rumeli'ye özgü bir kaç kelime de  olsa yolda yürürken duyabiliyorsunuz.

İlk mübadiller, Samsun'daki zorunlu konaklama döneminin ardından, Alaçam'a gelip  yerleşiyorlar. Alaçam, Rumların yoğunlukta yaşadığı bir nahiye o zamanlar.

Mübadele ile gelenler Rumların bıraktığı evlere, yerleşiyorlar. Bu yerleşme sırasında,  ilk gelenler şanslı olurken, sonradan gelen mübadillere samanlıklara, küçük kulübeler  kalıyor. ..

Hatta anlatılanlara göre, Rumeli'de konakta yaşayan 10-12 kişilik kalabalık aileler  samanlıklara, tek odalı kulübelerde yaşayan fakir ailelerin bir kısmı ise konaklarda  yaşamaya başlıyor.


Çanakkale’de “Öldü” Sanılıyor. Geri Dönünce Evini Bulamıyor.
Hatta bu konuyla ilgili gider gitmez bana anlatılan bir hikaye bile var: Alaçamlı bir adam Çanakkale'ye savaşmaya gidiyor. Savaş bitiyor, aradan yıllar geçiyor.  Ne gelen var ne de giden. "Çanakkale'de öldü" diye, nüfustan düşüyorlar. Arazilerini,  evini de mübadeleden gelenlere veriyorlar. Yıllar sonra adam köyüne geri dönüyor. Bir  de bakıyor ki, evinde hiç tanımadığı insanlar var. Nereye başvursa ispatlayamıyor. Devlet de nüfusu olmayan bu adamı tanımıyor. Araya, muhtarlar, komşular giriyor ve  adama evini, arazilerini geri verip, oraya yerleşen aileyi de bir başka eve naklediyorlar.

Bu hikayeyi anlatanlar, o evin hala eski sahibinin çocuklarında olduğunu da söylemeden  es geçmiyorlar.

***

Alaçam 6 bin 463 mübadili ağırlıyor. Ve bugüne kadar da mübadele kültürünün yoğun  olarak yaşandığı, bunun kent yapısında hissedildiği nadir yerlerden birisi. Alaçam'daki  Mübadele Müzesi, eski Rum konakları ve Drama Köprüsü bunun en önemli kanıtı. Ayrıca,  Alaçam'ın bir dönem "tütün kenti" olması da, mübadeleden nasıl etkilendiğinin bir başka göstergesi.

Alaçam'da ilk durak, Mübadele Derneği Başkanı Hadi Uyar'ın eczanesi... Burada, Uyar ile mübadele üzerine kısa bir sohbet yapıyoruz. İlk önce birinci kuşaktan sağ kalanları bulmak için, Uyar'dan ve diğer dernek yöneticilerinden yardım alıyorum. Ancak, birinci kuşaktan yaşayan ve hikayeleri paylaşacak olan kişi listesi bir elin parmaklarını geçmiyor...

Tam o sırada, eczanenin önünden mübadil çocuklarından, ikinci kuşaktan 1929 doğumlu  Recai Cengiz geçiyor. Hadi Bey, Recai Amca'yı çağırıyor ve başlıyoruz sohbete...

İlk önce, derdimiz anlatmamız, mübadeleyi neden merak ettiğimiz noktasında Recai Amca'yı ikna etmeye çalışıyoruz. Recai Amca, ikna olunca, o dönemden başlıyor anlatmaya. Tabi ki anlattıkları, birebir yaşadıkları değil...

Çünkü Mübadele'den tam 5 yıl sonra doğmuş. O da, kendi anne ve babasından duyduklarını, çocukluğunda gördüklerini paylaşıyor...


"Babam Sarışaban'da Tütün Tüccarıymış"
Recai Cengiz, nasıl geldiklerini, büyüklerinden dinlediklerini anlatıyor: "Ben, 1929 doğumluyum. Ailem, 1923-24 nüfus mübadelesi ile Sarışaban'dan geldi. Annem,  babam, amcamlar, kalabalık bir nüfus gelmişler. Kağnı arabalarıyla, katırlarla, yayan olarak limana, oradan da gemilerle Samsun'a ulaşmışlar. Gülcemal Vapuru ile geldiklerini anlatırlardı. Babam, Sarışaban'da tütün tüccarıymış. Buraya geldiği zaman da, aynı işi yapmaya devam etmiş.


"Orada Huzur İçinde Yaşamışlar"
Babam, geldiklerinde herkese yardım etmiş, onlara her konuda destek olmuş. Yardım  etmiş. Şimdiki muhtarlık gibi, mahalle mümessilliği yapmış. Fakire fukaraya her konuda  yardımda bulunmuş. Buraya çok zor koşullarda gelmişler. Hastalık, perişanlık çekmişler.  Önce İstanbul'a sonra Samsun'a geliyorlar, Samsun'da biraz kalıp, Alaçam'a  yerleşiyorlar. Bize burada da oradaki yerimizin, yurdumuzun aynısını vermişler. Orada,  kardeşçe huzur içinde yaşarlarmış, gerçi burada da huzur içinde yaşadık, yaşıyoruz ama  büyüklerimiz, doğdukları toprakları son bir kez göremeden gittiler, gözleri açık kaldı"


"Te Be Kaptan Aga Yavaş Sür Gemiyi"
Recai Amca, geliş hikayelerinin arasında, en çok da küçükken dinlediği, gülerek  anımsadığı bir gemi hatırasını da anlatmadan geçemiyor. Hayatlarında deniz görmemiş  insanların, toplu halde balık istifi gibi gemilere bindirilerek, hiç bilmedikleri bir  yere gitmelerinde yaşadıkları korku ve paniğin yanında, yaşlı bir amcanın geminin  sürekli sallanmasından "illallah" deyip, kaptanın yanına çıkmasını anlatıyor Recai  Amca:

"Herkes gemilere doluşmuş. Kimse denizi bilmiyor, gemiyi bilmiyor. Kadın erkek, çoluk  çocuk bir yerde. Kusanlar, bağıranlar, çağıranlar varmış. Yaşlı bir adam çıkmış  kaptanın yanına, "Te be Kaptan Aga, Kaptan Aga, hepten hızlanma, az ağırdan git.  Sallama gemiyi içimiz dışımız çıktı, çocuklar istifra ediyor"

****

Recai Amca ile görüştükten sonraki durağımız, Alaçam Mübadele Derneği...

Burada da sırasıyla mübadelenin ikini kuşağından isimlerle görüşüyoruz. Mehmet Savaş,  Ahmet Duman, Esat Güngör görüştüğüm bir kaç isim. İçlerinde en dikkat çeken ise, derneğe girdiğinizde sizi karşılayan kocaman bir fotoğrafın kahramanlarının torunlarından olan Ahmet Duman.

Ahmet Duman, ikinci kuşak mübadillerden. 1946 doğumlu. Ailesi Sarışaban'dan gelmiş. Babası, Mübadele'nin şahitlerinden. 15 yaşındayken Samsun'a geliyor.

Duman, ailesiyle ilgili geliş sürecini anlatıyor:

"Babam, Samsun'a geldiğinde 15 yaşındaymış. Her şeyi hatırlıyordu. Gemiyle nasıl  geldiklerini orada neler yaşadıklarını bize bir bir anlattı. Önce Samsun'a gelmişler,  bir müddet orada kaldıktan sonra da Alaçam'a ulaşmışlar. Gelmeden evvel tütücüymüşler,  burada da tütünle, tarımla uğraşmışlar"


"Dedemi Camide Namaz Kılarken Vurmuşlar"
Duman, aile büyüklerinin  Rumeli'de yaşadıkları sıkıntılardan, katliamlardan da  bahsediyor. Babasından dedesinden anlatılanları paylaşıyor:

"Benim Ahmet dedemi, camide vurmuşlar. Acardı, 4 kişi Yunanlılardan geliyor. Namazını  kılarken arkadan sinsice yaklaşıyor ve vuruyorlar. Buna benzer bir çok olay olmuş. Çok  çekmişler. Evlerinden çıkamadıkları dönemler olmuş. Ama en çok da Bulgarlardan  çekmişler. Yunanlıların yaptıkları, Bulgarların zulmü yanında sönük kalmış. Hatta  dedemler anlatırdı, Bulgarla Müslüman köylerini, mezarlıklarını basıp, ölüleri çıkartıp  atlarıyla taşırlarmış. Nehre atıp, Bulgar sınırından karşıya geçsin, Türk topraklarında  gömülsünler diye yaparlarmış bunu"


Kuyunun Başında Sirtaki Oynuyorlar
Duman, aynı zamanda babasının başından geçen bir hikayeyi de paylaşıyor. Babası ve amcası Yunan gençleriyle kavga ediyor. Kavga sonlanıyor. Ama bir kaç saat sonra,  amcasını bulamıyorlar. Her yeri arayıp tararlarken bir şey fark ediyorlar... İşte Ahmet  Duman'ın ağzından hikayenin devamı:

"O zamanlar, Yunan gençleri rahat vermiyor. Rahmetli babam, bu gençlerle kapışıyor amcamla birlikte. Orada tütün kuyuları var. Üstünü ağaçlarla kapatırlar. İçine tütün asarlar, yumuşasın diye. Genişçe bir kuyudur. Akşam oluyor, amcam eve gelmiyor.  Arıyorlar, tarıyorlar, her yere bakıyorlar amcam yok. Bulamıyorlar. Bir de bakıyorlar ki, Yunan çocukları bir kuyunun başında Sirtaki oynuyor. Babam hemen durumu fark  ediyor. Yine çocuklarla kapışıyor, onları kovup, amcamı kapatıldığı kuyudan çıkartıyor"


Çalı Harmanını Yaşayan Veli Duman'ın Torunu
Ahmet Duman, daha sonra Dedesi Veli Duman'ın derneğin girişinde de bulunan ve derlenmiş  bir hikayenin anlatıldığı büyük tablodaki fotoğrafın orijinalini getiriyor. Fotoğrafla ilgili detaylı bilgiler veriyor. Fotoğrafın, Sarışaban'daki konaklarının önünde  çekildiğini, ellerindek en detaylı fotoğrafın bu olduğunu söylüyor. Babasının  çocukluğuna el sürüp, bir kaç dakika bakakalıyor, hüzünleniyor...

Ve sonra duvarda asılı olan hikayeyi paylaşmadan önce, çalı harmanını yaşayan dedesinin, Alaçam'a geldiklerinde bile ayağındaki dikenlerin bir kısmının durduğunu,  acılarının devam ettiğini anlatıyor.

Küçükken, çarşıda "buz satıldığını" söyleyen Duman, hatıralarında dedesinin ayaklarına  bağladıkları buz kalıplarının önemli bir yer tuttuğunu söylüyor: "Biz küçüktük,  Alaçam'da buz satılırdı. Babamlar, kalıp kalıp buzları alıp, dedemin ayağına sarardı.  Buraya geldiğinde bile ayağında hala çalı harmanından kalan dikenler vardı. Çok acı  çektiğini hatırlıyorum"

Yarın : Muhtar Veli Ağa'nın Çalı Harmanı Hikayesi


“Ölüleri Mezardan Çıkarıp Nehre Atmışlar”
“Bulgarlar Müslüman köylerini, mezarlıklarını basıp, ölüleri çıkartıp  nehre atarlarmış. Bulgar sınırından karşıya geçsin, Türk topraklarında  gömülsünler diye”

“Yunan Gençler Amcamı Kuyuya Atmışlar”
“Amcamı Yunan gençler tütün kuyusuna atıyorlar. Babamlar amcamlar arayıp bulamıyorlar. Bir de bakıyorlar ki, Yunan gençler kuyunun başında sirtaki oynuyor”,

“Te Be Kaptan Aga Biraz Yavaş Git”
“Kusanlar, bağıranlar, çağıranlar varmış. Yaşlı bir adam çıkmış kaptanın yanına, "Te be Kaptan Aga, Kaptan Aga, hepten hızlanma, az ağırdan git. Sallama gemiyi içimiz dışımız çıktı, çocuklar istifra ediyor"

“Camide Namaz Kılarken Vuruluyor”
"Ahmet dedemi, camide vurmuşlar. 4 kişi Yunanlılardan geliyor. Namazını  kılarken arkadan sinsice yaklaşıyor ve vuruyorlar”

/Miraç ÖZTÜRK
04 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder