Camiler; Müslümanların cem oldukları, namaz kılıp
dua ettikleri ibadetgâhlar. Allah’ın evleri. Huzur ve sükûn bulunan yerler.
Kaynaşılan, görüşülen mekânlar. (Avlusunda Müslümanların çekiştirildiği yerler
değil. Kıl ve kal yerleri de değil. Dünya kelamlarına ara verilen bir yer.)
Orada gördüklerimiz için yarın şahitlik edeceğiz.
Hüseyin dede oradaydı. Ahmet amca da. Mehmet dayı da. Muhtar emmi de… Maalesef
bir genç adı veremiyorum. Ak saçlı, aksakallılardan başkasını görmedi pek
gözlerim. Ben ne yapayım? İnsan görmediğine de şehadet edemez ya!
“Camiler kimin?” diye soruyorum yine. Camiler;
başka gidecek hiçbir yeri olmayan, gözleri görmez, kulakları duymaz, dizleri
tutmaz, ayakta duramaz, sandalyesiz kılamaz, eğilip de kalkamaz, abdesti de
tutamaz…ların mıdır sadece? Camiye gelebilmek, girebilmek ve ibadet edebilmek
için illa o hâllerle hâllenmek mi gerekir? İslam’ın böyle bir şartı mı var?
Bilemiyorum.
Ve “Camiler kimin?” diye yine soruyorum. Teravih
namazına gelip güldü diye tokatlanan 6 yaşındaki Yağız Efelerin mi? Yoksa
onları tokatlayan, camiyi parsellemiş, cenneti de garantilemiş tokatçı
teyzelerin mi? Camiye girdiği ilk gün tokatla, dayakla karşılaştığı için orayı
dayak yeme yeri olarak bildiğinden dolayı camilere küsen gençler var. O
gençleri küstüren, iten, kakan, camiye almayan, ön safları geç, orta saflara
bile layık görmeyen sözüm ona cennetlikler var. Büyük bir ibadet aşkıyla ve
huşu içerisinde yıllardır belli bir kesim cami terörü estiriyor. Yaptığı işi
ibadet bilmesi çok daha acı olanı.
“Şunun saçlarına bak! O saçla o sakalla camiye mi
gelinir? Zındık bu zındık. Şundaki kılık kıyafete bak. Bunun ne işi var camide?
Çocukların ne işi var saflarda? Ne işi var camide? Konuşuyorlar bazen de
gülüyorlar. Cemaatin dikkati dağılıyor. Cemaatin namazı bir küçük gülüşle ifsat
oluyor. Allah razı olmaz böyle durumlardan. Alimallah başımıza taş yağacak!...”
“Susturun şunları. Bir daha camide görmeyeyim sizi
çocuklar. Tamam mı ha?” Zaten göremeyeceksin ey cennetmekân! Görmüyorsun. Çünkü
o gençler çocuklukta camide dayak gördü, paylandı… Oraları ihtiyarların yeri
sandı. Baktı ki hiç genç yok oralarda. Kazara camiye girdiği o ilk günde malum
olayla karşılaştı. O gün bugündür aradan kırk yıl geçti. Camiye sadece bayramlarda
gidiyor. Bayramlardaki muhabbete girmek de istemiyorum. O ayrı bir yazı konusu.
Kafasında kira hesapları yapan hacımın dikkatini
dağıtan küçük Zeynep! Sen ne yaptın böyle? Neden camide konuştun? Neden?...
Hacı “Hele bi şu namaz bitsin sana soracağım velet?” diyor. Namazı köpürerek de
olsa bitiriyor. İmam efendi sola selam vermeden yakalıyor çocuğu kolundan karga
tulumba atıyor dışarıya. Camide
konuşulur mu? Peki, ben de ona sorayım, yani o düşüncede olanlara. Peki, camide
imamın arkasında durup derin hayallere dalmak doğru mu? İmamın okuduklarının
manasını biliyor musun? O mana iklimine dalabiliyor musun? “Allah’ım
huzurundayım. Karşındayım. Seninle konuşmaya geldim. Dünya kelamıyla
uğraşmıyorum. Kâbe’ye döndüm, tüm benliğimle sana yöneldim. Sana geldim…”
diyebiliyor musun?
Bana kızacak şimdi bazıları. Varsın kızsın. Neden
böyle bir yazı yazdın? Vardır bunun da bir sebebi deyip takdir edenler de
olacaktır. Camiden soğutulanlar: “Hay Allah razı olsun ne güzel konuyu
özetlemiş.” diyecekler.
Geçende bir olay geldi başıma da ondan yazdım bu
yazıyı. Bardağı taşıran son bir dede hamlesi ile karşılaştım. Bana oldu diye
yazarsam bencillik anlamı taşıyabilir. Ancak bu meselenin bir şekilde yazılıp
Samsun’un, akabinde de Türkiye’nin ve tüm Müslümanların gündemine alınması, sorgulanması
gerekir.
Geleyim sadede. Çarşamba günüydü (15 Eylül 2010).
Ulugazi Camii’nde bir öğle namazı kılayım dedim. Aslında dinlenmek için
gitmiştik avluya. Olacak var ya. Namazı cemaatle eda etmeye karar verdik. Zülal
Berra ile Zeynep Vuslat da tamam dediler. Ayakkabıları çıkardık, girdik camiye.
Ben en son safa durup çocukların benim arkamda durmasını sağlayacağım. Bu arada
70 yaş civarında kısa tutulmuş aksakalıyla, kafasında fesiyle müezzin dede:
“Çocukları ileri götürme, merdivenin yanında dursunlar…” anlamında bir şeyler
söyledi. Bu yaklaşım çok zoruma gitti. Söylenerek geçtim en son safa.
Titreyerek de olsa namazı tamamladım. Aralarda müezzine bakmaktan alamıyorum
kendimi. Bak diyorum çocuklar hiç de huzur bozmuyor. Hatta sessizce dua
okuyorlar. Onlar birer melek. Aynı yaşlarda başka çocuklar da var. Onlar da
gayet sakin duruyor. Hiçbir huzur bozucu, fitne çıkarıcı harekette
bulunmuyorlar. En azından dedeleri gibi değiller.
Fatihadan sonra dedeye dedim ki: “Dede bak. Sana
hakkımı helal etmiyorum. Tavır ve davranışınla benim bu öğle namazım mahvoldu.
Ancak bunun için de değil sana hakkımı bu çocuklar için helal etmiyorum.
Camiye, saflara girmelerine müsaade etmediğiniz çocukların tercümanı olarak
helal etmiyorum. Sen cenneti garantilemiş olabilirsin. Ancak Allah’ın rahmeti
çok geniştir. Cennete gideceklerin yoluna taş koyma. Yollarında taş olma.
Gençleri camiden soğutma. Cemaate güzel davran. Çocukları sev. Çocuklarıma
mütebessim bir yüzle bakan uzun sakallı dedem gibi. Ve beni teselli eden ‘yaptı
bir yanlışlık sen haklısın’ diyen diğer cemaat gibi.
Dede dedi ki: “Helal etmezsen etme! Terbiyeli ol.
Yanındaki bir kişi de onu destekledi. Yanlış anladınız. O öyle demek istemedi…”
Falan da filan da. Testi kırılmıştı. Olan olmuştu. Çocukların ve cemaatin
önünde bir şeyler anlattım dedeye. Aslında onun nezdinde bütün yetkililere ve
Müslümanlara.
KİMLER OKUSUN?
Öncelikle bu yazıyı arkadaşım SAMİ KESMEN okusun. O
okur ve bana döner zaten. Ulugazi’nin o gün namaz kıldıran genç imamı. Çok
beğendiğim diğer orta yaşlı imamı. Adlarını yazmadım. Bütün imamlar okusun.
(Yoksa cemaat bulamayacak, işlerinden olacaklar.) İlkadım müftüsü KERAMETTİN
DEMİR okusun. Samsun müftüsü OSMAN ŞAHİN okusun. Diğer mülki amirlerin gözünden
zaten kaçmaz bu olay. Aynı zamanda adres gösterdim ki bu bir suç duyurusu
olsun. Pek çok yerden dışladığımız, aramıza almaya layık görmediğimiz
çocuklarımız için bir suç duyurusudur. Hz. Hasan ile Hüseyin’e Peygamberimiz
Hz. Muhammed (sav)’in gösterdiği şefkat ve merhameti de hatırlatırım unutup
uygulamayanlara. Farklı bir Müslümanlık icat edenlere. Cemaate, gençlere özellikle
de çocuklara yönelik imam ve din görevlisi yaklaşımı ile ilgili hutbeler
hazırlanmasını, kitapçıklar bastırılıp dağıtılmasını ve başka güzel etkinlikler
yapılmasını istiyorum. Çocuklar için ha! Ben kendimi kurtardım. Bir dededen bir
dua alırım cennete girerim. Dua almak için camiye sokulmayan gençler için
istiyorum bunları.
Bu olaylara yetkililer bakmazsa, eğilmezse –ki
ümidimi kesmedim- o azarladıkları cemaatin paralarıyla sürdükleri saltana lanet
olsun! Haklarımız haram olsun!
/İsa ABANOZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder