13 Şubat 2014 Perşembe

Bunları Biliyor Musunuz?

Mübadillerin Rumeli'de ve mübadele sonrası yerleştikleri köylerde, hiç "kahvehane" olmadığını biliyor muydunuz? Samsun'da kendi imkanlarıyla okul yaptırıp, ilin Vali'sine, "Bize öğretmen ver" diyenleri tanıyor musunuz? Peki, bayram sabahlarında neden silah atıldığını hiç merak ettiniz mi? İşte mübadillerin "tembellik" olarak gördüğü kahvehaneler, Çırakmanlıların koyunlarını, tavuklarını, yumurtalarını satarak imece usulü yaptıkları okul ve bayram sabahında atılan silahların hikayesi...

Bayram sabahında atılan silahın nedenini hiç düşündünüz mü?

Ali Hoca ve eşi Hayriye Hanım ile evde yaptığımız görüşmede bazı konular vardı ki, bir tanesi çok ilgimi çekmişti. O da mübadillerin, okula, okumaya, okutmaya verdikleri değerdi...

Çırakman'da kendi imkanlarıyla yaptıkları okul, cami hocasına yeni alfabeyle okuma yazmayı öğretmelerinin yanı sıra kahvehane ile ilgili bir detay var ki beni oldukça şaşırtmış, şaşırtmanın da ötesinde "nasıl olur" diye kendi kendime sormama neden olmuştu.


"Kahve Bizde Yasak"
Sohbet esnasında, Hayriye Hanım ile Rumeli yemekleri ve kahve kültürü hakkında konuşuyorduk. Rumeli'de "ne yenir, ne içilir, düğünlerde ne pişirilir" diye sohbete devam ederken, "Mübadiller arasında kahve kültürü nasıldı?" diye bir sordum. Hayriye Hanım'dan evvel Ali Hoca'nın verdiği cevap, beni şok etmişti: "Bizde kahve yasak"

"Nasıl yasak", "Yasaktı işte, hoş görülmezdi" derken, Ali Hoca'nın kahve kültüründen "kahvehaneyi" anladığı ortaya çıktı. Bu konu daha da cazip geldi, çünkü kahvehanenin "yasak olması" hele ki köylerde, gençlerin, yaşlıların vakit geçirebilecekleri tek mekanın "yasak olması" beni şaşırtmıştı.


"Kahvehane Bizde Hoş Karşılanmaz"
Ali Hoca'dan konuyu açmasını istedim: "Mübadillerde, ne Rumeli'de ne de burada kahvehane kültürü yok. Hiç yok. Olmamış. Yasaktı. Tembellik yapıyor ve gençler kumara alışır diye kabul görmüyordu. Köylerde de hiç olmadı. Vakit tüketme yeri olarak bakılıyordu kahvehaneye, boşa vakit tüketildiği düşünülüyordu. Hoş karşılanmıyordu. Gençler sadece çaydan öte değil, oyun oynayarak kumara yönelebilir diye hiç benimsenmemiş. Ancak zamanla şehirleşmeye yönelen yerlerde kahvehaneler yapılmış. Mesela Çırakman'da hiç kahvehane yok. Diğer köylerde de yok. Kahvehane açmak mümkün bile değilmiş o zamanlar"


Kahvehane Yerine Kütüphane
Kahvehane kültürü olmayan köylerde, onların yerini eskiden kütüphaneler yeni dönemde ise bilgi evleri almış. Zaten Çırakman'da da hemen mahallenin merkezinde bir bilgi evi var. Biz, .... Hanım ile, "gerçek kahve" sohbetine geri dönüyoruz. Rumeli'de ciddi anlamda bir kahve kültürü varmış. Her yemekten sonra Türk kahvesi içilir ve yanında da o dönemin koşullarında var ise lokum yoksa da eğlencelik çerezler tüketilirmiş.


Dedem Nohutu Pişirtip Kahve Niyetine İçerdi
Hayriye Hanım anlatıyor:"Ben çok iyi hatırlıyorum, dedem kahve yokluğu zamanında, kıtlık varken, nohudu pişirtip, el değirmeninde çektirip içerdi. Kahve içmek bir kültürdü bizde. Yemeğin peşine muhakkak kahve içilirdi. Çay hayatımıza sonradan girmiş. Her misafire kahve ikram edilirdi. Yanında lokum olurdu yada eğlencelik çerez dediğimiz, kak olurdu. Kızılcık kurusu, elma armut kurusu, kestane, ceviz yazın saçakta kurutulur, kahvenin yanında verilirdi"


Mübadil Düğünlerinin Menüsü
Hayriye Hanım ile, mübadele yemekleri üzerine de sohbeti derinleştiriyoruz, zaten yemekten açılan konu ister istemez düğünlere geliyor. Düğün menüsünü sayıyor: "Bizde, düğün çorbası muhakkak yapılır. Sütle, mısırla, pirinçle karışık ama tatlı değil tuzlu olur. Düğünlerde ilk önce o konur. Peşine de her zaman yapılan etli kazan pilavı mutlaka vardır. Yufkalı et yaparlar. Yufkayı sacda ince pişirirler, kuşbaşı eti üzerinde yağlı şekilde dolaştırırlar. Tirit gibi olur ama tirit değildir. Ayrıca bizim oraların baklavası da meşhurdur. Döndürmemiz vardır. Un, yumurta, yoğurt ile çok ince yapılmış yanmaz tavada alt üst döndürerek yapılan bir yemektir. Mübadillerde yemeğin ana maddesi ettir. Herkesin koyunu vardır. Her evde et sürekli pişerdi. Parayla et alınmazdı. Her hafta 1 hayvan kesilirdi. İsteyen gelip bir parça alırdı. Cuma günleri kesilir, her eve et girerdi. Her Cuma, Kurban Bayramı gibi olurdu. O güne, Cuma Bayramı bile denirdi"


Ali Hoca Konak Geleneğini Anlatıyor
Söz yemekten açılmışken Ali Hoca'ya Akın Üner ile yaptığımız sohbette bahsi geçen "Konak" olayını soruyorum. Damadın arkadaşları tarafından düğünden önce ormana götürülüp davul ve zurna eşliğinde sabahlara kadar eğlenmesini, felekten bir gece çalmasını soruyorum:

"Açıkçası buna "Konuk" diyenler de var "Konak" diyenler de var. Sizin dediğiniz, eskisi kadar olmasa da yapılıyor ama şekli değişmiş. Ormana değil de bir mekana eğlenmeye gidiliyor. Bu hepsinde var. Konuk yada Konak daha farklı. Anlamı, düğünlerde; düğün sahibine köy içinden veya köy dışından gelenlerin yardım amaçlı misafirliğidir. Eskiden düğünler tek bir köyden değil, komşu köylerden geliyor. Onlara da ev sahipliği yapmak zorundasın.  3 gün süren düğünler yapılırdı eskiden.  Cuma akşamdan Pazar günü akşamına kadar davullar çalardı. Davulcuların bir grubu, sadece misafirlerle ilgilenir. Onları alır getirir, yolda karşılar. Köyden düğün yerine gelenler yakın bir köy üzerindeyken bir kaç el silah atar ve misafir yollar, "Gelin bizi alın" der.


Düğünlerde Bayrak Yapılıp Üzerine Para Takılır
Düğün sahibi de davul zurnayı oraya yollar, yolda karşılatır. Misafirleri karşılayan davul zurna ekibi yavaş yavaş onların da keyfini yapa yapa düğün yerine getirir. Misafirler de ellerinde tepsilerle, boynuzlarında elmalar, meyveler, yiyeceklerle danalar, koyunlar, koçlar getirir. Bir de büyük bir sırıkta bayrak yaparlar. O bayrağın üstüne herkes üç-beş para takar. Herkes yanında koyun, koç getiriyor ama aynı zamanda para da iliştiriyor bayrağa. Düğün sahibine yük yok, elini cebine attırmazlar.  Gelen zaten kat kat hediyesiyle geliyor. Konuk dediğimiz sistem bu"


Silah Atmanın Da Bir Tarihi Var
Düğünden bayramlaşmaya varıyoruz. Ali Hoca, Rumeli'deki bayramlaşmalarda en dikkat çeken şeyin atılan silahlar olduğunu söylüyor. Bizim de her bayram sabahı şikayetçi olduğumuz ve "maganda" diye tabir ettiğimiz "silah atma" meselesinin meğerse bilinmeyen bir tarihi varmış...

Elbette ki, şehrin göbeğinde silah atılmasını hoş karşılayan bir tabir değil bu ama hikayesi ilginç:  "Bayram namazından çıktıktan sonra herkes yaşlı olsun, genç olsun kendinden büyük birinin evini muhakkak dolaşır. Eskiden bayramlarda çok fazla silah atılırdı. Dedem çıkar çıkmaz atardı, biz dedemin camiden çıktığını oradan anlardık. Bu, "kazasız belasız namazımızı kıldık" anlamı taşırdı. Eskiden ayrıca köy bekçileri mavzerlerle cami kapısında nöbet tutarlardı. Geçmişte baskınlar olmuş, millet camideyken insanlar katledilmiş. O ihtimallere karşı, köyün tüm yaşlısı genci, eli ayağı tutan camideyken köye baskın olursa diye bekçi beklermiş. Bekçi, işte o kutlamayı yapar, ilk ateşi o atar. Kazasız belasız namaz kılındı diye silah atarmış" Biz çaylarımızı yudumlarken Ali Hoca Çırakman'ın bir başka özelliğinden bahsediyor: "Okul"


Vali'ye Gidip Öğretmen İstiyorlar
Okul meselesini aynı zamanda kendisi de Çırakmanlı olan Akın Üner de bahsetmişti. Akın Bey, Çırakmanlı mübadillerin Samsun'da ilkokul kuran ve kentin valisine gidip "bize öğretmen ver" diyen bir yer olduğunun altını özellikle çizmişti. Şimdi de Ali Hoca konuyu detaylandırıyor:

"Mübadele ile gelen Rumeli ahalisi, köyde okul olmadığını görüyor ve kendileri imece usulü bir okul yapmaya karar veriyorlar. Köylü tavuğunu, yumurtasını, ineğini satıyor, kenarda duran üç beş parasını topluyor, köyün okulunu kendi elleriyle, devletten yardım almadan yapıyor. Köyün imamına da yeni harflerle okuma yazmayı öğretiyorlar. O da camide okuma yazma öğretiyor. Valiye gidip okula öğretmen istiyorlar. İlk dönem yaşlıları ilkokul 3'e kadar okutup mezun ediyorlar, sonra da küçükleri ilkokul 5'e kadar okutuyorlar ve mezun ediyorlar. Bizler, okumaya, okutmaya çok değer veririz. Bunu büyüklerimiz bize aşıladı biz de çocuklarımıza, torunlarımıza aşılıyoruz. Çırakman bu anlamda örnek bir yerdir"

Ali hoca ile gezerken, caminin yanındaki okulu gösteriyorum. "Köylülerin kurduğu okul bu muydu" diye soruyorum kendisine. Ali Hoca mübadillerin ilk geldiğinde yaptıkları okulun yıkıldığını, eski bir yapı olduğunu ve yerine bu okulun yeniden inşa edildiğini söylüyor. Ali Hoca ve eşi Hayriye Hanım ile sohbetimizi sonlandırıyoruz.

Mübadillerde, ne Rumeli'de ne de burada kahvehane kültürü yok. Hiç olmamış. Tembellik yapıyor ve gençler kumara alışır diye kabul görmüyordu.

Ben çok iyi hatırlıyorum, dedem kahve yokluğu zamanında, kıtlık varken, nohudu pişirtip, el değirmeninde çektirip içerdi. Kahve içmek bir kültürdü bizde. Yemeğin peşine muhakkak kahve içilirdi.

Bizde, düğün çorbası muhakkak yapılır. Sütle, mısırla, pirinçle karışık ama tatlı değil tuzlu olur. Düğünlerde ilk önce o konur. Peşine de her zaman yapılan etli kazan pilavı mutlaka vardır.

3 gün süren düğünler yapılırdı eskiden. Cuma akşamdan Pazar günü akşamına kadar davullar çalardı. Davulcuların bir grubu, sadece misafirlerle ilgilenir. Onları alır getirir, yolda karşılar.

Dedem çıkar çıkmaz atardı, biz dedemin camiden çıktığını oradan anlardık. Bu, "kazasız belasız namazımızı kıldık" anlamı taşırdı.

Eskiden köy bekçileri mavzerlerle cami kapısında nöbet tutarlardı. Geçmişte baskınlar olmuş, millet camideyken insanlar katledilmiş. O ihtimallere karşı, köyün tüm yaşlısı genci, eli ayağı tutan camideyken köye baskın olursa diye bekçi beklermiş. Bekçi, işte o kutlamayı yapar, ilk ateşi o atar. Kazasız belasız namaz kılındı diye silah atarmış

Köylü tavuğunu, yumurtasını, ineğini satıyor, kenarda duran üç beş parasını topluyor, köyün okulunu kendi elleriyle, devletten yardım almadan yapıyor

Yarın:  Yorgana Sarılarak Türkiye’ye Kaçak Giriş Yapan İmam Yusuf Ziya Erdal Ve Rumeli’deki Kör Kuyular

/Miraç ÖZTÜRK
13 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder