Mübadillerin Rumeli'de ve mübadele sonrası
yerleştikleri köylerde, hiç "kahvehane" olmadığını biliyor muydunuz?
Samsun'da kendi imkanlarıyla okul yaptırıp, ilin Vali'sine, "Bize öğretmen
ver" diyenleri tanıyor musunuz? Peki, bayram sabahlarında neden silah
atıldığını hiç merak ettiniz mi? İşte mübadillerin "tembellik" olarak
gördüğü kahvehaneler, Çırakmanlıların koyunlarını, tavuklarını, yumurtalarını
satarak imece usulü yaptıkları okul ve bayram sabahında atılan silahların
hikayesi...
Bayram sabahında atılan silahın nedenini hiç
düşündünüz mü?
Ali Hoca ve eşi Hayriye Hanım ile evde yaptığımız
görüşmede bazı konular vardı ki, bir tanesi çok ilgimi çekmişti. O da
mübadillerin, okula, okumaya, okutmaya verdikleri değerdi...
Çırakman'da kendi imkanlarıyla yaptıkları okul,
cami hocasına yeni alfabeyle okuma yazmayı öğretmelerinin yanı sıra kahvehane
ile ilgili bir detay var ki beni oldukça şaşırtmış, şaşırtmanın da ötesinde
"nasıl olur" diye kendi kendime sormama neden olmuştu.
"Kahve
Bizde Yasak"
Sohbet esnasında, Hayriye Hanım ile Rumeli
yemekleri ve kahve kültürü hakkında konuşuyorduk. Rumeli'de "ne yenir, ne
içilir, düğünlerde ne pişirilir" diye sohbete devam ederken,
"Mübadiller arasında kahve kültürü nasıldı?" diye bir sordum. Hayriye
Hanım'dan evvel Ali Hoca'nın verdiği cevap, beni şok etmişti: "Bizde kahve
yasak"
"Nasıl yasak", "Yasaktı işte, hoş
görülmezdi" derken, Ali Hoca'nın kahve kültüründen "kahvehaneyi"
anladığı ortaya çıktı. Bu konu daha da cazip geldi, çünkü kahvehanenin
"yasak olması" hele ki köylerde, gençlerin, yaşlıların vakit
geçirebilecekleri tek mekanın "yasak olması" beni şaşırtmıştı.
"Kahvehane
Bizde Hoş Karşılanmaz"
Ali Hoca'dan konuyu açmasını istedim:
"Mübadillerde, ne Rumeli'de ne de burada kahvehane kültürü yok. Hiç yok.
Olmamış. Yasaktı. Tembellik yapıyor ve gençler kumara alışır diye kabul görmüyordu.
Köylerde de hiç olmadı. Vakit tüketme yeri olarak bakılıyordu kahvehaneye, boşa
vakit tüketildiği düşünülüyordu. Hoş karşılanmıyordu. Gençler sadece çaydan öte
değil, oyun oynayarak kumara yönelebilir diye hiç benimsenmemiş. Ancak zamanla
şehirleşmeye yönelen yerlerde kahvehaneler yapılmış. Mesela Çırakman'da hiç
kahvehane yok. Diğer köylerde de yok. Kahvehane açmak mümkün bile değilmiş o
zamanlar"
Kahvehane
Yerine Kütüphane
Kahvehane kültürü olmayan köylerde, onların yerini
eskiden kütüphaneler yeni dönemde ise bilgi evleri almış. Zaten Çırakman'da da
hemen mahallenin merkezinde bir bilgi evi var. Biz, .... Hanım ile,
"gerçek kahve" sohbetine geri dönüyoruz. Rumeli'de ciddi anlamda bir
kahve kültürü varmış. Her yemekten sonra Türk kahvesi içilir ve yanında da o
dönemin koşullarında var ise lokum yoksa da eğlencelik çerezler tüketilirmiş.
Dedem Nohutu
Pişirtip Kahve Niyetine İçerdi
Hayriye Hanım anlatıyor:"Ben çok iyi
hatırlıyorum, dedem kahve yokluğu zamanında, kıtlık varken, nohudu pişirtip, el
değirmeninde çektirip içerdi. Kahve içmek bir kültürdü bizde. Yemeğin peşine
muhakkak kahve içilirdi. Çay hayatımıza sonradan girmiş. Her misafire kahve
ikram edilirdi. Yanında lokum olurdu yada eğlencelik çerez dediğimiz, kak
olurdu. Kızılcık kurusu, elma armut kurusu, kestane, ceviz yazın saçakta
kurutulur, kahvenin yanında verilirdi"
Mübadil
Düğünlerinin Menüsü
Hayriye Hanım ile, mübadele yemekleri üzerine de
sohbeti derinleştiriyoruz, zaten yemekten açılan konu ister istemez düğünlere
geliyor. Düğün menüsünü sayıyor: "Bizde, düğün çorbası muhakkak yapılır.
Sütle, mısırla, pirinçle karışık ama tatlı değil tuzlu olur. Düğünlerde ilk
önce o konur. Peşine de her zaman yapılan etli kazan pilavı mutlaka vardır.
Yufkalı et yaparlar. Yufkayı sacda ince pişirirler, kuşbaşı eti üzerinde yağlı
şekilde dolaştırırlar. Tirit gibi olur ama tirit değildir. Ayrıca bizim
oraların baklavası da meşhurdur. Döndürmemiz vardır. Un, yumurta, yoğurt ile
çok ince yapılmış yanmaz tavada alt üst döndürerek yapılan bir yemektir. Mübadillerde
yemeğin ana maddesi ettir. Herkesin koyunu vardır. Her evde et sürekli pişerdi.
Parayla et alınmazdı. Her hafta 1 hayvan kesilirdi. İsteyen gelip bir parça
alırdı. Cuma günleri kesilir, her eve et girerdi. Her Cuma, Kurban Bayramı gibi
olurdu. O güne, Cuma Bayramı bile denirdi"
Ali Hoca
Konak Geleneğini Anlatıyor
Söz yemekten açılmışken Ali Hoca'ya Akın Üner ile
yaptığımız sohbette bahsi geçen "Konak" olayını soruyorum. Damadın
arkadaşları tarafından düğünden önce ormana götürülüp davul ve zurna eşliğinde
sabahlara kadar eğlenmesini, felekten bir gece çalmasını soruyorum:
"Açıkçası buna "Konuk" diyenler de
var "Konak" diyenler de var. Sizin dediğiniz, eskisi kadar olmasa da
yapılıyor ama şekli değişmiş. Ormana değil de bir mekana eğlenmeye gidiliyor.
Bu hepsinde var. Konuk yada Konak daha farklı. Anlamı, düğünlerde; düğün
sahibine köy içinden veya köy dışından gelenlerin yardım amaçlı misafirliğidir.
Eskiden düğünler tek bir köyden değil, komşu köylerden geliyor. Onlara da ev
sahipliği yapmak zorundasın. 3 gün süren
düğünler yapılırdı eskiden. Cuma
akşamdan Pazar günü akşamına kadar davullar çalardı. Davulcuların bir grubu,
sadece misafirlerle ilgilenir. Onları alır getirir, yolda karşılar. Köyden
düğün yerine gelenler yakın bir köy üzerindeyken bir kaç el silah atar ve
misafir yollar, "Gelin bizi alın" der.
Düğünlerde
Bayrak Yapılıp Üzerine Para Takılır
Düğün sahibi de davul zurnayı oraya yollar, yolda
karşılatır. Misafirleri karşılayan davul zurna ekibi yavaş yavaş onların da
keyfini yapa yapa düğün yerine getirir. Misafirler de ellerinde tepsilerle,
boynuzlarında elmalar, meyveler, yiyeceklerle danalar, koyunlar, koçlar
getirir. Bir de büyük bir sırıkta bayrak yaparlar. O bayrağın üstüne herkes
üç-beş para takar. Herkes yanında koyun, koç getiriyor ama aynı zamanda para da
iliştiriyor bayrağa. Düğün sahibine yük yok, elini cebine attırmazlar. Gelen zaten kat kat hediyesiyle geliyor.
Konuk dediğimiz sistem bu"
Silah Atmanın
Da Bir Tarihi Var
Düğünden bayramlaşmaya varıyoruz. Ali Hoca, Rumeli'deki
bayramlaşmalarda en dikkat çeken şeyin atılan silahlar olduğunu söylüyor. Bizim
de her bayram sabahı şikayetçi olduğumuz ve "maganda" diye tabir
ettiğimiz "silah atma" meselesinin meğerse bilinmeyen bir tarihi
varmış...
Elbette ki, şehrin göbeğinde silah atılmasını hoş
karşılayan bir tabir değil bu ama hikayesi ilginç: "Bayram namazından çıktıktan sonra
herkes yaşlı olsun, genç olsun kendinden büyük birinin evini muhakkak dolaşır.
Eskiden bayramlarda çok fazla silah atılırdı. Dedem çıkar çıkmaz atardı, biz
dedemin camiden çıktığını oradan anlardık. Bu, "kazasız belasız namazımızı
kıldık" anlamı taşırdı. Eskiden ayrıca köy bekçileri mavzerlerle cami
kapısında nöbet tutarlardı. Geçmişte baskınlar olmuş, millet camideyken
insanlar katledilmiş. O ihtimallere karşı, köyün tüm yaşlısı genci, eli ayağı
tutan camideyken köye baskın olursa diye bekçi beklermiş. Bekçi, işte o
kutlamayı yapar, ilk ateşi o atar. Kazasız belasız namaz kılındı diye silah
atarmış" Biz çaylarımızı yudumlarken Ali Hoca Çırakman'ın bir başka
özelliğinden bahsediyor: "Okul"
Vali'ye Gidip
Öğretmen İstiyorlar
Okul meselesini aynı zamanda kendisi de Çırakmanlı
olan Akın Üner de bahsetmişti. Akın Bey, Çırakmanlı mübadillerin Samsun'da
ilkokul kuran ve kentin valisine gidip "bize öğretmen ver" diyen bir
yer olduğunun altını özellikle çizmişti. Şimdi de Ali Hoca konuyu
detaylandırıyor:
"Mübadele ile gelen Rumeli ahalisi, köyde okul
olmadığını görüyor ve kendileri imece usulü bir okul yapmaya karar veriyorlar.
Köylü tavuğunu, yumurtasını, ineğini satıyor, kenarda duran üç beş parasını
topluyor, köyün okulunu kendi elleriyle, devletten yardım almadan yapıyor.
Köyün imamına da yeni harflerle okuma yazmayı öğretiyorlar. O da camide okuma
yazma öğretiyor. Valiye gidip okula öğretmen istiyorlar. İlk dönem yaşlıları
ilkokul 3'e kadar okutup mezun ediyorlar, sonra da küçükleri ilkokul 5'e kadar
okutuyorlar ve mezun ediyorlar. Bizler, okumaya, okutmaya çok değer veririz.
Bunu büyüklerimiz bize aşıladı biz de çocuklarımıza, torunlarımıza aşılıyoruz. Çırakman
bu anlamda örnek bir yerdir"
Ali hoca ile gezerken, caminin yanındaki okulu
gösteriyorum. "Köylülerin kurduğu okul bu muydu" diye soruyorum
kendisine. Ali Hoca mübadillerin ilk geldiğinde yaptıkları okulun yıkıldığını,
eski bir yapı olduğunu ve yerine bu okulun yeniden inşa edildiğini söylüyor.
Ali Hoca ve eşi Hayriye Hanım ile sohbetimizi sonlandırıyoruz.
Mübadillerde, ne Rumeli'de ne de burada kahvehane
kültürü yok. Hiç olmamış. Tembellik yapıyor ve gençler kumara alışır diye kabul
görmüyordu.
Ben çok iyi hatırlıyorum, dedem kahve yokluğu
zamanında, kıtlık varken, nohudu pişirtip, el değirmeninde çektirip içerdi.
Kahve içmek bir kültürdü bizde. Yemeğin peşine muhakkak kahve içilirdi.
Bizde, düğün çorbası muhakkak yapılır. Sütle,
mısırla, pirinçle karışık ama tatlı değil tuzlu olur. Düğünlerde ilk önce o
konur. Peşine de her zaman yapılan etli kazan pilavı mutlaka vardır.
3 gün süren düğünler yapılırdı eskiden. Cuma
akşamdan Pazar günü akşamına kadar davullar çalardı. Davulcuların bir grubu,
sadece misafirlerle ilgilenir. Onları alır getirir, yolda karşılar.
Dedem çıkar çıkmaz atardı, biz dedemin camiden
çıktığını oradan anlardık. Bu, "kazasız belasız namazımızı kıldık"
anlamı taşırdı.
Eskiden köy bekçileri mavzerlerle cami kapısında
nöbet tutarlardı. Geçmişte baskınlar olmuş, millet camideyken insanlar
katledilmiş. O ihtimallere karşı, köyün tüm yaşlısı genci, eli ayağı tutan
camideyken köye baskın olursa diye bekçi beklermiş. Bekçi, işte o kutlamayı
yapar, ilk ateşi o atar. Kazasız belasız namaz kılındı diye silah atarmış
Köylü tavuğunu, yumurtasını, ineğini satıyor,
kenarda duran üç beş parasını topluyor, köyün okulunu kendi elleriyle,
devletten yardım almadan yapıyor
Yarın: Yorgana Sarılarak Türkiye’ye Kaçak Giriş
Yapan İmam Yusuf Ziya Erdal Ve Rumeli’deki Kör Kuyular
/Miraç ÖZTÜRK
13 Şubat 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder