9 Şubat 2014 Pazar

'insan Ekmek Vereni Unutmaz Anneyi Neden Unutmuyoruz ?'

Dede evini bulmak için Yunanistan'a gittim. Evde, Anadolu'dan gelmiş Rumlar yaşıyordu. Yaşlı bir kadın yanıma yanaştı, "Zala ana nasıl, iyi mi?" diye sordu. Şaşırdım. Kimse ekmek vereni unutmazmış. İnsan anayı neden unutmuyor? İşte, nenemin çocukken evinde baktığı küçük Rum kızı, şimdi bir "büyük anne" olarak kendisine analık yapan Müslüman kadını, benim ninemi soruyordu: "Biz onun çok ekmeğini yedik, suyunu içtik. O bizi kendi çocuklarından ayırmadı"

Hakkı Varoğlu ile sohbetimiz devam ediyor. Hakkı Hoca, ilkin kendi ailesindeki hikayeleri paylaşıyor ardından da başlıyor Alaçam'da yaşanmış olayları bir bir anlatmaya.

Hakkı Hoca, ailesinin 2 ayrı dönemde Alaçam'a geldiğinden bahsediyor. Ailesi gelmeden önce de, Anadolu'dan giden Rumlarla tam 6 ay aynı evde kaldıklarını söylüyor. Hakkı Hoca, geçtiğimiz yıllarda "dede evinin" izini sürmek için Samsun'dan kalkıp, Yunanistan'a gidiyor.

Dedesi Mustafa Çavuş'un bıraktığı evini bulmak için yoğun çaba sarf ediyor ve buluyor. Bulduğunda ise büyük bir sürprizle karşılaşıyor. Çünkü gittiği evde oturan Rumlar, O'na ilk önce babaannesini soruyorlar, hem de hiç bocalamadan, adını sorarak...


Yunanistan'a Gidip Dede Evini Buluyor
Bu durumdan çok etkilendiğini söyleyen Hakkı Hoca, insanın kendisine ekmek vereni hiçbir zaman unutamayacağını çok güzel bir örnekle açıklıyor ve başlıyor Yunanistan'daki "dede evini" bulma hikayesini anlatmaya:

"Bizimkiler 2 dönemde geliyorlar. Kavala'nın Drama ilçesi var, bir de Sarışaban diye bir ilçesi var. Sarışaban'dan gelenler erken geliyor. 1924 Ocak ayında Samsun'a ulaşıyorlar. O sene Şubat'ta fide ekip, tütüne hazırlık yapıyorlar. Babamlar ise 6 ay sonra geliyor. Babamlar gelmeden evvel, buradan gelen Rumları 6 ay aynı evde bakıyorlar. Ben bu hikayeyi gidip orada dinledim. Dede evini buldum, oraya gittim.


"Zala Gelin Nasıl?" Diye Soruyorlar
O evde dinledim. Bana nenemin adını söyleyerek, "Zala gelin nasıl, iyi mi? Bizim üzerimizde onun çok emeği var. Ekmeğini yedik. Suyunu içtik" dediler. Sağ mı diye sordular. Ben de nenemin, 1975 yılında öldüğünü söyledim. Çok üzüldüler. Bana, "Burası Mustafa Çavuş'un ocağı" dediler.

Çocukken babaannem onları yedirmiş, içirmiş, kendi çocuklarından ayırmamış. 6 ay aynı evde hep birlikte yaşamışlar.  Kimse ekmek vereni unutmaz. İnsan anayı neden unutmuyor? Meme, mama, ana birbirine eklidir. Ana memeden geliyor, bunu kimse unutmaz. Rumca'da "mari" kadın demektir. Mari de "mama"dan gelir. Bizde de ananın yemeğidir aslında"


Çiçek Ve Toprak Aşığı Bir Anne
Anne ve babasını, Rumeli'de bıraktığı evlerinden, oradaki yaşamdan ve mübadele sonrası Samsun'a gelinen süredeki "ev ortamından" da bahseden Hakkı Hoca, özellikle "toprak ve çiçek" aşkıyla yanıp tutuşan bir annenin evladı. Annesinin çiçeklerle, çocuklar ve kitaplarla ilgili nasihatini hayat felsefesi edinmiş bir insan.


Evin Bir Köşesi Çiçek Olmak Zorunda
Hakkı Hoca, Rumeli'deki evlerinde de, Alaçam'daki evlerinde de "çiçeğin" bol olduğunu anlatıyor: Bir haritadan başka bir haritaya geliyorsunuz. Yeni bir yerleşim, yeni bir geçim sıkıntısı. "Bu toprak benim ektiğimi verir mi?" korkusu var.  Oradan toprak getirmişler, tohum getirmişler. Hiç unutmam babaannem aşık otu tohumu getirmişti, bahçemizde olurdu. Herkes bizden o ottan almaya gelirdi.

Evin bir köşesi çiçek, toprak olmalıdır. Babam Alaçam'daki evimize taş duvar yaptırdı. Eski halinde, leylaklar, renk renk çiçekler, kocaman bir bahçesi varmış. Annem duvar yapılınca babama kızıyor, "neden duvar yaptın" diyor. Annem, her yer çiçek olduğu halde, tam 48 saksıya fesleğen, sardunya, begonya ekip o duvarın örtüsünü hanımeliyle sardırıp, güzel bir hale getiriyor.  Annem hep bana, "Çiçekleri seversen, dünyan renklenir, çocukları seversen insan sevgisini öğrenirsin, kitapları seversen adam olursun" derdi. Ben annem sayesinde 3'ünü de çok sevdim"


Giyim Kuşamdan Teknolojiye Herşeyi Öğretiyorlar
Mübadeleyle birlikte Alaçam'da köklü değişikliklerin olduğunu özellikle vurguluyor Hakkı Hoca, Avrupa görmüş ailelerin, tarımdan yeme içmeye, giyim kuşamdan teknolojiye kadar her alanda nahiyeye ön ayak olduğundan bahsediyor ve özellikle de "tütünü" öğrettiklerini söylüyor. Söz yine Hakkı Hoca'da:

Annem, 6 ay önce gelen Mubadillerden. Kaval'a Sarışaban Uzunkuyu Köyü'nden. Bu köy, 6-7 mahalleden oluşuyor. Dedem çok zengin. Bir torba kırmızı lirayla geliyor. Alaçam'a ilk manifatura mağazasını açan kişi dedemdir. Aynı zamanda da tarımla uğraşıyorlar. Alaçam'a 1. kalite tütünü getiren mübadillerdir. Hem tohum getiriyorlar hem de Alaçam'dakilere işi öğretiyorlar.  Tütüncülük kolay meslek değil. Aile tarımı ama her safhası maharet ister. Mesela mübadillerin yaptığı tütünlerde, eksper geldiğinde, neviyat 5 ise en iyi tütün bellidir. En güzel tütün mübadillerindir. Çünkü seçmiştir yaprak yaprak. Bizimkiler, kültür çokluğu var orada, her şeyi öğrenmişler mesela"


Rum Çocuğu Hristo Da Sünnet Olmak İstiyor
Hikayeler, sorular birbiri ardına gelince konu da yayılıyor ister istemez... Hakkı Hoca, bir yandan mübadele ile ilgili tarihi bilgileri verirken diğer yandan da Rumlarla Türklerin aslında aynı bayrak altında nasıl kardeşçe yaşadıklarına, birbirlerinin örf, adet ve geleneklerine nasıl sahip çıktıklarına da bir göndermede bulunan, amcasının sünnet hikayesini anlatıyor:

Benim amcam sünnet olmuş, kazanlarla pilav yapmışlar. Baklavalar börekler açılmış, sini sini dizilmiş. Rum çocuğu Hristo gelmiş, "Ben de Recep gibi sünnet olmak istiyorum" demiş. "Recep' kırmızı lira astılar, pilav yaptılar, baklava yaptılar, ben de sünnet olacağım" demiş. Annesi Eleni, "Bizde sünnet yok oğlum" diyor. Babaanneme gidip şikayet ediyor, "Zala, Zala; Recep'e söyle de çocuğu ayartmasın" diyor. Yani yakınlık, arkadaşlık bu derece.


Rumlar Evlerinde Müslümanları Saklıyor
Bayramlarda bizimkiler Rumların her şeyine gitmişler. Ortak yaşam içerisinde hiçbir şeyi ötelememişler. "Bana yardımcı olabilir misin" demişler onlar da bizden yardım istemişler, karşılıklı olarak düğünlerini, bayramlarını gönül rahatlığıyla yapmışlar. Çeteler geldiğinde onlar bizim insanlarımızı kormuşlar. Rum çeteler sorduğunda, "Kimse yok burada, gidin diyorlar". Soran da Rum, saklayan da Rum. Çünkü onlar bizi çok seviyorlar. Rum kadınlardan sevgililer var, Rum erkeklerini sevenler var. Her türlü ambiyans var. Yeme içme, eğlence hep ortak. Onlar bizim cenazelerimize geliyorlar. Biz kiliseye gidiyoruz. İşte bu yakınlığa mesafe daha sonra giriyor. Köprüler daha sonra atılıyor. Her iyi günlerini ortak paylaşıyorlar. Doğumlar, cenazeler onların da bizimle beraber olduğu, Kurban'da pay aldıklarını anlatıyorlar"

Hakkı Hoca'da hikayeler bitmiyor... Birini dinliyor, tam biterken başka bir hikaye başlıyor... İşte namı Alaçam'dan taşan, taa Sinop'a, Gerze'ye, Samsun'a ulaşan, bir dönem samanlıkta yaşamak zorunda kalan, bu nedenle de adı "Samanlık Hatçesi" diye bilinen, Kırkpınar Pehlivanı Hamit'in ninesi, Bulgar çetelerinin elinden son anda kurtulan Pomak Hatice'nin hikayesi...


Bulgarlar Çetelerin Önünde Genç Bir Kız
Hakkı Varoğlu anlatıyor: "Bizim ailemizde hayvanlarımıza bakan Ali isminde bir adam vardı. Ali Dayı derdik biz. O zamanlar genç delikanlı. Bizim hayvanlarımıza bakıyor. Bir gün, Bulgar çeteleri atlarla bizim evin önüne geliyorlar. Önlerinde de 13-14 yaşlarında bir kız çocuğu var. Çeteciler, "Mustafa Çavuş" diye dedemi ünlüyorlar. Dedem çıkmıyor. Daha doğrusu babaannem dedemi çıkartmıyor. İzin vermiyor. Nenem, evimizin ikinci katında, önünde boş avlu gibi yer olan kapıdan dışarıya çıkıyor. Aslında bir gözlem kapısı orası, gelenleri gidenleri korunaklı bir yerden görebiliyorsunuz.


Size Ekmek Veririm Ama Kızı Bırakacaksınız
Nenem, çıkıyor, "Kim o?" diyor. "Mustafa Çavuş evde yok" diye sesleniyor. Çetecilerin elinde piştov var tabi ki. Diyorlar ki, "Bize ekmek, peynir, kavurma, süt verin". Nenemler de fırınla tepsi tepsi ekmek, kavurma, peynirleri veriyorlar. Biz, garın yanındayız. Ev muhafazalı. Kapıların arkasında kocaman koşumlar var. Oradan içeriye giremiyorlar. Babaannemin elinde de tüfek var haliyle. Ne de olsa Osmanlı kadını. Babaannem, yiyecekleri veremeden evvel, "Size ekmek veririm ama kızcağızı bırakacaksınız" diyor. Kız ağlıyor tabi ki. Kız Pomak, adı da Hatice. Bulgarlar, nenemin sözüne uyuyorlar, kızı bırakıyorlar.


"Annemi Babamı Öldürdüler"
Nenem, Bulgarlar gidince kızı içeri alıyor. "Adın ne" diyor, kız ağlayarak adının Hatice olduğunu söylüyor. "Annemi babamı öldürdüler" diyor. Sonra nenemle dedem, alıyorlar bu kızı sahipleniyorlar, büyütüyorlar. Bu anlattığım, 1910'larda... 4-5 sene kadar ninemlerle kalıyor bu kız. 17 yaşına  geldiğinde dedem neneme, "Bak hanım, mübadele oluyor. Bir kısım gitti. Biz de gideceğiz. Vapuru bekliyoruz" diyor. "Sen şu Hatçe'ye bir sor eğer isterse bunu bizim Ali'ye everelim" diyor. Ali de o zamanlar 25-26 yaşlarında, Hatice de 17-18 yaşlarında. Dedem, "Genç kız bu. Başımıza sıkıntı almadan everelim de gidelim buradan. Hem bunlara da nüfus hakkı verilsin. Mübadelede toprakları, başlarını sokacakları bir evleri olsun. Mübadeleye dahil olsunlar" diyor.


Hatice İle Ali'yi Samanlığa Veriyorlar
Babaannem de, "Hatçe kızım bak" diyor, "Biz sana yine ana babalık yaparız ama hayat hep böyle devam etmez, senin de bir evceğizin olsun. Sen de yaşamını kurarsın. Ali'nin de anne babası yok, yakışıyorsunuz birbirinize. Biz aile büyükleri olarak böyle düşünüyoruz. Mustafa deden de böyle dedi. Sen de "he" dersen hemen nikahınızı yapalım" diyor. Hatice de, "Beni siz büyüttünüz, ekmek verdiniz, siz nasıl münasip görürseniz" diyor. Bunları evlendiriyorlar. O zaman, birinci gelen mübadillere tüm Rum konakları dağıtılmış. Annemler konakta yaşıyorlar Rumeli'nde ama buraya gelince, ilk gelenler hep konaklara verilmiş zengin olanlar iyi konakları almış. Babamlar gelince de iyi evler bitmiş. Bu Hatice kadınla Ali Dayı'yı samanlığa vermişler. Bu yüzden, kadının adı da "Samanlık Hatçesi" olmuş. Alaçamda mübadil olarak doğan 1930'dan sonraki herkesin ebesi de bu kadındır. Yani Pomak Hatice'dir, Samanlık Hatçesi'dir.


Gerze'den Kırık Çıkık İçin Gelirlerdi
Aynı zamanda kırıkçı ve çıkıçıdır. 70 kiloluk adamı kollarından tutarak omurgasını düzelten bir kadındı. 1.90 boyundaydı. Kırkpınar pehlivanlarından Pehlivan Hamit, Pomak Hatice'nin torunudur. Hatta bu kadının namı, Alaçam'ın dışına taşmıştır. Bafralılar, Gerzeliler kırılan kol bacağını Hatice Teyze'ye düzelttirirlerdi. Bayağı bir doktordu yani. Mahalli doktor gibiydi"


Kendini "İlime" Vermiş Bir Figür: Doktor Kız Ali
Samanlık Hatçesi'nin hikayesini bitirirken Hakkı Hoca'nın aklına Alaçamlıların hafızasında yer etmiş bir başka figür geliyor: Doktor Kız Ali. "Neden Kız Ali demişler" diye soruyorum. Cevap oldukça ironik: "Çünkü bu adam evden hiç çıkmazdı, kendisini ilaç bulmaya, tedavilere verirdi. Bir ev hanımı gibi, sürekli evde olurdu" diyor Hakkı Hoca ve Kız Ali'den bahsediyor:

"Mesela bir de Kız Ali vardı. O da Göçkün Köyü'ne yerleşmişti. Hiç evden çıkmaz, sürekli araştırır, okur, yeni şeyler bulmaya çalışırdı. Ama bir ev hanımı gibi yaşardı. O nedenle Kız Ali derlerdi.  O yıllarda tüberküloz var, bir var. Uçan böcekler çok. Bir de sıtma var. Sivrisinekten orda yok, burada çay içi, ova çok sıtmadan adeta kırılıyorlar. Kız Ali diye bir adam, Kantaron Otu'nu buluyor. Bizim evimizde şişe olurdu. Kantaron yağını hem biz evimizde torunların falan bir yeri yara olduğunda sürerdik, çıban, bere olunca kullanırdık hem de eşeklerin sırtını eğer vurunca sürerdik. Hayvana da insana da aynı şişedeki yağ merhem olurdu. Bunu bulan adam da Doktor Kız Ali'ydi"

Çeteler geldiğinde onlar bizim insanlarımızı korumuşlar. Rum çeteler sorduğunda, "Kimse yok burada, gidin diyorlar". Soran da Rum, saklayan da Rum. Çünkü onlar bizi çok seviyorlar.

Nenem, Bulgarlar gidince kızı içeri alıyor. "Adın ne" diyor, kız ağlayarak adının Hatice olduğunu söylüyor. "Annemi babamı öldürdüler" diyor. Sonra nenemle dedem, alıyorlar bu kızı sahipleniyorlar, büyütüyorlar.

70 kiloluk adamı kollarından tutarak omurgasını düzelten bir kadındı. 1.90 boyundaydı. Kırkpınar pehlivanlarından Pehlivan Hamit, Pomak Hatice'nin torunudur.

Doktor Kız Ali Göçkün Köyü'ne yerleşmişti. Hiç evden çıkmaz, sürekli araştırır, okur, yeni şeyler bulmaya çalışırdı. Ama bir ev hanımı gibi yaşardı. O nedenle Kız Ali derlerdi.

Baklavalar börekler açılmış, sini sini dizilmiş. Rum çocuğu Hristo gelmiş, "Ben de Recep gibi sünnet olmak istiyorum" demiş. "Recep' kırmızı lira astılar, pilav yaptılar, baklava yaptılar, ben de sünnet olacağım" demiş.

Yarın: Kabeyi Savunan “Mehmetçik” Gibi Rumeli'yi Koruyan “Hasancık”

/Miraç ÖZTÜRK
09 Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder