Sürekli çocukluğumdan bahsediyorum ya... Bahçesinde
erik, dut, kiraz, vişne ağaçları olan bahçeli bir apartmanda büyüdüm diye
anlatıyorum hani... Şimdiki çocukların dalından kirazı koparamadığını
söylüyorum hep... Biraz daha açayım istedim... Bafra'daki “kıyım” ile
birlikte... İlkokulu, Samsun'un "çatısında" okudum ben... 'Çatısı'ndan
kastım; Samsun'un en yüksek noktasında... Şöyle baktığınızda limandan Costal'a
kadar, uçsuz bucaksız denizi, karşıda Toptepe'yi, şehir merkezini rahatlıkla
görebildiğimiz bir yerde... Kadifekale’de, Karadeniz İlköğretim Okulu'nda… Çoğu
zaman da, deniz manzaralı sınıflarda... Dersi dinlememek için bahanemiz
çoktu... Pek haylaz sayılmazdım ancak, dalıp giderdim Karadeniz'in
maviliğinde... Bir sene deniz manzaralı sınıftaysak, ertesi sene çam
ormanındaydık...
Karadeniz İlköğretim Okulu'nun arkası, bildiğiniz
bir çam ormanı(ydı)... Sayısını hatırlamıyorum ancak, dışarıdan bakan birisi;
burasının bir okul değil, "sanatoryum" olduğunu sanabilirdi... Ben diyeyim 40 siz deyin 80... Birer metre
arayla çam ağaçları, bazı yerlerinde de akasyalar... Hemen yanımızda bulunan
50. Yıl Lisesi'nin (şimdiki adıyla Piri Reis Anadolu Lisesi) bahçesini de
katarsanız... Toplamda 500'e yakın çam ağacı vardı... Ayrıca, okulun hemen
önünde bulunan 2 kavak ağacı ile, 3 akasyayı da saymadan geçemeyeceğim... Neden
derseniz... Ben, Selahattin, Tolga... Üçümüz, el ele tutuşup, ancak
sarabiliyorduk o devasa kavak ağaçlarını... Yazın rüzgarla çıkardığı o
"ulu" ses, hala kulaklarımda...
Akasyalara gelince... Hiç yediniz mi bilmem ama... Bizim
için büyük bir zevkti; "sümbülleri" yemek... Kokusu bir harikaydı... Mesela
birçok okul baharda pikniğe giderdi... Bizim için okul “her gün piknik”
demekti... Halı sahaya falan gerek yok, okulun arka bahçesi doğal çim, çam
ağaçlarını çalımlaya çalımlaya oynardık... Hele ki; kaleci degaj yaparken (ki
çoğunlukla kaleci ben olurdum), top çam ağaçlarına çarpıp da, tozlarını
dökünce... Pirelenmiş gibi kaşınır kaşınır kızarırdık... Az dayak yemedik bu
yüzden hepimiz... Tabi, mezun olduk, lise, üniversite derken... Bundan 5-6 sene
evvel, yolum o tarafa düşünce, yıkıldım... Önce, bahçedeki 2 kavak ağacı kesilmişti...
Ardından, bahçedeki çamlık... Çamların olduğu yerde artık “yeni” bir okul
vardı... Acaba, kesilirken ağladılar mı? Aslında, ağaçlar değildi yok olan... Anılardı... Sadece anılar mı? Çocuk seslerini
de alıp götürdüler o ağaçlarla birlikte...
Çocukların nefes alma haklarını, ağaçlara tırmanma,
gölgesinde oturma, çimlerde yuvarlanma özgürlüklerini de aldılar... Ne
uğruna... Koca koca binalar için... Önceki gün, Bafra'da; Cumhuriyet
İlkokulu'nda, bence bir “katliam” yaşandı... "Ağaçtır, kesilir, yerine de
yenisi dikilir" diyenlerinizi duyar gibiyim... Ancak, atlanmaması gereken
bir şey var... Daha önce de yazmıştım... Bizleri binalar kurtarmayacak...
Büyük AVM'ler, adliye ‘saray’ları, kültür
merkezleri, modern hastaneler değil; bizim ihtiyacımız olan... Farkında mısınız
bilmiyorum... Çocuklarımızın hayatında yeşilin bir tonu yok artık... Meyveyi,
manavda imal edilen bir ürün sanan bir nesil geliyor ardımızdan... Dalından
kirazı koparmamış... Ayakları çime, toprağa değmemiş bir nesil... Çok mu zor,
her okula bir bahçe yapmak... Meyve ağaçlarıyla, çiçeklerle çevirmek... Değil
aslında…
Bafra’daki olay da, sadece ağaç mücadelesi değil… Çocukların,
“bahçesiz” kalması meselesi aynı zamanda… Umarım, çok geç olmadan; birileri
devreye girer… Hem elde kalan çamları ve sedirleri kurtarır; hem de çocukların
“oyun alanını”… Bafra Belediye Başkanı Sayın Zihni Şahin ile görüştüğümüzde,
kendisi de, bu durumdan “hoşnut” olmadığını söylemişti… Ve çaresine bakacağını,
yetkisinde olmadığı halde; ilgileneceğini kaydetmişti… Sanırım aynı zamanda bir
“eğitimci” olan Sayın Şahin’in, “çocuklarının bahçesiz, ağaçsız” betonlar
içinde eğitim görmelerine gönlü razı gelmedi… Benim de umudum ve desteğim,
Şahin’in olayı çözmesinden yana… Gözüm, kulağım da Bafra’da… Merakla
bekliyorum… Bugünün dünden daha “yeşil” olması umuduyla…
/Miraç ÖZTÜRK
08 Nisan 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder